İdeanın Meslekleşmesi
Öğretilere dayalı inançların ortak temeli şudur; madde ve mana yani özdek ve anlam dünyalarına yücelik yüklemek ve bu yüceliğin her iki alanda ilişki içinde olduğunu beyan etmektir. İnananlarca, bu iki alanda yüceliğin hiyerarşisi normal ve meşru kabul edilir. Bu genel düzenin kendisini oluşturur, bunun yok sayılması kargaşa ve kaos üretir. Bunu önlemenin herhangi bir yolu yoktur. Zamanla illa ki böyle bir gidişe yol alır, inişe geçer…
Yücelikten, alt elemanlara doğru bir kayma olur. Bu adeta yüceliğin kaderidir. Bunun gerekçesi ise insanlar samimiyetsizdir, genel olarak bundan kaynaklanır. Yücelik kendisini prensiplerle ortaya koyar, oysa insanlar şüpheci samimiyetsizlikle yüceliği somut olarak görmek isterler, kaldı ki öyle olsaydı bile sonuç yine değişmeyecekti. Söyledik ya insanlar samimiyetsizdir. Oysa yücelik dokunabilmek, görülebilmek kadar hissedilebilir bir gerçektir. Varlığımızın ortaya koyuluşu bile bir yüceliği ifade eder. Bu ortaya koyuluş dinsel bir araç veya amaç olmasa bile bir yüceliği işaret eder.
Dengesizlik ve fonksiyonel özelliklerin artmasıyla yücelik; kutsallık içeren gelenekten kültüre, kültürden sıradanlaşmaya doğru gider. Gerçek bilgi yozlaşır, gerçeğin aşkın prensipleri unutulur, soysuzlaşma ve yıkım süreci başlar. Bu süreç çift yönlü olur, yani maddi ve mana alanlar içindir. Üstelik bu durum hem yücelik yanlıları hem de yücelik karşıtları için de geçerlidir.
Hakikat yani gerçek, orada yani olması gereken yerde değişmez saf bir biçimde duruyor, insana düşen ise onu gidip almasıdır. Bu insanın yoludur…kendi yoludur. Bu, belirli bir disiplin ya da garip zihinsel algılar yoluyla ulaşılacak olan değildir. İnsanın ne bir insiyetik yol gösetericiye ne de duyularımızın aldatılmasıyla zihnin garip oyunlar oynamasına yol açacak etkilere bağlı değildir. Öyle olsaydı duru bilinç saf bilinç bir işe yaramazdı yani duru bilinci bir tür küçümsemiş oluruz.
Uğraşlar eskiden sanattı, zanaattı şimdi ise meslek oldu. Habil ve kabil’le ortaya çıktığı söylenen meslekler aslında bir meslek değildi. Zanaattı… Zanaat özgürlük yüklüdür oysa meslek sınırlanmaktır, hizmet etmektir, mekanik bir düzenin parçası olmaktır, köle olmaktır. Her ne kadar meslekler içinde bir sanat ya da zanaat barındırıyor gözükse de gerçeğinde öyle değildir. Genel mekanizmanın işleyişi ve yaşaması için aşınmayı göze almaktır.
Amacımız meslekleri top yekün karalamak ve aşağılamak değildir. Mesleklerin toplum, insan yararından uzaklaşıp yücelik karşıtı sistem için mekanik bir parça haline dönüşmesine karşı çıkışımızdandır. Bilim, gerçekten neyin ne olduğunu bilmekle uğraşıyorsa, zanaattır. Yok eğer bu uğraşıyı direk ya da dolaylı belirli bir amaç doğrultusunda yücelik dışı para kümelerinin çıkarı için yapıyorsa o zaman meslektir.
Burada amaç uydurulmuş ütopik komünizmaya ulaşmak da değildir. Tam tersine sentezci bakış açısıyla baktığımızda komünizma insan ve toplum düşmanıdır. Açık toplum algısıyla yürütülen yaygara ile komünizma aynı şeydir. Yücelik karşıtı sistemin tehlikeli bir tuzağıdır, tuzaklarıdır. Çok sık atıfta bulunduğumuz “yücelik” tanrısal veya rabsal bir yücelik değil, varlığın kendi varoluşundan kaynaklanan yüceliktir. Gerçeğin ne ise o olduğundan kaynaklanan yüceliktir.
