Hazreti Muhammed ve Adalet Üzerine

Divan-ı Hikmetin revnak sayfalarında, zamansız bir vadenin nutku tutulmuş, tarih yazıyordu.

"Ol sebepten altmış üçte girdim yire" dedi Yesevi. Sinesine çekti toprak Ümmeti Muhammed'i ve ol sebepten definedir gençlik bekler durur Ya Muhammed!



Efendim;

Henüz güneşi keşfetmeden, tutulup dar dehlizlerin kuzguni ışığına, yitip gidenlere rahmet dilerim adın iki yüreğimi sarsıyor iken.



İmtihan ve çile hepimizi saran nurlu gökkuşağı ve en yüce duygu inanmak. İnsan için... Eğer ben bu dini bilmek, kimlikte değil yaşayışta mümin olmak istiyorsam iki kanada ihtiyacım var. Biri Kuran'ı Kerim'in aya ışığını veren sayfaları, diğeri Sultan-ı Enbiya'nın âlemlere rahmet muntazam hayatı.



Hakikati arayan insanın göze ilk alacağı çile adaletli ve dürüst olmaktır. Seçtiğim mevzua riayeten Efendimizin adalet telakkisini üç temel esas üzerine inşa ettiğini görmekteyim: vicdan, merhamet, erdem. Lakin bu üç unsurun düşünce âleminde enfüsi yorumlara maruz kalacağı aşikâr... Öyleyse hürmetine yaratıldığımız Efendimizin adalet ferasetini; ayet ve hadislerle, Siyer-i Nebiden kıssalarla anlatmak şahsi nazariyem itibariyle en sağlıklı metot olacaktır.



Efendimizin adil ve doğruluk mihveri olduğuna dair düşmanları dahi kanaat getirmiştir. Kureyş, Kâbe'nin inşasında Hacer'i Esved'i yerine kimin koyacağı konusunda anlaşmazlık çıktı. Aralarında bir karar alıp Kâbe'ye ilk girecek kimsenin hakem seçilmesini istediler. Hikmet bu, o esnada Efendimiz çıkageldi. Onu gören her iki taraf da kendisine olan güvenlerinden ötürü vaziyetten memnun oldular. Onun hakemliğine yürekten razı olduklarını belirttiler.



Tereyağından kıl çeker gibi husumetsiz neticelenen bu vaka Efendimize peygamberlik verilmeden öncedir. O'na, feraset sahibi düşmanları dâhil adil olmadığı hususunda laf söyleyememiştir. Amcası Ebu Leheb bu suretten kendisine 'biz seni yalancı saymıyoruz, biz sana gelen kitabı yalanlıyoruz' demiştir. Buradan Efendimizin şahsı manevi olarak ne kadar adil bir karaktere sahip olduğunu temaşa edebiliriz.



Ensar'dan Tüme ibni Übeyrik gün ola komşusundan zırh çalıyor. Çaldığı zırhı un çuvalına koyup Yahudi komşusunun evine götürüp saklıyor. Zırhın kaybolduğu anlaşılınca komşusu Tüme'ye zırhını soruyor. O da dökülen unları takip ettiğinde zırhını bulacağını söylüyor. Soluğu Yahudi'nin evinde alan Tüme ve komşusu zırhın hesabını sorunca, Yahudi zırhı Tüme'nin çaldığını ve buna birkaç Yahudi efradının da şahit olduğunu söylüyor. Paniğe kapılan Tüme ve akrabası Beni Zafer durumu Efendimize izah edip yalandan yemin ediyorlar Efendimiz de buna itikat edince Allah şu ayeti inzal buyuruyor: 'Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma' (Nisa 105).



Adeta keramet, fazilet, nur ve hakikatin bir ebru gibi eşsiz terkibi olan bu kıssa; Efendimizin adaletinin Âlemlerin yaratıcısı Rabbimiz tarafından korunup, tazelendiğini İslam politikasının 'dünya devleti olduğunu fakat dünyacı bir devlet olmadığını' fısıldıyor bize.



Ömür sermayesinde sahip olunan somut ve soyut kudretin tecrübeyle kıvamını almış tepe noktası değil bu. Üzerinde bulunduğu bireye herhangi bir doğmuşluktan filizlenen sigortaymış hissini bahşeden güvenç alanı da değil. Sadece alevden kızıl bir hakikat neşvesi, hakikat ki ancak samimiyete ağaran bir şafak!



Yine günlerden bir gün Fahri Kâinat Huneyn Savaşı'ndan sonra ganimetleri taksim ederken zatın biri ' Ya Muhammed adil ol. Zira adaletli davranmıyorsun' dedi. Aleyhissalatu vesselam da 'yazık sana, şayet ben adaletli olmazsam kim adaletli olur' diye karşılık verdi. Adaletli olmayı tembihlemek bir peygamber dışında bütün insanları uyarıcı, bilinç uyandırıcı bir söz olabilir. Ancak Efendimiz gibi nurun kendisine böyle bir söz söylemek abestir, hatta ihanettir. Kendisi 'vallahi ben gökte de emin'im yerde de' diyerek insanların en doğrusu olduğunu belirtiyor.



