Gönül Kırgınlığının Derin Suları
İnsan kalbi narin bir kristal gibi.
Parladığı zaman içimizi aydınlatır ama bir kez çatladı mı o eski ışığını bulmak zorlaşır.
Gönül kırgınlığı, bir anda kopan fırtınadan değil, çoğu zaman sessizce büyüyen bir eksiklikten doğar.
Bir söz…
Belki söylenmeyen bir teşekkür.
Belki unutulan bir doğum günü.
Ya da göz göze gelmeyen bir bakış.
Zamanla birikir içimizde anlatamadıklarımız,affedemediklerimiz, utamadıklarımız.
Ve bir gün anlarız ki en çok güvendiğimiz yerden kırılmışız.
Kırgınlık öfke gibi değildir.
Bağırmaz, çağırmaz, sessizdir ama derindir.
Ve bazen…
En çok kırıldığımız yerden yeniden büyürüz.
Çünkü kalbin kıymetini en çok kırıldığında anlarız.
Gönlün kırıldığı an sanki ince bir camın ortasından çatlama sesi yayılır evrene. Dışarıdan kimse duymaz ama o titreşim insanın iliklerine kadar işler. Çünkü kırgınlık sesini dışarıya değil, içe doğru yankılar.
Bu nedenle en sessiz duygudur.
Acısını da, öğrettiklerini de yalnız içimizde fısıldar.
Çoğu zaman kırgınlık büyük fırtınaların değil, küçük ihmal rüzgârlarının eseridir.
Unutulmuş bir selam, yarım kalmış bir cümle, verilmemiş bir sarılma.
Başta minicik bir çizik gibi görünür. Fakat kalbin hafızası derindir.
O çizik zamanla ağırlaşan bir iz olur. Aynı çocukluğunda sakladığın, üzeri tozlanmış ahşap kutu gibi.
Kapağını her açtığında içindeki eksiklik kokusunu duyarsın.
Kırıldığımız yerde, ilginç bir paradoks saklıdır.
En güvendiğimiz yerden incinir, en incindiğimiz yerde güvenmeyi öğreniriz. Tıpkı yağmurdan sonra toprağın çamur olup çiçekleri beslemesi gibi.
Sessizlik burada suç ortağımız değildir, aksine dinleme alanıdır.
Kalp susarak dinlemeyi öğrenir.
Kendi nabzını, kırgınlığın ritmini, hatıraya karışan hüzün dalgalarını.
Bu sessizlikte içimizde saklı kalan çocuğun sesini de duyarız.
Belki dallarına salıncak kurduğun o eski Ceviz ağacında hâlâ öfkesizce rüzgârla dans eden yapraklar vardır, onlar bize her ṣeyi hatırlatır.
Bazen de kırgınlık hâlâ kapanmayan bir yara gibi çeker insanı çocukluğuna.
Sıcak ekmek kokusuna, annesinin yumuşak eline, dere kenarındaki serinliğe.
Çünkü geçmişteki zararsız anılar, kırılmış yanlarımızın pansumanıdır.
Ve nihayet kırgınlıkla yaşamayı kabul ettiğimiz noktada şunu fark ederiz.
Kırılmak bitiş değil, dönüşümdür. Kristal bir vazodaki çizik, ışığı farklı kılar.
Ìşte o farklılık kendi iç ışığımızın tınısını değiştirir belki, kimbilir.
Zamanla şunu da öğrenir insan.
Her kırgınlık bir dönüm noktasıdır.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ve bu bazen bir kayıp gibi gelir, bazen de hafifleyen bir yük gibi.
Çünkü kırgınlık sadece bir başkasına değil, çoğu zaman kendimizedir de. "Nasıl bu kadar inandım?" deriz.
"Neden bu kadar bağlandım?"
İşte o sorgulama anıdır insanın iç yolculuğunun başlangıcı.
Kırgınlık, kalbin aynasında yüzleşmeler getirir.
Kendini görürsün orada, en çıplak hâlinle.
Güvenen, seven, bekleyen, hayal kuran. Ve bir yandan da kırılan, yıkılan, yorulan.
Ne kadar güçlü görünürsek görünelim, kalbin kırılganlığı bizi insan yapan en temel duygudur aslında.
Çünkü ancak kırıldığımız kadar derin hissederiz.
İşte o derinliktir insanı olgunlaştıran.
Eskiden gözyaşına dökülen her kelime, zamanla bir şiirin dizesi olur.
Eskiden dert olan şey, zamanla bir başkasına şefkat duyma sebebi olur. Kırıldığın yer başkasının yarasına merhem olur belki de.
Çünkü kim kırılmışsa, bir gün başkasını tutmayı da öğrenir.
Dayanak olmayı, dinlemeyi, anlamayı.
Bazı gönül kırgınlıkları da vardır ki, insan onları ardında bırakmaz, bilerek saklar.
Tıpkı bir kitabın arasında kurutulmuş bir çiçek gibi.
Arada bir açıp bakar.
Kokusu gitmiştir belki ama hatırası durur.
O çiçek, artık can vermese de, bir mevsimin hatırlatıcısıdır.
O kırgınlık da öyledir.
Canını yakmaz artık ama neyi neden yaşadığını sana hatırlatır.
Bu yüzden gönül kırgınlığı, sadece bir sitem değil aynı zamanda bir uyanıştır. Artık daha seçici olur insan.
Daha az konuşur, daha çok hisseder. Kalabalıklardan değil, samimi bir bakıştan beslenir.
Ve belki de bu yüzden, kırgınlıkla gelen sessizlik içimizdeki en derin bilgeliğe dönüşür.
Çünkü en çok kırıldığın yerde, en çok kendini bulursun.
Çünkü en kırgın yerimizden en güzel sessiz çiçekler büyür.
Ve o çiçekler, başkaları için değil sadece senin içindir.
Kırık köklerinden doğan o çiçekler, seni yeniden sen yapar.
Böylece en kırgın yanından filizlenen o sessiz Çiçek, birgün senin iç bahçenin en nadide köşesinde usul usul açar.
Kimse bilmez nasıl büyüdüğünü.
Ama sen bilirsin.
Çünkü en karanlıkta yeşeren ışık kalbinin derinliklerinden doğmuştur.
sevay
Psikolojik yönü ağır basan güzel bir yazı olmuş Sevay hanım. Aslında o kırgınlıklar kendimize, o öfke kendimize belirttiğiniz gibi. Tohumlar saçan, fidanlar büyütüp, yüreğimizi ormana çeviren o kırgınlıklarımızı keşke ilk çatladığı yerden öpebilsek; kendimizi daha iyi tanır, teşhis eder, kabulleniriz. Kaleminiz hep yazsın.