Geç Kalan Ses / Hastane Odasında

*

Hastane Odasında..

Şu an bir hastane odasındayım.
Yıllardır görmediğim çok yakın bir arkadaşımın yanındayım.
Dün tamamen tesadüf sonucu durumunun çok kötü olduğunu öğrendim.
Yıllarca görüşmedik belki de bir hiç yüzünden.
Ama onu böyle görmek, canımın taa içini yaktı, kavurdu.

O cıvıl cıvıl, neşe dolu, ışık saçan o güzel kadın gitmiş, yerine solgun, bitkin, yorgun bir beden kalmış.
Kırk kilo bile gelmeyen bedeniyle, geçmişe sessiz bir çığlık atıyor sanki.
Zaman, insanın içini böyle mi ezer ,
hayat nasıl bu kadar acımasız olabilir?

Kardeşimin acı vefatından sonra, beni en derinden sarsan ikinci derin yara bu yıl.
O da gitmek için gün sayıyor artık.
Ne direnci kalmış, ne umudu, ne de gücü.
Her nefes sanki bir vedanın habercisi.
Ve ben çaresizce onun yanında oturuyorum öyle donuk donuk.
Nefes alıyormuyum,bilmiyorum.

Yanına gelirken, “biraz konuşur, geçmişi yad ederiz,” diye düşündüm.
Belki helalleşiriz dedim.
Ama bana iki kelime söyleyecek takati bile yoktu.
Arkasını dönüp uyudu sessizce.
Ben ise odanın köşesinde, geçmişin film şeridini izliyorum gözlerimin önünde.

Bu hâli ona hiç yakıştıramıyorum ben.
Kalksın istiyorum, ayağa kalksın,
gülsün, konuşsun, o eski kahkahasını atsın.
O kahkaha ki, bir odayı Güneş gibi ısıtırdı.

Hatırlıyor musun?
Birlikte yaptığımız o uzun bisiklet turlarını.
Kalori yakacağız diye birbirimizi zorladığımız o yolları.
Sonra da üç top dondurma ve bir dilim tatlıyla tüm çabayı boşa çıkardığımız anları.
Gülerdik, verdiklerimizi fazlasıyla geri aldık derdik.
Ahh ne güzeldi o günler.

Şimdi o sahneler birer hayal gibi.
Zamanın karşısında ne kadar güçsüzüz ve hayat bir kez daha hatırlatıyor bana,
bu Dünya ne kadar da yalan.

Ama bazı dostluklar, bazı anılar.
Onlar hiç solmuyor diyoruz ama onuda solduruyoruz.

Ve şimdi onun uyuyan solgun yüzüne bakarken, sessizce dua ediyorum içimden.
Tanrım ona huzur ver, acılarını al, korkularını sil.
Onun o güzel kahkahasını yeniden duyur bize.

Bir “alo” demedik birbirimize yıllarca.
Neden?
Gurur mu araya girdi, kırgınlık mı, yoksa hayatın telaşı mı susturdu bizi?
Bugünümü mü bekledim?
Kaybedince mi anlaşılıyor değerler.
Neden hep kırıyoruz, neden hep geç kalıyoruz birbirimize?
Neden hep mutsuz ediyoruz birbirimizi?
Neden, neden?

Oysa her şey ne kadar basitti bir zamanlar.
Bir kahve, bir kahkaha, bir dost omzu.
Şimdi hepsi uzak, sanki başka bir hayatın içinde kalmış gibiyiz.
İnsan bir “alo”nun bile ne kadar kıymetli olduğunu ancak söyleyemediğinde anlıyor.
Zaman bir kez daha geç kalmanın bedelini gösteriyor bana.

Ona bakıyorum ve içimden geçen tek cümle şu oluyor.
“Keşke biraz daha erken gelseydim…”
Ama artık çok geç.
Artık sözcükler susmuş, yalnızca yüreğin sessizliği konuşuyor.
Ve o sessizlikte, bir dua gibi yankılanıyor içimden.
Affet beni dostum, affet bu gecikmiş sevgiyi.

