Hüzünlerimi Geri İstiyorum

Bazı zamanlar var ki, bir türlü alamam kendimi kendimden. Her akşamın siyahından önce geldiği o anlarda, eğreti bir ikindi hüznü düşer gözlerimden ve bu gömgök mavinin altında salkımlaşan, tekke önünün kristal temmuzları üşütür yüreğimi... Yukarı Tekke'nin mistik duruşu bütün haşmeti ve ahengiyle ötelerden ses verirken, Abdulvahabi gazi hazretlerinin her vakit abdest aldığı o billur çağlayanda, iklim iklim soluklanan eski bir hüzün yumağıdır çocukluk zamanlarım... Ve ben o çocukluk zamanlarımı çok özlüyorum...

Buğulu ve buruk hatıraların canımı acıttığı her kuşluk vaktinde, bazen de akşamın üstü örtülü alacasında uzayan gri geceler sarar dört yanımı. Baki kalan bu kubbe, sanki tenha dönencelerin ıssız şavkıdır artık... Oysa Hacı Zahit mahallesinin o hazin ve asil duruşuyla benzeşir sitemlerim. Alabildiğine derin bir boşluğa sımsıcak bir gölgeyle usul usul üşüşür gölgeler. Oysa ben, kaç zamandır ne düşündüğümü bilmiyorum ve hala o gün ki gibi üşüyorum...

Yıllardan beri alışılagelmiş bütün tanıdık sonbaharlarla birlikte 'patatislerin sokülme vahtı' gazelleri dökülür saçlarıma. Hiç bitmeyecek sandığım yağmurlarımı ve dokunaklı bir acıyla burnumun direğini sızlatan ağlama hissini, annemin boş beşiklerinde yankılanan hüzünlü ninnilerine beliyorum. İşte o an, ellerimde boynu bükük bir akasya boy veriyor hepten... Her yalnızlığın çocukluğuma ait olduğu ve artık olmayan o çocuk zamanlarımla beraber, puslu İğde ağaçlarının o serin gölgesinde kaç zamandır bir başıma uyuyorum. Çağlayanın huzur dolu narin ve kırılgan sesine inat, babaannemin huzura durduğu beş vakitler süslüyor şimdi ufkumu... Ben ise ne duyuyorsam babaannemin gözyaşlarıyla ıslattığı seccadesinde duyuyorum.

Toprak bacalı konaktan bozma evimizin avlusunda, saçları kıvrım kıvrım bir çocuk görüyorum. Bana mahsus bir Sivas meltemi, zemheri zamanlarının üzgün düşlerini getiriyor erinmeden, kahroluyorum... Başımı yastığa her koyduğum vakit, gözlerimi yumunca görüyorum! ve bir türlü aklımdan çıkmıyor harmanlıkta düven sürdüğüm günler. Bazen üç gün, bazen bir hafta hiç kimseyle konuşmuyorum. Atılmış, itilmiş namütenahi masallarla bezeli o utangaç çocuğu taa kalubeladan beri tanıyorum. Onun da beni tanıdığını adım gibi biliyorum.

Him komşumuz Şükriye teyze sesleniyor berrak sesiyle, biraz uzak biraz yakın...'gız hatçe geliiin Osman emmi geliyor!' beynimde yankılanan bu buğulu sese bir türlü yüzümü dönüp bakamıyorum. Kül rengi bulutlar geçiyor çocukluğumun salatalık bahçelerinden, ürperiyorum...

Gölgesine sığınıp tarifsiz hayallere daldığım avlumuzdaki ıssız akasya ağacı, salkım saçak dallarında büyüyen mahzun çocukluğumu uzatıyor birden, korkuyorum. Örselenmiş yüreğimden gözlerime çisil çisil, sağanak sağanak, iplik iplik yağmurlar geliyor. Git gide eksilen bir çift terlik sesine aldanıp, perdesiz camlarda tuhaf şekiller görüyorum. Annem, titrek parmaklarıyla siyah beyaz resimlerden gözyaşlarımı siliyor. Ben hala; O günden kalma çocukluğumun gün aşırı yağmurlarında ıslanıyorum...

Koynunda muskasıyla eşiğe oturmuş, ela gözleriyle ürkek bir gölge yokluyor yüreğimi. Kırlaşmış saçlarıma güz sabahlarının sarışın huzmeleri dökülüyor. Gözbebeklerimde eskilerden kalma bir sabah doğuyor ve kalbimin en eski sancısı düşüyor ayakucuma... Kırgın parmaklarımda biriken kuru ayazlara gücenip, adını bilmediğim mevsimler için gözyaşlarıma kalemimi banıp adı konmamış şiirler yazıyorum...

