İnsana Basit Bir Bakış


Düşünce deşiricilerine,

Meyveli ağacı taşlayıp, meyve um. Um ama ne düşerse payına. Ama lakin zirvelerde ağaç yetişmez…zirveler ayaz, zirveler soğuktur, bilesin.

Çaresizlik ve şükür;

Bir sorun karşısında çözüm üretememe, çıkış yolu bulamama, yetersiz kalma, yetkin olamama…Yani çaresizlik, insanı savunmasız bırakır. Bu savunmasızlıkla ya teslim oluruz ya da sonumuz demektir.

“ Ya Rab, neden uzak duruyorsun, sıkıntılı günlerde kendini gizliyorsun”1

“ Kötüler gururla mazlumları avlıyor, mazlumlar kötülerin kurduğu tuzağa düşüyor”2

“ Ey sen sıkıntı ve acı çekenleri görürsün, yardım etmek için onları izlersin, çaresizler sana dayanır, öksüzün yardımcısı sensin.” 15

“Mezmurlar”

“ And olsun biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” Bakara/155

“ Böylece çocuk onun yanında koşabilecek çağa erişince ( İbrahim ona) Oğlum dedi gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak sen ne düşünüyorsun?

Oğlu İsmail dedi ki, Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” Saffat / 102

“ Kuran”

“ Dünyada doğum, ölüm, hastalık, yaşlılık üzüntü, matem, acı, çaresizlik vardır ve bunların bilinmesini sağladım.”

Benim açıklamadığım şeyleri açıklanmamış kabul et. Peki bunları neden açıklamadım?

Çünkü bu ve bu gibi soru zincirlerinin insani manada ortaya koyulmasının, ulaşılmak istenen hedefle ilgisi, bir bağı yoktur.

“ Budha”

Varılmak istenen öze ait sorular değildir, hedef yani amaç bunlarla uğraşmak yerine, daha köktenci bir çözüm üretir.

Yukarıdaki üç farklı inanca göre işin özü şudur; “beklenti içinde olmayın, elinizde avucunuzda olanlara da sabır ve şükür gösterin.”

Bizim ilk çaresizliğimiz kendimizden kaynaklanmıyordu, bizi çaresiz bırakan şey bizi muhtaç bırakandır. Bu nedir nasıl bir şeydir nasıl bir güçtür bilemiyoruz?

Bildiğimiz şey muhtaçlık, gönüllü çaresizlik ya da öğrenilmiş çaresizlik üretir. Bu da birçok akıllı sorunun yanı sıra absürt soruları da sormamıza neden olur? Misal;

Tanrı insanı, muhafazakar mı yarattı? Böyle saçma sapan bir soru ile karşılaşma ihtimaliniz nedir?

Hemen ben söyleyeyim.

Sorunun kendisi sıfır ama cevabı yüzde yüzdür.

Suçu işlenmemiş, yani eylemi yerine gelmemiş bir suçun bir mahkumiyetiyle karşı karşıyadır insan. Muhtaçlık haline sokulan insan, sürekli bu muhtaçlıkları karşılamanın peşinde koşar insan, elbette tüm canlılar gibi. Suya, besine, barınmaya, güvenliğe muhtaç bırakılan insan; bir de Tanrı’nın ödül ve ceza sistemiyle terbiye edişine maruz kalır, genel kabul böyledir.

Burada bir sıkıntıdan bahsetmeden geçemeyeceğim. İnsan neden terbiye edilsin ki? Baştan bir eksiklik mi bir kusur mu var ki ödül ve ceza ile bir terbiyeye, ıslaha tabi tutulsun, aynı zamanda Tanrı’nın kalıpsal olarak istediğini söyledikleri bu ıslah olma süreci, insanı apokaliptik yani kendi kıyametine sürükleyen gidişat içine atılması ne derece doğru ve haklı olabilir ki…Kaldı ki bu sistem hayvanları da terbiye etmek için kullandığımız sistemdir.