Ama asıl soru dudaklarımdan sessizce dökülüyor:
Ben kendimi nasıl affedeceğim?
Bir sessizlik kadar geç kaldım,bir nefes kadar yakındım oysa.
Bir alo, bir adım, bir sarılma.
Hepsi bu kadar mıydı?
Bu kadar mı zordu bir kalbi aramak?

Şimdi zaman duruyor, kalbimin içinde yankılanan tek ses.
Gecikmiş bir vicdanın çığlığı.
Keşke’ler diziliyor birer birer önümde, her biri bir ağırlık gibi boğazıma, kalbime, anıma asılmış.

Oysa bir zamanlar ne kadar kolaydı
gülmek, paylaşmak, inanmak.
Birlikte yediğimiz dondurmanın tadında bile bir dostluğun masumiyeti vardı.
Şimdi o tat dilimin ucunda acı bir hatıraya dönüştü.

Ben kendimi nasıl affedeceğim?
Onu böyle görüp, hâlâ nefes alırken,
içimde bir şey eksilmişken, sanki ben de biraz ölmüşken…

Zamanın ellerinden kayıp giden bir hayatın eşiğinde, affı ondan değil, artık kendi yüreğimden dilemem gerektiğini biliyorum.
Fakat hiçbir kelime, hiç bir dua gecikmiş bir “alo”nun yerini dolduramıyor.

Şimdi onun sessizliğinde kendi sessizliğimi dinliyorum.
Bir ses, bir bakış, bir “iyiyim” desin istiyorum.
Ama zaman çoktan bizden alacağını almış.
Ve ben, hastane ışıklarının solgun yansımasında yalnızca içimden
“keşke” diyorum sürekli.
O anki sessizlik en büyük sitemim ve zaman duruyor o soğuk odada.
Parmak uçlarımda titreşen umut kırıntısı bir nefeslik mesafede kaybolup gidiyor.

Ne çok şey geçmiş içimden, ne çok şey yarım kalmış.
Bir alo, bir özür, bir kahkaha, hepsi birer suskun taş gibi dizilmiş kalbimin kıyısına.

O uyurken ben ona bakıyorum ve sanki aramızda görünmeyen bir nehir akıyor.
Bir yanında ben, konuşamayan, bir yanında o, duyamayan.
Ama ikimiz de biliyoruz, kelimeler artık işe yaramıyor.

Bir elini tutsam acısını biraz paylaşabilir miyim?
Yoksa geç mi kaldı ellerim,
ısınamayacak kadar mı soğudu artık zaman?

İnsan, bazen sadece bir bakışla
tüm geçmişini görür.
Ve ben şimdi onun solgun yüzünde
kendimin eksik yarısını görüyorum.

Şimdi hastane koridorunda yankılanan adımlar bir veda duası gibi geliyor kulağıma.
Kapıdan çıkmadan önce dönüp bir kez daha bakıyorum:
O uyuyor, ben ağlıyorum.

Kapıdan çıkarken geriye bir kez daha bakıyorum.
O hâlâ uyuyor.
Belki rüyasında yine bisiklet sürüyoruzdur, belki gülüyoruzdur o eski yaz günlerindeki gibi.
Belki bu kez vedalaşmadan ayrılabiliyoruzdur birbirimizden.

Koridorun ışıkları solgun, hastanenin sessizliği ağır, kalbim ise bir mezarlık kadar dolu.
Yüreğim… bu iki acıyı nasıl taşıyacak?
Kardeşimin yokluğu ve şimdi senin gidişin.

Şimdi, bir “alo”nun eksik kaldığı bütün hayatlarımızı içimde buruk bir pişmanlıkla taşıyorum.

Ve kalbimin en derin yerinde
sessizce fısıldıyorum.
Hoşça kal dostum.
Seni çok sevdim, belki geç ama hep
çok sevdim.


Bazı insanlar, ölmeden önce bile vedalaşır sessizce.
Ve bazı dostluklar ölümün bile dokunamadığı bir yerde yaşamaya devam eder.

Ve ben, o yerde seni hep bulacağım.
Sensiz her şey biraz eksik kalacak ve ben seni çok özleyeceğim Filiz’im,affet beni.

01.11.2025



sevay




03 Kasım 2025 5-6 dakika 8 denemesi var.
Yorumlar