Gölgeden Gelenler

Kuzeybatı’nın rüzgârla yıkanan taş kentlerinden biri olan Deluna, yüksek duvarların ardında yavaş yaşayan bir şehirdi. Her sokağı, suskunlukla örülmüş; her ev, bir sırla mühürlenmişti. Fakat bu sessizlik, sadece geçmişin değil, bastırılmış arzuların ve sorgulanmamış korkuların sessizliğiydi.


Deluna’ya bir yabancı geldi. Adı Alar, sesi rüzgâr gibi yumuşak ama taşıdığı bakış fırtınalıydı. Ne geçmişiyle övünüyordu ne de gelecekle savaşıyordu. Tek bir derdi vardı: insanları kendileriyle yüzleştirmek. Çünkü biliyordu ki, özgürlük dışarıdan gelmezdi içeriden kırılması gereken bir duvardı.


İlk durağı, şehrin kıyısındaki Aren Tapınağı oldu. Burada yaşayan Vezira, halkın ruhunu şiirle terbiye ettiğini söyleyen bir kadındı. Her sabah meydanda sesini yankılatıyor, dizeleriyle korkuyu kutsuyordu. "Sükûn, Tanrı’nın lütfudur," derken, insanların susmasına övgü diziyordu.


Alar onu dinledikten sonra yaklaştı. Sessizce bir taşın üzerine oturdu ve şöyle dedi:


"Sözlerin su gibi, evet. Ama bu su içimizi serinletmiyor, içimize çamur taşıyor. İnsan, korkuyla sustuğunda huzur bulmaz sadece uzaklaşır kendinden. Gerçek şiir, insanı uyutmaz. Uyandırır."


Vezira o gün ilk defa kendi dizelerini kâğıttan değil, aynadan okudu.


Deluna’nın kalbine yürüdüğünde, dar sokaklarda Uhra isimli bir demirciye rastladı. Güçlüydü, sesinden kıvılcım düşerdi adeta. Ama Uhra’nın gücü, başkalarının zayıflığını küçümsemekten geliyordu. "Kim acizse, zincirlenmeli," diyordu. "Güç, düzen demektir."


Alar, elini ocağın kenarına koydu, sıcağı avuçladı ve yanıt verdi:


"Ateşin kuvveti, yalnız eritmekte değil; şekil verebilmekte yatar. Ama sen yalnız eritiyorsun. Unutma: her çekiç, hem yapar hem yıkar. Gerçek güç, zayıfa alan tanımaktır. Yoksa sadece kırıntıların efendisi olursun."


Uhra, ilk defa çekicini yere bıraktı. Parmaklarına baktı, ilk defa kanı fark etti.


Sonra Alar, şehrin dışındaki Erinu Bahçeleri’ne gitti. Burada yaşayan yaşlı bilge Lioren, gökyüzünü inceleyen bir yıldız okuyucusuydu. Fakat o da kendi kehanetleriyle halkı korkutuyor, “Yol çizilmiştir, değiştiremezsiniz” diyerek umudu zincire vuruyordu.


Alar, yıldızlara baktı. Uzun bir sessizlikten sonra fısıldadı:


"Yıldızlar yön gösterir, yazgı değil. İnsan yola çıkar, ama yolu kendi adımlarıyla yazar. Kehanetin zincir değil, pusula olmalı. Özgürlük, gökyüzünün dayattığı değil; kalbin kabul ettiğidir."


Lioren, teleskobundan ilk defa kendi gözünü çekti ve gökyüzüne çıplak gözle baktı.


Son olarak, Deluna’nın en yüksek kulesinde yaşayan Raina adında bir düşünür vardı. Düşünceleri çoktu, kitapları ağırdı ama kalbi kilitliydi. O, duyguları zayıflık, sevdayı sapma, özgürlüğü ise düzensizlik olarak görüyordu.


Alar, Raina’nın kitaplarının arasında yürüdü. Bir cildi çekti, yere düştü. Toz kalktı, o an konuştu:


"Düşünce, yalnız akılla var olamaz. Kalp olmadan fikir bir zincire dönüşür. Senin kulelerin yüksek ama içine kapalı. Gerçek fikir, hem başı hem kalbi aynı anda tutar. Özgürlük, duygunun ve düşüncenin eş yürüdüğü bir patikadır."


Raina, kitaplıktan ilk kez bir roman aldı. İçinde şiir vardı. Gözleri buğulandı.


Ve Alar şehri terk ettiğinde, Deluna hâlâ suskundu ama bu kez sessizlik bir korkudan değil, düşünmekten doğuyordu. Herkes içindeki zincirin sesini dinliyordu. Ve belki ilk kez, o zinciri kırmak için bir istek taşıyordu.


Çünkü Alar, zincirleri parçalayan biri değildi. Sadece onların varlığını gösteren bir aynaydı.


Turgay Kurtuluş

19 Nisan 2025 3-4 dakika 31 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar