Hayrın Karşı Gele

Varoluşsal bir deneme 

Nereye bakacağımı hadi söylesene, neyi bekliyorsun? Oraya bak, buraya bak. Ne çok yoruyorsunuz…İçimdeki bu zihinsel kıvırmalarım da olmasa boğulacağım.

Yaşam denilen şey ne ki sorusunu sormaktan bıkmış bir beyin ile pörsümüş, eskimiş, yıpranmış, ıskarta bir beden taşıyorum artık. Kendimi kandırıyorum belki yaşamak için. Kim istedi ki böyle sürünmemi, acı çekmemi…

Birileri ya da biri bir şey planlıyordu gördüm benim için, senin için, bizim için inanın gördüm.

Ölüm erken geldi be çocuk! Sana bombalar atanların içindeydi ölüm sana kustular…fark eder mi adı. Çocuklar için ölüm koymuşlar ya adını koca koca amcalar. Ne garip bir rüya bu, kendi çocukluğumu gördüm içinde sadece ölümün biçimi değişmişti. Şimdikiler daha teknolojik, daha bilimsel.

Şöyle buyrun biz de sizi bekliyorduk. Tepesinde tavus kuşu gibi renkli püskülü var adamın.

Ne garip adam diye düşünüyorum. Sağımda solumda önümde arkamda kimse yok bana sesleniyorsunuz galiba?

Evet evet size…şöyle buyurun.

Ne güzel bir yer burası geniş ve yeşil alanın ortasından akan güneş parıltılı, billur gibi bir su akıyor, gürül gürül. Ama güzellikten kastım bu değil güzelliği çok sessiz oluşu öyle ki gürül gürül akmaların sesi bile yok.

Yani çocuklar bombaların sesini duymazlarmış burada. İnsanın en mutlu olduğu zamanlarmış çocukluk ben pek bilmiyorum ama öyle diyorlar. Ve Tanrı dedi ki “ İçinizde yerleşmiş özleminizi yeniden dirilttim ve hepiniz sonsuza kadar çocuksunuz.”

Tanrı, insanı kandırmaz değil mi…

Beyim bir soru sormama izin verin lütfen. Buralar neresi? Ses yok bir kez daha soruyorum yine ses yok. Bu sessizlik beni huzurla huzursuzluk arasında bırakırken, biri bağırıyor uzaktan.

Son bir şansını dene. Bir çekiliş bileti uzatıyor bana ama yanımdaki kız kapıveriyor elimden.

Kusura bakmayın bu şans benim. Kızgınlık duymam gerekirken içimden tuhaf tuhaf gülüyorum bir yandan da kızı süzüyorum. Daha önce tanışık mıydık acaba, anlamaya anımsamaya çalışıyorum.

I…ıh çıkartamadım. Sanki aklımdaki soruyu okuyor.

“Arkadaşın filanca var ya...”

“Evet”

“İşte ben o filancanın teyzesinin kızıyım.”

“A…Meltem sen misin? İlahi korkuttun beni. E…nerelerdeydin zıpırlık yapıyor musun hala?” Havalara zıplıyor, tanımış olmam neden bu kadar sevindirdi ki, anlayamıyorum diye düşünürken elindeki yarım sayfa büyüklüğündeki şans biletini sallıyor.

“Kalın tekerli bisiklet kazandım. Hem de kum bisikleti…” Bir paket uzatıyorlar kendisine yukarılardan bir yerlerden.

“Siz monte edeceksiniz bunu.” Derken bir sinsilik hissediyorum seslenişlerde ama Meltem fark edemiyor bunu şaşkınlık içinde, şaşkınlığı geçince bana bakıyor.

“Yapabilir misin? Hala yeteneğin var mı bu konularda.”

“Eskidik be kız ama olsun yine de bi denerim. Ama önce uygun bir yer bulmamız lazım. Bak şurada muhteşem bir otel var belki bize izin verirler oranın bahçesinde yapabiliriz.”

Sanki her şey birbiri ardına diziliyor oysa biraz önce geçtim buradan, burada otel filan yoktu. İçeri giriyoruz ürkekçe, bizi koşuşturarak güvenlikten birkaç kişi karşılıyor. Bir de kadın var içlerinde koltuğumun altına sıkıştırdığım pakete bakıyor. Aramice konuşuyor.

Ne istiyorsunuz? Bu ne? Güvenlik müdürü gözüküyor uzaktan, hızlı adımlarla bize yaklaşıyor ve kadını itekliyor.

Buyurun beyim biz de sizi bekliyorduk. Bu da İbranice konuşuyor.

La havle! Lan n’oluyor. Güvenlikten iki kişi pakete yapışıyor, zebani gibi çekiştiriyorlar. Bırakın ulan paketime dokunmayın!

“İzin verin biz taşıyalım, yukarıda uygun bir yer ayırdık orada birleştirirsiniz parçaları” diye de akıl verip yol gösteriyorlar.

Hayda! Bir Arapçamız eksikti diye aklımdan geçiyor.