Hülasa, bir devenin dile gelip Efendimize arzuhal etmesi, Efendimizin Kâbe anahtarını müşrik olan Osman bin Talha'ya emanet etmesi, kızı Fatımatüzzehra'ya 'Peygamber kızısın diye hesaptan muaf değilsin' diye tembihlemesi hakiki adaletin emsalidir.



Takvim yapraklarını eşeleyen zaman, hiçbir vakit bu hakikiye esatirleri eskitemeyecek ve bu kıssalar aktüelini koruyup kollayacaktır. Mekke'nin bir uykuya uyanışı elbet tüm insanlık adınadır. Rabbimizin bizden 'adaleti ayakta tutan muvahhitlerden olmamızı' istemesi yine insanlığın sulh ve selameti adınadır.



Onun doğruluğuna adaletine kâni Ebubekir-i Sıddık (r.a)'a Mir'ac anlatılınca 'o söylüyorsa doğrudur' diyor. İşte bu ulu cevap hem hâkimi hem mahkûmu olmamız gereken ulvi kasnaktır.





'Allahın yeryüzündeki halifesi biz insanlar dikkat edelim. Rabbimiz birdir. Türk'ün Türk olmayana, Türk'ün Türk'e takvadan gayrı üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en hayırlımız O'ndan en çok korkanımızdır'. Tabii ki, şeytanın gölgesinde olmayı, Rahman'ın halifeliğine yeğlemediğimiz sürece. Biz müminler gerek siyasi, gerek düşüncevi anlamda ihtilafa düşsek de Peygamberimizi sevme, onu tanıma, tanıtma ve hayatlarımızı O'nun örnekleriyle anlamlandırma noktasında elimizi vicdanımızdan ayırmayalım. Mesele; bugünün savcı, hâkim, avukatlarının bu ufka ne kadar vakıf olduğudur. Aksi halde bizi bekleyen taşkınlık içler acısı bir azaptır.



Gençliğinde, izzete manasını bahşeden peygamberini tanımamış, tarihinin şanlı zaferleriyle tüyleri ürpermemiş, gerek medya olsun gerek cahil çevrenin edepsiz desturu olsun, hakkıyla beslenmeyen hunhar akımların durdurulmaz nehrinde yozlaşma seyahatine çıkmış taşkınlıktan bahsediyorum. Bizi üzerimizdeki kirlerden arındıracak nur deryası, peygamber Efendimizin çalındıkça kıymetlenen hazinesindedir. Hırsızlık ancak böyle bir meselede şerefli bir eylem olabilir.



Efendim,

Ben de senin ümmetindenim,

Yüreği mert, kılıcı merhamet!

Adı Muhammed!

Efendim...



Senin yüce ahlakın bütün felsefi cereyanları, düşünce sistemlerini buğday ile samanın ayrışması gibi ayırsın zihinlerden Efendim!



Biz müminler biliyoruz ki 'insanlık-takva' muharebesinde ulaşabileceğimiz en zirve nokta, Senin, aklen, kalben, bedenen en ihlâslı şekilde mukallidin olmaktır.



Kalemimin kelamımın nuru gerçek manada kucakladı. İlk kez kalemi elime aldığımda böylesi bir şeref duydum elhamdülillah. Ben de Itri'nin İslamî zihniyet çerçevesinde bestelediği musiki eşliğinde yazdığım nesrimin bir şefaat vesilesi olmasını Rahman-ür Rahim'den niyaz ederim.




Nisan 2011

29 Nisan 2011 5-6 dakika 8 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (3)
  • 13 yıl önce

    Baharın gelişini belki de bu sebepten daha bir heyecanla bekler ya insan, nedenini aslen bilmesede..

    Peygamber tasavvurumuzun yenilenmesi adına, Allah razı olsun..İnsan tasavvurumuz, peygamber tasavvurumuza bağlı ne de olsa.O'nu insan sıfatından arındırıp kendimizden uzaklaştırmaya başladığımız günler bu günler...

    ''Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen, merdum-i dide-i ekvan olan ademsin sen.''

    Teşekkürler.

  • 13 yıl önce

    Efendimiz'i anlatmak için kaleme alınmış çok güzel bir deneme... Yüreğine sağlık. Vesselam...

  • 13 yıl önce

    sevgili kardeşim;

    biçim ve kurgun çok güzel,

    Gül Resule ne kadar yazsan yetmez sanırım,

    kutlarım

    sevgiyle kal...