Eğitim Öğretim Çalışmalarımız

 Öğretmenlerimiz, yetkin idarecilerimiz kuralları uygulamakta tarafsızdılar. Ülkemizin, kısa sürede kalkınmasını tamamlamış bir ülkeler arasında yerini alacağına inanıyorduk. Bu uğurda başarılı olabildik mi!?

Bir önceki yazımı bitirirken kalkınmasını tamamlamış ülkeler arasında yerimizi alacağımıza inanıyorduk diyerek geleceğe olan idealist inancımı belirtmiştim. Evet, kalkınmanın biricik dinamosu nitelikli kadrolar yetiştirmekle olanaklı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Nitelikli kadrolar oluşturacak genç kuşakları yetiştirmenin yolu uygulanan eğitim-öğretim çalışmalarını bilimin ışığına göre planlamak ve uygulanan planlamanın kesintisiz uygulamaktan geçer.

Nitelikli kuşaklar ancak pedagojik yeterliliği olan, çağın olaylarını takip edip doğru yorumlayabilen öğretmenlerce yetiştirilir. Ülkemizde ise öğretmen yetiştiren yetkinlikleri kanıtlanmış Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri sırasıyla bir bir kapatıldı. Öğretmen yetiştirmek gerekli yeterli donanımı olmaya ve sayıları onlarca ifade edilen Eğitim fakültelerine bırakıldı.

Eğitim Fakültelerinden mezun olup göreve başlayan öğretmenlerin geçmiş yıllarda mezun olan öğretmenlerin yakaladığı düzeyinde pedagojik yeterlilikleri ulaştıkları tartışılır. Bu konuya örnek oluşturacak uygulanmak istenen fakat uygulanamayan bir olgudan bahsetmek isterim. 2004-2005 eğitim-öğretim yılında ilkokul öğrencilerine uygulanan cümle yöntemiyle okuma-yazma öğretiminin yerine ses temelli okuma-yazma öğretimi kabul edildi. Ve yıllarca uygulanan temel harflerle yazma yerine birinci sınıftan başlayarak öğrencilere bitişik eğik yazı ile yazı yazma yöntemi tercih edildi.

Öğretmenler ve veliler arasında bitişik yazı uygulamasına büyük alerji oluştu. Öğrenciler bitişik eğik yazı yazamazlar diye sızlanmalar başladı. Oysa batı dünyası bitişik eğik yazı ile yazma eylemini uygular sürekli olarak. Bitişik yazı kullanmak temel harfleri kullanmaya karşı üstünlüğü tartışma götürmez.

Öğretmen Okullarında en önemli derslerden birisi Resim-Yazı dersiydi. Tablalı, kesik uçlarla ne kadar çok yazı çalışası yaptığımız ayrı bir anlatı konusu olacak kadar önemliydi. Öğretmenler, okudukları fakültelerde çeşitli yazı tipiyle yazı yazma çalışmalarına tabi tutulmadığı için elbette kendileri eğik yazı yazmaya alışkın değiller. Velilerimiz de okul yıllarında sürekli temel harflerle yazı yazdıklarından bitişik eğik yazının sanatsal yönünü ve önemine aşina değil. Peki, ne oldu sonunda? Bitişik yazı çalışmaları kuşa döndü; temel harflere dönüldü bir kaç yıl içinde!

Devletin, hükümetlerin, yurttaşları, okuyan, okuduğunu anlayıp yorumlayan, olayları neden-sonuç ilişkileri içinde değerlendiren, üretken bireyler olarak yetiştirmekle yükümlüdürler. Bu amaca ulaşmak için çağdaş normlara uygun, bilimi önceleyen müfredat programları uygulamakla olanaklı olduğu zorunluluktur. Ve müfredatın sık sık değiştirilmesi başarıyı olumsuz etkilediği ülkemizde gözlenmektedir.

Bilgi çağına yakalamış ülkelerde başına Milli kelimesinin eklendiği bakanlığımızda kabul olunan eğitim müfredatları uzun soluklu olmuyor. Şöyle ki, son yirmi yıl içinde dokuz Milli Eğitim bakanı değişti ülkemizde. Ve yeni atanan her bakanlarımız yeni kadrolar oluşturup yeni müfredatlar uygular oldular.

Bakanlık, sivil toplum kurumları (!) diye nitelenen örgütlerle sözleşmeler yaparak çağdaş eğitimle ilgisi olmayan kurumları eğitim sistemimiz içine eklemlenmekte Sınıflara din görevlilerinin ders vermesi uygulamasına geçiliyor. Böylesi çağdışı uygulamaların sonucunu insanımızın eğitim ve kültür düzeyindeki hazin durumlardan bazı örnekleri görüp bu hale nasıl gelindiğini irdeleyip, çözüm yolları üzerine düşünmek zorundayız.

Görsel medyada izledim. Bir sokak röportajı yapıyordu bir gazeteci. İstanbul’un “orta yerinde” yurttaşlarımıza şu soruyu soruyordu: Selanik nerededir? Ortaokul, lise öğrencileri dâhil, orta yaşlı, yaşlı erkek-kadın bireyler soruya muhatap oldu. Hayretle izledim, iki elin parmaklarından fazla kişiye soruldu soru. Ancak iki kişi doğru yanıt verebildi. Selanik kelimesini ilk kez duyup şaşkınlık belirten yurttaşlarımız durumu 100. Kuruluş yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları hepimizi kara kara düşündürmeli!.. Hayli yüklü para kazandıran bir yarışma programında üniversite mezunu bir yarışmacıya şöyle bir soru yöneltildi. 3’ün 3 katından 2’nin 2 katının farkı kaçtır? Yarışmacı doğru yanıt veremedi. Telefon jokeri kullanarak bir mühendis arkadaşına yöneltti soruyu. Mühendisimiz de doğru yanıt veremeyince yarışmacımız elendi. Bunun gibi daha nice hayal kırıklıkları yaratan durumlarla günün her saatinde karşılaşmak olası.