Bunun soyut ya da somut, normal ya da paranormal herhangi bir şey olması durumu değiştirmez.
Paranın bile ilk çıkış amacı yüceliğe hizmetti. Para satın alma ya da trampa aracı değildi kutsallık atfedilmiş, yüklenilmiş bir nesne idi, iletişim yolu, dua yolu idi. Para sonradan yücelikten uzaklaşarak, yozlaşarak takas aracı haline geldi.
Nüfusun artması da bir tür bozulmadır, yücelik karşıtı olmaktır. Bu bozulmaya yücelik karşıtı hareketler yol açmıştır. Sayının artması niteliğin artması anlamına gelmez. Bireysel bilinçlerin çokluğu kendinden bağımsız bir çokluk değildir. Bireysel bilinç parçadır, parçacıklardır. Bir bütünün çokça sayıda bölünmesi bir tür bozulmadır. Bütüncül bilincin dağılmasıdır.
Aslında bunları söylemekten neredeyse hicap duyarız. Burada dar kafaların dar algısıyla yanlış anlaması ile bilime bir karşı duruş yoktur. Aksine gerçek bilimin bizi götürmek istediği yönde bir gelişim söz konusudur.
Konuya bir türlü girememe hastalığı bu yazıda da kendini gösteriyor. Bu durum metodik bozukluktan ziyade, doğru algılanmama kaygısıyla ön bilgiler vermek zorunluluğu durumundan kaynaklanıyor. Aslında mesleklere kısa bir giriş yaparken, ne anlatmak istediğimizin özüne de hafifçe değinmiş olduk.
İnsanların sevmedikleri, nefret ettikleri, korktukları olgular gerçek yaşamasal kaygılar üretir. Bu kaygıların kökeni anlayamamaktır. Anlayamamak üzerine geliştirilmiş daralma, alanları sınırlar. Karşıdakini yani anlayamadıklarını bu sınırlar içine itmek isterler. Biz bu sınırlar içinde yaşamak zorunda değiliz.
Bir örnekle açıklayalım, nefreti ele alalım. Nefret ettiği her ne ise biz onları kabullenerek düşüncelerimize biçip verecek değiliz yani biz onun, onların nefret ettiklerinden vazgeçecek değiliz. Korktukları da öyle yani böyle insanların kaygıları bizi ilgilendirmez. Keşke hep bu kadar hassas olabilseler…
İşin doğrusunu söylemek gerekirse kaygılardan yasaklamalarla uzaklaşılacağı düşünür. Toplumsal kaygıların örf adetlerle nasıl ört bas edilmeye çalışıldığını toplumca yaşadık, yaşıyoruz. Devlet için de bu böyledir. Toplum düzeni düşünülerek güya distopik toplumun oluşmaması için, iyilik adına çıkarılan yasalar, sistemin adına duyulan kaygılardan kaynaklanır. Devlet, düzeni sağlamak için bunu yapar. Yapar ama bu yasaların içine adaletin ne ölçüde koyulduğu oldukça şüphelidir. Yani toplumsal iyilik adına yapıldığı pek geçerli değildir.
Böyle bir düzende gerçekten insan merkezli, insan yararcı düşüncelerin oluşması çok mümkün gözükmüyor. Başlangıçta anlam olarak insan merkezli adaletin tesis edilmesini şapırtada şapırtada ortaya atılan, anlatılan, söylenilen öğretiler ve inançlar toplumsal yaşamın gerçekleri karşısında büyük bir yalan olmaktan öteye gidemezler. Ve insan inşaası bu yalanlar üzerine kurulur. Ortaya çıkan insan tipi nihayetinde günümüz insan tipidir. Ne olduğunu bilmeyen bir insan tipidir.
Bir inanç adamı yani din adamı, bir idealist, bir radikal hatta bir devrimci bile yaşama geçirmek arzusuyla dolup taşan, güçlü ve saf adalet duygularıyla doldurduğu zihni, dünyanın gerçeklerine toslayınca bu yıkım karşısında yok olmamak için sürekli mutasyona uğrar. Bu mutasyon öğretinin ötesinde ideanın erozyonudur. Adaletin erozyonudur…
İdea bile meslekleşmiştir artık.
Ve yücelik; ismi bile anılmayan, değersiz, kenara atılmış bir biçimde sonlanacak olan madde ve mananın kendine dönüşünü bekler.