Hayata Dair Tınılar

"Bu karanlık çok fazla biraz açalım ışıkları"

Beyaz mutlu bulutlardan ya da güzel bir yaz yağmurundan bahsetmek, huzuru kucağıma alıp okşamak gibiydi benim için. Ama hiç beyaz bir bulutu kuyruğundan yakalama ya da yağmuru bir kavanozda biriktirip saklama fırsatım olmadı. Rüzgarı yüzümde hissetmekten korktum karda yuvarlanmaktan. Bunları o an hissetmek nasıldı hiç bilmiyorum
Ellerimle tuttuğun şeyi kavrayabilmek içinse ışığa ihtiyacım yok.
Tatmak ya da koklamak yeter .

"Yüzümü net görüyor musunuz ?
-Peki."

Çok zaman önce bir şey keşfettim
Yalnızlığı hepimizin yakından tanıdığını çok ama çok iyi biliyorum.
Farklı anlamlar ve düşünceler yüklesek de o meditasyon haline gerçekte hepimizin koynuna giren şey aynı
Beni seninle seni onunla ve bizi onlarla aldatan aynı şey.
Yalnızlık
Kimi zaman burnumuzu yapıştırdığımız camdan dışarı bakarken başkalarının peşinde Azrail gibi dolaşırken görürüz onu bazense hemen yanı başımızda her aynaya bakıp yüz çizgilerimize hayıflandığımızda.
O bir son ya da başlangıç gibi hep orada bizi bekliyor .

"mayhoş bir ayva tadında ışıkları düşürelim şimdi"

bir gün masamda otururken önümde duran deftere daireler çizip duruyordum
iç içe geçmiş daireler
simetrik olmuyorlardı ama aynı hissi veriyorlardı.
Tekrarlanan bir hayatı ya da daha önce yaşanmış bir olayı sadece üzerindeki noktaları birleştirip yeniden bir daire oluşturmak gibi yaşayıp yaşayıp duruyordum.
sonra elim benden habersiz başka daireler çizmeye başladı.

"Evet ışıklar böyle daha iyi"

düşündüğümü daha doğrusu daldığımı farkettim.
bir sıra ve ben.
önümde ise beyaz sayfaları olan bir defter duruyordu.
-neyi istersek çizebilirmişiz
sanırım o zaman herkes bir ev bir gök kuşağı ve de ağaç çiziyordu
nedense özgürlük denince akla bunlar geliyor.
Sanki bilinmeyen bi çemberin etrafında hepimize sınırlarımızı daha doğmadan çizmişler ve bu sınırdan dışarısı için yasak getirmişlerdi.
sevemedim o sınırları bir türlü.
Peki ihlal ettim mi ?
gülmek geldi içimden.
ben suçsuz olduğu halde sıra dayağında en sert sopayı küçük avuçlarında hisseden sessiz sakin ve bir an önce eve dönmek isteyen o çocuktum .
ezilmiştim.
ezildiğim için içimde büyük bir patlama biriktirmiştim.

-ışıkları düşürelim lütfen

sonra ben büyüdüm.
yani en azından büyüdüğümü söylediler ve ben büyüdüğümü bu şekilde anlamış oldum.
bazen hala çocukluğum hınzırca şeyler fısıldıyor kulaklarıma
uçurtmalar, araba tekerlerinin altına konan çivili tahtalar ve en fenası komşumuzun bahçesindeki zararlı otları temizlemek için çıkardığımız o büyük yangın.
Ama dairenin dışına çıkmak hala korkutuyor beni.
kimsenin haberi olmadan izin almadan gerçekleştirdiğim ilk bireysel eylemim sanırım şuan ismini bile hatırlamadığım o kıza aşık olmaktı.
sahi yüzü nasıldı ?

aradan çok zaman geçti
hala aynı çemberin içinde sıkışan tüm insanlar gibi ben de abartılmış bir sıradanlık içinde
-ki bu herkesin bir birine benzemesi için uydurulmuş küresel bir yalan
ve farklı olmak aslında sıradan-
o noktaları zorluyorum.
ufacık bir umut ışığı bile yok
öylesine kalın ki o ufak çizgiler
öylesine öldürücü ki
en kolayı o çemberi boynuma kendim geçirmek.
En azından kendi hür iradem ve çemberimle ölümümü seçmek.

ben hala masamdayım oysa
önümde beyaz kağıtlar
geçmiş ve gelecek
sıkışmış bir yaşamım sadece

"ışıkları söndürelim lütfen"

16 Ocak 2014 3-4 dakika 5 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 10 yıl önce

    Hayat ve zaman o kadar hızlı akıp gidiyor ki bazen yaşadıklarımızın farkına bile varamıyoruz. Çocukluğun ve gençliğin o masum yüzü zaman ilerleyince hayatın olumsuzlukları karşımızda direk gibi duruyor ve o zamanda yaşamak için az daha sabır gerekiyor, yenilgiyi kabul etmemek ve sonuna kadar hayata tutunmak gerekiyor. Güzel bir denemeydi kutlarım içtenlikle...🤐