Saffet emmileri, Memülü emmileri, Osman emmileri, deli Hasanları, Nihat ağabeyleri, zerzekıran Sami emmileri, sünnetçi Fikrileri, Fatoları, Nemciye teyzeleri, Lütfiye ablaları, Şarogadingeleri, Refik hocaları ve her sabah işlemeli kuran kabını omuzlarına takarak kuran kursuna ya da terziye giden mahallemin güzel yürekli kadınları kızları çocukluğumun yanı başımda yürüyorlar. Duman duman yükselen bir gecenin tam ortasında onları arıyorum yalınayak, hiç birini bulamıyorum... Bir karanlık eşeliyor evimizin bacasını... Yaralarıma tütün basıp, Kınalı 'enekemi, çerçüvemi', paslı çemberimi, cıncıklarımı, topacımı, sapanımı, balıksırtı kızağımı, koynuma alıp uyuduğum lastik ayakkabılarımı ve yoksul yüreğimi tanımadığım yıldızlara emanet bırakıyorum...
Tuhaf bir yükseklik korkusuyla beraber yukarı tekke berzahlarının çiğdemleri korkuyla uzatıyor başını Akkaya'dan... Kefensiz, gelinliksiz uyuyan 'kırkkızlar' ın kınalı hıçkırıkları duyuluyor dipsiz kuyulardan... 'Çeğe' başındaki yeşil cami duvarına yaslanıp bir sigara yakıyorum. Babaannem, yıllar öncesinden namaz örtülü başıyla, avlumuzun bir köşesinde bir gölge gibi beni 'kişifliyor', biliyorum... Çıplak ayaklarım, uzun paçalı patiskadan biçilmiş 'donumla' göz açıp gönül verdiğim, eskilerden, bir 'Hacısaat, bir mısmıl ırmak, bir çağlayan düşlüyorum...

Memülü emminin iki kat olmuş seferberlik sesi çınlıyor kulaklarımda...'Cephede aç galmadınız, başınız bitlenmedi, bedeninizde gurşun izi de yoh, ayakkabı çorbasını da bilmezsünüz! esvaplarınız da yamalıklı dööl, gülün eşşoğulları gülün! Ben artık hiç gülmüyorum!

Buğday tarlalarında biriken lacivert akşamlar, harmanlıkta uçurduğum uçurtmalar gibi ufkumda salınıyor ne zamandır... Ne zaman döşeğime yüz üstü kapansam, Karanlıkta gözleri ışıl ışıl parlayan gözü yaşlı çocukluğumun yürek paralayan sesi yankılanıyor. Yüreğimde kanat çırpan Sivaslı üveyiklerle beraber, uykusuz düşünceler sarıyor etrafımı. Nihat emminin yemyeşil 'alaçuh' ?lu bostanlarına sinip, 'Kovalamaç metdeynek' oynarken, yol boyu dökülmüş çocukluğumun iğdelerini topluyorum...

Yüreğimin pırıl pırıl mısmıl ırmağında süzülüp gitmiş o güzelim günler. Kurumuş yapraklar misali ekim giymiş bir zemherinin koynunda üşüyen çocukluğumu arıyorum. Yiğitler caddesinin en karanlık yerinde bir akşamüstü, kımıldamadan ve arkama hiç bakmadan öylece, dimdik duruyorum. Tahta iskemleye oturmuş aksakallı koca dedemin gümüş saplı bastonu düşüyor ellerimden, susuyorum... Elinde 'mengürdeği ile yolumu gözlüyor dil evliyası, utanıyorum...

Şimdi artık viran evimizin bir köşesinde, pirinç şamdanlarda titreyen bir mum misali kâh yanıyorum kâh sönüyorum. Eskimiş bir aile albümünün siyah beyaz sayfalarında gülümseyen, pırıl pırıl huzmelerle dopdolu çocukluk zamanlarımı ve koynunda sakladığın ay parçası hüzünlerimi geri istiyorum!!!...


Sultan Şehir Dergisi

24 Şubat 2010 6-7 dakika 10 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    Hikayenizi okurken bir anda anlatılan mahalde buldum kendimi, canlandırmışsınız harflerle yeri göğü, ve tüm canlı nesilleri ...Öğeler bu denli şık durabilir eğlemin içinde ve ancak bu denli yakışır özlemi kucaklama isteği...Ruhuma, kulağıma ve gözlerime hitap etti tüm satırlar...Büyük bir keyifti gerçeği okumak, ellerinize yüreğinize sağlık.....Tebrik ederim ..Nicelerine...

  • 14 yıl önce

    Yazarın doğup büyüdüğü Sivas, benim için de ortak şehirdir. Anıların geçtiği yerleri hücre hücre bilirim.

    Okurların içini karartacak düzeyde hüznün egemen olmasını yeğlemediğimi belirtmek isterim. Oysa, yazar, geri istemekle kalmamış, alıp, arttırmış da hüzünlerini. "Kara bahtım, kem talihim..." misali. (Şairliğinde de "yalnızlık" tescil edilmiş durumda.) Ağır-ağdalı tarzda anlatım sanatlıca. Biraz seyreltildiğinde, kesinlikle daha canlı ve olumlu etkileyici olacaktır.

    Kutluyorum.

    Şen ve esen kalın.