Göz Kapaklarının Aşkı

Bu gece hiç yapmadığım bir şekilde bilgisayara oturmadım. Uzandım divana. Işık saçan ampullerin işlevine son verdim. Televizyonun boş yere çalışmasını da engelledim. Pencereden ışık sızmaması için perdeleri sıkı sıkıya kapattım öncelikle tabii ki. Kavramları düşündüm. Hangi kavram ne kadar işlevsel? Ne kadar yer kaplamakta 'Hayat' adlı kümede? Yaşamak ne? Ölmek ne? Yaşarken ölmek mi evla? Ölürken yaşamak mı? Uçuştu kısaca sözcükler, düşünceler, geçmiş, şu an, gelecek...

Doğduğumu hatırlamam elbette herkes gibi ben de...

Yaşamımı anmak, kendimle hesaplaşmak istedim sonra... Açtım iyice gözlerimi, kırpıldı kendiliğinden bir süre sonra... Anladım o an yaşamanın bir göz kırpma aralığında yer aldığını.

Ya kırpılmasa göz kapağı? Ağırlaşsa iyice. Tonlarca yük taşıdığını hissetse... Sevdasına kavuşma arzusuyla yansa... Kapatsa sonra... Kavuşsa alt kapağına, yani uzatmalı sevdasına.

Aşk güzel şey velhasıl; umudu göz kapağının... Yıllarca beklediği anın mutlu sonu. Vuslat zamanı yani... Ne hoş değil mi?

Yine düşündüm kendi kendime... Kaç kez öldüğümü hatırlamaya çalıştım.

Ölüm sonralarımı hatırlayamadım da, ölüme koşar adım gitmeyi hatırladım birkaç kez. Anılarımı tazeledim. Ölümün mutluluk dolu kollarının nasıl sardığını hissettim yeniden. Sonrası mı? Bırakmadılar ki ölümün sonrasını hatırlayayım... Ama öncelerini hep hatırladım.

Yeşil bir giysi, çarmıha benzer bir masa. Keskin bir koku burnuma dolan. Bir yandan bayanın kendini sevimli yapma arzusuyla, 'Ben doktorunuz. Az sonra uyuyacaksınız.' sözleri. Göz kapaklarımın alt kapağa olan sevdasıyla kavuşma arzusu ve benim kara diken misali zorlayış anlarım. Sert bakışlı bir adamın yeşil elbisemin düğmelerini çözmek için sert hareketlerle beni sarsması.

Açılan göz kapaklarım sonra. Tüm bedenimde bir acı. Kan. Pamuklar... Hastabakıcıların hazırlıkları pervasızca... 'Adam safradan da ölürmüş demek ki!' diyene diğerinin cevabı; 'Vadesi yetmiştir...'

Konuşmak istiyorum; ama dilim tutulmuş. İşaret edemiyorum; çünkü kesilen yerler öyle duruyor.'Hadi' diyor birisi, 'Dik de götürelim morga.'. Tamam diyor diğeri, iplik ve iğne gibi birşeyleri alıyor. Dilim tutulmuş. Ses çıkmıyor. Son bir gayret dilimi çıkarıyorum. Görüyor dikecek olan. Hortladım sanıp korku dolu gözlere şaşkınlık ifadesi ekleniyor.'Çağırın doktoru!' diyor, ameliyata devam etsin.

Uyanıyorum. Kalabalık ve aydınlık bir oda... Yakınlarım hepsi. Huzur ve mutluluk var yüzlerinde. Bir de benim çektiğim acıyı bilseler... 'Saat kaç?' diyorum. Ertesi günmüş... Gidip gidip gelmişim... Sonra gitmemeye karar vermişim.

Bir kişi refakatçi kalıp dağılıyor herkes. 'Nefessiz kalırsa bu maskeyi takacaksın' deyip örnekle gösteriyor doktorum. Kaç kez kullanıldı bilmiyorum. Ama nefessiz kalışlarımı hatırlıyorum.

Doktor refakatçime anlatıyor: 'Safra kaçağı nereye gelirse, orası iflas eder ve durur. Akciğer çevresinde geziniyor şimdi. İnşallah kalbe gelmez'

Gece yarısı refakatçimin çığlığı... 'Ölüyor!'

Yolculuk başlangıcı güzel... Acıların dinişi. Öyle mutluyum ki o an. Acılarımın yok oluşu beni öyle mutlu ediyor ki...

Gözlerimi açıyorum. Makine, terli beyaz gömlekliler, kızıl kan renginde yatağımdaki çarşaf. Bakınıyorum. Yine acılar var. 'Sınırın ötesinde de acı var demek ki.' diye düşünürken nöbetçi doktor gülümsüyor; 'Korkuttunuz bizi' diyor. Oysa ben hiç korkmamıştım. Acılarım dinmişti ve yeniden başlamıştı.

İşte en yukarda, 'Acıların dinmesi' derken neler yazdım neler. Bugün de yeni yazı eklemiştim. Ama olsun. Bu gece karar verdim; üst göz kapağım, tonlarca ağırlığına dayanamayıp, aşkına kavuşup kapanana kadar yazacak ve ekleyeceğim sayfama.

Sonrası mı?

Allah büyüktür...

02 Haziran 2010 3-4 dakika 45 denemesi var.
Yorumlar