Hal böyle olunca genel kabulü, kabul etmek pek mümkün gözükmüyor.

Yaşamı; ister evrenin mekanik çevrimsel evrimine ya da döngünün getirdiği gerekliliklere yani zorunluluklara bağlayın, isterseniz farklı bir enerji, bir zeka, bir güç olan Tanrı’nın yaratılış öyküsüne dayandırın. Sonuç değişmez, değişmemiştir ve değişmeyecektir.

İnsanın önüne koyulan bu iki yol bir seçenekmiş gibi duruyor. Büyük bir çoğunluk, doğası gereği özlem duyduğu sonsuzluğa ulaşmak ve hayal ötesi yüksek bir yaşamın içinde bulmak ister kendini. Bu durumda karşısına çıkarılan ceza sistemi, zıtlık ilkesinin değil de farklı bir şeyin olgusu gibi görülüyor.

Kökeni Tanrı olan hiçbir eylemin kaynağında kötülük olamaz. Eğer böyle bir durum gerçekten varsa kafası karışık iyilikle kötülük arasında git geller yapan bir Tanrı’dan söz edilebilir o zaman. Bu durum kabul ettiğimiz bilginin kutsallığına, o yüce duruşa, üst zekaya, hiç bilinmeyen bir şeyi yoktan var edebilen o farklı enerjiye uymaz.

Tamam kabul bir çok şeyde zıtlık ilkesi vardır ama burada değil…olamaz. Modernizmin; hümanizm, özgürlük, eşitlik, hukuk gibi alt düşüncelerinden, alt planlarından olan esnek materyalizm ya da içine bir parça inanç katılmış materyalizm hatta katı materyalizmin dayandığı mekanikçi anlayışta bile yoktan var edilen varlık söz konusudur. Madde kendi kendini var etse bile burada yine bir dışsal enerjiden söz etmek, kabul etmek zorundayız. Maddenin kendini ortaya koyuş biçimi bile bir tür yaratılıştır. Köken birliğinden söz etmek zorundayız.

Öyleyse yaygara koparan, sömürü ve kavgaya izin veren düşüncelere gerek yok. Atara gerek yok…

Gelecekte hep bir umut gizlidir, düşüncesine sarılarak kendimizi avutmamız da belki de kendimizi kandırdığımız bir çıkış yoludur. Bunu istiyoruz, şiddetle istiyoruz kim bilir, bu çok hoşumuza giden bir şeydir. Üstte biraz bunu vurguladık.

İnsanlık, insanlık sınavından hep sınıfta kalmıştır. Bu yüzden geleceğe umutla bakmak en azından yakın bir gelecekte zor görünüyor.

Günümüz, dönemimiz en azından bilinen tanış olduğumuz nesillerin hayalleri hep aynı ortadoksi standartlardaki umutlarla beslendi.

Avcı ve toplayıcı insan tipinden stoklayıcı insan tipine, oradan da çiftçilik ve hayvancılıkla başlayan ilk mesleklere ve maden işlemeyle devam eden süreç içinde insan kendini ihtiyaçlarını rahat karşılayacak, muhtaçlığını kendi kendisiyle ortadan kaldırabilecek noktaya doğru gitmekte olması gerekirken...

Bu; görünmez bir güç tarafından elinden alındı.

Niteliği ne olursa olsun, memur ya da işçi kitleleri, tarım ve hayvancılıkla geçinenlerin önüne bir başkaları tarafından hep aynı umutlar atıldı. İnsanlar sınıflandırılarak derecelendirildi, her biri bir üst sınıfı, ulaşılması gereken hedef olarak gördü. Yani bir amaç haline getirilmiş düşüncelerle oyalandırıldı… Sınıflamak bile başlı başına aşağılamak demektir, altlaşmaya zemin oluşturmak demektir. Niteliksel kavramlar bile sınıflandırılarak ya içi boşaltıldı yani anlam kaybına uğratıldı ya da istenilen biçime sokuldu.

