Hayat Dediğin
Hayat dediğin, insanın sandığı kadar net değil.
Ne başı belli ne de sonu… Çoğu zaman sorularla yürür, cevaplar hep biraz geriden gelir. İnsan bazen neyi neden yaşadığını anlamaz; yaşar, susar, içine atar ve devam eder. Çünkü hayat, durup düşünmeyi değil, çoğu zaman dayanmayı öğretir.
Hayat dediğin; herkesin omzuna görünmeyen bir yük bırakır. Kimisi bu yükü gülümseyerek taşır, kimisi sessizce eğilir. Dışarıdan bakıldığında güçlü görünenlerin içi çoğu zaman en yorgun olanlardır. İnsan alışır sanır ama aslında sadece katlanmayı öğrenir. Çünkü hayat, alışmakla değil, kabullenmekle ilerler.
Bazen insan, en çok kendine yabancılaşır bu yolculukta. Kendi sesini duyamaz, kendi ihtiyaçlarını erteleyip durur. “Biraz daha sabredeyim” der, “biraz daha idare edeyim.” Oysa hayat, sürekli ertelenen bir şey değildir. Yaşanmadığında geçip giden, fark edilmediğinde sessizce eksilen bir zamandır.
Hayat dediğin; kaybettiklerinden ibaret değildir ama kazandıklarını da her zaman hissettirmez. İnsan çoğu zaman neyi kazandığını, onu kaybettiğinde anlar. O yüzden hayat, geriye dönüp bakıldığında daha anlamlı, yaşanırken daha karmaşıktır.
Bazı günler ağır gelir. Nefes almak bile bir çaba ister. İnsan kalabalıkların içinde bile yalnız hisseder. Anlatmak ister ama kelimeler yetmez. Çünkü hayat, her duyguyu dile çevirecek kadar cömert değildir. Bazen sadece susmayı bırakır insana.
Ama yine de hayat, tamamen karanlık değildir. Küçük anların içinde saklıdır umut. Bir sabah ışığı, beklenmedik bir gülümseme, içten gelen bir “iyi ki.” Hayat, çoğu zaman büyük mucizelerle değil, fark edilirse anlam kazanan küçük detaylarla tutar insanı ayakta.
Hayat dediğin; ne tamamen kazanılan bir savaş ne de kaybedilen bir yenilgidir.
O, düşe kalka yürüyenlerin, vazgeçse bile devam edenlerin, kırıldığı hâlde kalbi sertleşmeyenlerin hikâyesidir.
Belki de hayat, tam olarak budur:
Her şeye rağmen, içten içe yaşamaya devam etmek.