Oysa halkımızın kitaplarla dost, ülke ve dünya sorunlarına ilgi duyan olmasını ne kadar çok isterim. Acıdır böylesi olumlu duyguları daya doya yaşamak olanaklı olmuyor bu topraklarda. Bu gidişle yarınlara güvenle bakacağımız kuşaklar yetiştirmekte istenilen düzeyde değiliz.

Aileden sonra çocuklarımızın kişiliklerinin şekilleneceği kurumlar okullardır ve de okullarda çalışan mesleğini seven mutlu öğretmenlerle çocuklarımız öz güvenli yetişir. Fakat hükümetlerimiz ihtiyaç kadar öğretmenlere görev veremiyor. Öğretmen sorununu kadrolu öğretmenlerden öte sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerce çözme yoluna gidiyor. İş güvencesi olmayan ve kadrolu meslektaşlarından az ücret alan sözleşmeli ve ücretli öğretmenler sınıflara hangi moralle girer ve öğrencilerine nasıl yardımcı olur!

Ezcümle zaten öğrencilerin %30’u özel okullarda okumak zorunda kalıyor. Ve günümüzde özel okullarda 300 bin öğretmen çalışıyor. Çağlar ötesinden Çinli Ozan “yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.” diyerek insan yetiştirmenin önemini veciz sözlerle vurgulamış. Yarınlara güvenle bakmanın yolu eğitim-öğretim çalışmalarında başarılı ülkelerin müfredatları benzeri müfredatlar yapıp zaman kaybetmeden çalışmalarımızı hızlandırmalıyız.

07 Mayıs 2024 5-6 dakika 150 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (3)
  • 11 gün önce

    Ne güzel değinmişsniz eğitim - öğretim sorunlarımıza ama biraz da ülkem adına içim sızlayarak okudum. Ben de on beş yıla yakın öğretmenlik yaptım. En beş yılı, özel ilgi ve uzmanlık alanım birinci sınıftı. Eğitim insan doğunca ailede ve çevrede başlar öğretim ise okulda ( örgün- yaygın). Sesten tümceye ve bitişik yazı Türkçemize aykırı idi. Bunu dil kurallarımızı inceleyerek madde madde zamanın yetkililerine sunduk. Sonuç; kendi bildiklerini okudular, eğitimin canına okudukları gibi.

    28 Şubat' ın hedefi İHL ' ler değildi. Amaç Anadolu ve Fen liseleriydi. Orta bölümleri kapatıldı, bitirildi. Çünkü buralardan çok çok iyi yetişen öğrenciler Anadolu çocuklarıydı ve sistemi zorlamaya başladı, sisteme egemen olmaya başladı. Ne oldu? Önce buralar Fetö haininin çocuk seçtiği kurumlara dönüştü sonra niteliksizleştirildi.

    Maalesef bu yapıldı.

    Çok uzadı...geldiğimiz nokta ise her tğrlü sapkınlıpın, ihanetin, potansiyel terör yuvalarının, yabancı misyonların cirit attığı arena olan tarikatlar bir svil toplum kuruluşu gibi algılatılmaya kadar geldi. Yazık çok yazık... Elbette düzelecek tüm bunlar ama yine zamanı kaçırıyoruz. Ülkem adına çok üzgünüm... Selamlar saygılar İbrahim bey.

  • 11 gün önce

    Çok büyük sıkıntılar var değerli Hocam eğitim ve öğretimde ... Biraz bu konuda ileri gitmiş ülkelerin sistemlerinin incelenip bize de uygun bir sistem oluşturulabilir diye düşünmeden edemiyor insan. Okumayı sevmiyor çocuklarımız, araştırmayı sevmiyor, sabır yok bir şey öğrenirken genelde... Bunları aşıp artık ileriye dönük bir eğitim sistemi ile aşmamız lazım bunları...Bilgisayar ve cep telefonunda ki oyun alışkanlıklarında kurtarabilirsek çocuklarımızı belki daha iyi sonuçlar elde ederiz... Kutlarım yürekten...

  • 10 gün önce

    Ne kadar öğrenirsen o kadar unutursun. İnsan bilgiyi ezberlemek için değil kullanmak için öğrenir. Bu gün Balkanlara gitmeyi düşünmeyen Selanik'i öğrenmeyi düşünmez. Muhakkak öğrenmiştir ama zamanla kullanmadığı için unutmuştur. Bir vatandaş olarak takip edersem bakanların ismini aklımda tutabilirim. Günümüzde kim ne kadar siyasetçileri takip ediyor. Eğer tüm devlet organlarınca Cumhurbaşkanının ismini zikredip her saat başı haberlerini vermezse Cumhurbaşkanın ismini bile bilmez. Keza Atatürk'ü de anmasak onu da unuturuz. İnsan kendi mücadelesini vererek kendi kurtuluşunu sağlamadan tam olarak kurtarıcısını da bilmez. İletişim bilişim araçları hep bilinen aydın ve sanatçıların adını zikredip andıkça unutkanlığı da artıyor. Toplum ağır reklam baskısı altında. Öğrenmek durumu tahkim altında. bir nevi reklamlarla öğrenip reklamlarla kullanıyor. Ben eski bir öğrenciyim öğrenmek benim işim. İşime gelemezse hiç bir şeyi zorla öğretemezsiniz. Tebrikler.