Gerçi hoş bir biçimde ne garip, insanlar bu durumdan hiç de şikayetçi değiller. Bu gerçekten şaşılası bir durumdur. Doğası gereği yararcı, menfaatçi olan insanın, muhafazakarlaşması tam burada oluşuyor. Siyaset, futbol, moda, hatta edebiyat, sanat gibi sosyal yaşamın vıdı vıdıları yani işin magazinel tarafı da insanların çok hoşuna gidiyor. Bunlar, toplumların eğitim ve ekonomik düzeylerine bağlı olarak değişiklik gösterse de temeli aynıdır.

Böylelikle ilk baştaki o anlamsız soru, anlam bulmuş buluyor.

Doğada sınıflama yoktur, kastik değildir, hiyerarşi, monarşi, demokrasi falan filan da yoktur. Bu yüzden karmaşa, başkaldırı, anarşi de yoktur. Bu sistemsizlik demek değildir. “Doğanın sistemi yok” anlamına gelmez aksine kusursuz bir sistemi vardır. İşçi arı kraliçe arıyı kıskanmaz, ona baş kaldırmaz. Yeri geldiğinde olması gereken olur. Yeri geldiğinde bize acımasızca gelen bir yöntemle kraliçe bile sistem dışına atılır. Bu olaylar iradesiz bir razı oluş da değildir. Mekanik bir işleyişin kaderi de değildir.

Bir ahlaktır, bu ahlak doğadaki tüm canlıları mutlu eden bir ahlaktır. Yani her şey olması gerektiği gibi ilerler…Kısaca doğada yöneticiler ve halk yoktur dolaysıyla ruhani bir otoriteden veya maddi iktidarlardan söz edilemez. Asiller ve soylular hiç mi hiç yoktur.

Elbette ki zenginleşme de…

Oysa insanların oluşturduğu kalabalıklar, yığınlar yani toplum bu duruma gelemez. Kendisini akıllı zanneden insan bu duruma gelmesinin sebeplerinin başında aklın faşizmi gelir. Akıl, bireysel olmaktan çıkartılır, kullanılabilen bir nesneye dönüştürülür.

Peki bunu kim yapar?

Bu yüz yılda garip tuhaf gelebilecek karşılığı olan zenginler ve soylular yani sahipler. Aslında hiçbir şeyin bize garip gelmemesi olayını salgı ve depremlerle insan yaşamının ne kadar ucuzlaşabileceğini büyük bir üzüntüyle gördük, yaşadık. Değerli olanın ne olduğunu çok iyi anladık. Aslında biz bunu biliyorduk ama insanlara bunu söylediğimizde inanmayı bir tarafa bırakın, kötü nazarlara kötü bakışlara muhatap olduk. Tıpkı bu yazı da bahsettiğimiz şeylerin sonucu gibi…

Konumuza dönelim.

Bu sözcüklerin size garip gelen rengi sizi yanıltmasın sözcükler renk değiştirir, vitrin değiştirir ama anlam ve misyon değiştirmez. Zenginler ve soyluların değişken yardımcıları ise politika üreticileri ve din adamlarıdır. Bunlar toplumu iki çarpı çok yönlü baskılarlar. Elbette bunlara, tepedeki sahiplerin var ettiği bilim sınıfı insanlarını da eklemek gerekir.

Bilim insanının kendisi zaten şunu söyler, bilimi halkın bilmesi gerekmez, bu seviyedeki bilgi de zaten halka verilmez. Öğrenip de ne yapacak, zaten onun için gereksiz bir şeydir.

Öyle değil mi?...bi düşünün.

Halkı ancak bilimin magazinel yönü ilgilendirir. Bilim zaten, insan yaşamı üzerinde tamir etme ve kullanılabilir eşyalar üreterek çok etkilidir. Bilim; sanıldığı gibi imaje edildiği biçimiyle insanın selamete ermesi yani kurtuluşu için mutluluk dolu hayallerle insanı geleceğe kendi ahiretine taşıma amacı yoktur. Bu bir kandırmacadır.