Bahçede güzel bir masa var orası için ısrar bile etmiyoruz, hemen hazırlayıveriyorlar. Parçaları birleştirirken hep sinsi sesleniş takılıyor aklıma. Bitince anlıyorum, vay hınzır ön tekerleği yokmuş bunun. Maşasının üzerinde tutarken Ukraynalı bir çocuk beliriyor, elinde küçük beyaz bir bayrakla geliyor, bayrak da üşümüş, eli de.

“Amca bunu takar mısın?” Bak bu dili çok iyi anlıyorum.

Takıyorum ama şaşkınlığımı da gizleyemiyorum, önce ön tekerlek oluşuyor, sonra rengi değişiyor kırmızıdan beyaza dönüşüyor. İki yandan kanatları çıkıyor, pegasus gibi. Üzerine binmiş olan çocuğa bakıyorum gülümsüyor, ona artık şimdi, sadece melekler dokunuyor.

Ve Meltem bana sesleniyor.

Hoşça kal! Benden buraya kadar derinliklere sen yalnız in.

Yalnızlık duygusu hemen kaplıyor her yanımı, sessizliğin olduğu yeri düşünüyorum oraya dönmeliyim. Bir görevli yaklaşıyor. Yedinci kata çıkmalısınız diye uyarıyor. Meltem’e bakıyorum artık gözükmüyor.

Ortası boşluk avm’den bozma bir otelin boş vakit geçirme yeri gibi bir yer, herkes bir şeyler tüketiyor. İleri sağ tarafımda bir masada Zeynep hanım oturuyor, yol müdürlüğünden emekli, sekiz on yıldır tanırım, yaşça benden epey büyük. Bir şeyler atıştırırken tesadüfen bana takılan gözüyle birini işaret ediyor. Az ötesinde ayakta bir adam bekliyor, ona bakıyor.

Ama bu Ahmet bey, Zeynep hanımın kocası…çok şaşkınım. Çünkü kendisi geçenlerde ölmüştü. İçim bir tuhaf oldu.

Ölen birine başın sağ olsun nasıl dilenir ki. Yanına yaklaşırken fark ediyor beni, yüzünde bir eksiklik hissediyorum iyice bakıyorum evet evet bembeyaz yüzünde gülümseme eksik.

Ikına sıkıla Ahmet abiye baş sağlığıyla birlikte“ rahmet diliyorum.” Sonra koluma giriyor hadi gidelim, diyor. Yürümeye başlıyoruz

Abi sen öldün ya.

E…

Nasıl bir şey?

“Valla Mehmetçiğim” diyor sonra yutkunarak, her zaman ki hitap şekliyle cümleyi tamamlayacak ya.

“Ben henüz bir şey anlamadım, biliyorsun ben henüz çok yeni bi ölüyüm, bedenim bile soğumamış daha… öyle diyorlar.”

Az ilerde başka bir masada dört serseri oturuyor oyun oynuyorlar, sesleri çok yüksek, kimseden saklama gereği duymuyorlar açık saçık küfürlerini. Yanlarına yaklaşıyorum beni görmezden geliyorlar, Ahmet abiye takılıyor gözleri.

“Emmi bu niye böyle” diye bana soruyorlar, demek ki tanıdık geliyorum.

“O bir ölü, yeni öldü.” Ürkeceklerini sanıyordum, yanılıyorum. İnceden alay ediyorlar. Ne çok değişmiş zaman yani zamane.

Ne oynuyorsunuz gençler?

Papaz kaçtı? Birazdan imam gelecek, okutacak bize bildiği her şeyi. Sen çaktın yani emmi.

Ne çok argo kullanıyorlar.

Ortalığı bir soğukluk kaplıyor “ölüm soğukluğu”, Ahmet abi kendinden geçiyor. İkinci kez ölüyor…

“Buyrun beyim biz de sizi bekliyorduk” diyen adam aklıma geliyor, püskülünü sallıyor zihnimde. Söz vermiştim oraya gideceğim.

Çünkü orada her şey sessiz, fraktal renklere dönüşmüş tüm gürültüler, gel keyfim gel.

Hayrola hayırdır inşallah, diyecek birini arıyorum. Ama yok bulamıyorum…bu başka bir şey diye düşünürken.

Onu görüyorum… Kimi mi?

Rüya bitti ben nereden bileyim.

28 Aralık 2023 6-7 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (3)
  • 4 ay önce

    İnsanca diye bir dil var. Kimseler konuşamıyor... - Güray Süngü

    Çok severim bu sözü ve yüklediği anlamı artık çok uzağız bu dile daha çok kan gözyaşı ve ölümler tehditler inanç sorgulamaları sayesinde aklımızda deli sorular bitmek bilmeyen kabuslarla dolu geceler gittikçe ışığı söndürülen mavilerle geçen günler hayırlardan vazgeçtik bari şer olmasın diyoruz ne acı Mehmet bey gittikçe yaşam kalitemiz de umudumuz da düşüyor