Modernizmin alt planlarından biri olan materyalizm bile, zenginler ve soylular adına hareket eder.

Toplum; zenginler ve soyluların istedikleri gibi doldurdukları inanç, demokrasi, hak hukuk, bilim, milliyetçilik gibi kavramlarla oyalanırlar.

Aydınlanma ve ilerleme… Kim aydınlandı kim ilerledi? Mazlum halklar mı yoksa emperyal devletler ve onları ayakta tutan halkları mı?

Kavramları diretenler diğer halkları o kavramların altında ezdiler. Hatta bu kavramlara o kadar çok taraftar olurlar ki, ezilen halk içinde guruplar üreterek karşıyı düşman olarak görüp zarar verici eylemlerin içine bile çekilirler.

Burada herhangi bir inancı kötülemek, yere vurmak, çürütmek gibi amaç taşımıyoruz. Zaten olması gereken ne ise o doğrudur. Doğru insanların düşünce ve yorumlarına göre değişmez. 

Varlık hangi gerçeklik üzerine kuruluysa o yönde gider. Bu doğrunun ötesinde başka bir doğrular oluşturmak, komiktir, yanıltıcıdır. Dolaysıyla yalandır…Bunu saptırmak, sapıtmak isteyenler bunu sömürüye dayalı bir güç düzeni için yaparlar. Ortaya koydukları inanç Tanrısal değil insansı bir inançlardır.

Masal dinlemekten bıktık!...

Burada yeri gelmişken güzel bir örnekleme yapalım. İlahi bir mesaj olan “Bir insan öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Bir insanı kurtaran tüm insanlığı kurtarmış gibidir” mealine gelen Kuran ayeti, bin beş yüz yıldır hiç etki etmediği gibi maalesef tersi bir durum vardır. Bunu ister tüm insanların tek bir insandan türemişe getirin isterse vicdani bir tutum olarak anlayın sonuç aynıdır, iyilik adınadır.

Bu ve bunun gibi ayetler hep göz ardı edilir. Bir başka örnek zenginleşmenin İslam dininde geçerli olamayacağıdır. Bu konuda ayetler olduğu gibi bu meselenin temelini oluşturan “ Allah yolunda harcama” anlayışıdır. Fakat adilsizlik üzerine en azgın zenginler yine bu inancın egemen olduğu toplumlardan gelmektedir. Bu çok acıdır…

Tüm bu anlattıklarımız insanlığa karşı yapılan, top yekun bir savaş gibidir.

Bu savaşı kenardan gülerek izleyen Tanrı değil, zenginler ve soylulardır. Tanrı sizin düzenleriniz ve sistemlerinizle ilgilenmez, kişinin kendisi ile ilgilenir kişi Tanrı’yı kendi beynine sokma, kendi düşünce düzeyine getirme çabaları Tanrı’yı bağlamaz, kişi kendini kaybetti ise bu Tanrı’nın suçu değildir.

Yine topluma yani sınıflandırılmış halka dönecek olursak;

Bir ev, bir araba, düzgün üst baş ve ortalama beslenmenin yanı sıra sosyal, hatta lüks ihtiyaçlara ulaşma ortamının sağlanmasına yönelik umutlar, halkları ucuzlaştırır. Bu ucuzlaşma, insanın kendi mitosik mağarasını oluşturur. İnsan bunlara kendisini hapseder, ömrü boyunca orada kalır. Kendi eliyle kendine kalan aklıyla tutsaklaşır.

Kalite yaşamdan kantite yaşama yönelir yani nitelikten niceliğe geçer. Kendi üzerinde niceliğin egemenlik kurmasına pek hevesli hale gelir.

Hani artık günümüzde ala buçuk aydınların ve entelektüellerin ağzına bolca doladığı Eflatunun mağara mitosunda, karanlığa alışan gözlerin karanlığı yaşamın gerçeklemesi durumuna getirmesi, güneşe dönmenin gözlerde ve beyinlerde oluşturduğu tepkiden kaçınarak, karanlığı şiddetle arzu etmesi. Aynı zamanda güneşi işaret edenlere saldırgan bir tutum takınması, bir kez daha Tanrı’nın insanı muhafazakar yaratmış olması şüphesine götürüyor.

Bu şüphe doğru mudur?...

Elbette değildir. Ama bunun üzerine o kadar çok mitler, masallar, öyküler ve yaşanmışlıklar üretilmiştir ki, İnsan kendini buna inanmaktan alamaz.

Tüm bunlar “ruhani sömürü düzeni”ni hazırlar. Çünkü insan, akıldan ve sorgudan arındırılmış hale getirilmiştir. Hiçbir zaman olamadığı doğadaki “vahşi” hayvan hasletlerinden bile yoksundur.

İnsan, hayvan olmayı özleyecek hale getirilir farkında olmadan.

İnsan manzarasının bu kadarı yeterli. Fazlasına gerek yok…

01 Ağustos 2023 12-13 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (7)
  • ''Ne olacağız sen ve ben?"

    Az önce kimi düzenlemelerden bahsetmiştim. Benim yazım altında. Adam akıllı bir biçimde spor yapmayı tekrar yerleştirdim hayatıma. Yaptım antrenmanımı ve de yediğim peynirleri de düzenledim. İsli Çerkes peyniri yanına zeytin, domates, salatalık. Verdiğin zeytinyağından da döktüm üstüne Abi, üzerine afiyet...

    "Fotoğraf ve hatıradan başka?"

    Hani, iyi de ne alaka Fırat. Şu alaka; tamamıyle doğrudur diye değil de; yukarıdaki yazılmış "kutsal" sözcüklerden daha gerçekçi bir şeyler; Stoacılık örneğin. Başbaşa konuşmuştuk. "Felsefenin de bir tür magazin olduğu" konusunu... Evet bu cepte. Buna ömrümün sonuna kadar da katılacağımı düşünüyorum. Ancak yine de düşününce yukarıda yazılanlardan daha gerçek. En azından şu spor mevzusuna uyarladığımda, kaslardaki yanmanın aynadaki yansıması...

    "Öğrenim gördüğümüz okul burası. İçinde yandığımız ateş; zamandır."

    Şunu da şu anda belirtmeliyim ki tırnak içerisinde yazanlar, Delmore Schwartz'ın dizeleri.

    Karanlığa alışılır mı, bilemiyorum. Vallahi ben de bilemiyorum. Ama saygı duyulmalıdır. Onu çok net biliyorum. Karanlığa saygı ile bakılmalı... Özellikle de kendi karanlığına. Çok uzun uzun bakarsan, karanlık da dönüp sana bakacaktır, bu bambaşka bir konu; ama bakılmalıdır.

    "Bu yangının ortasında benlik nedir?"

    Geceleri sevdiğimden değil ama artık gündüzlerden çok ürküyorum. Tasmaları tutup da dışarı çıktığımda, etrafta kimsenin olmamasını istemek de mi muhafazakarlığa girer Abi? Aklı muhafaza etmek de Tanrı tarafından kodlanmış bir dürtü mü, yoksa "böylesinin daha iyi olduğu" hissiyatı mı?

    "Ne oldum o zaman şimdi neyim Yine ıstırap çekip ilerleyeceğim."

    İlerleme her zaman mı acıya içkin? Eğer gerçekten de böyle ise, tüm o kutsal kitaplar sussun ve Seneca konuşsun, Aurelius konuşsun, Zenon konuşsun diyeceğim de bu çağda gerek var mı, pek sanmıyorum. Acılar konuşsun.

    Samandağ biberini buldum Abi. Buzlukta 5 kilo kadar var. Bir 5 kilo daha alıp atacağım buzluğa.

    Bu arada, şu dizelerin sahibi Delmore Schwartz, akıl hastalıklarıyla ve alkolizm ile boğuşarak öldü. Cenazesine, kimsesiz mezarlığına gömülme kararı alınmadan hemen önce, 3-4 gün sonra arkadaşları sahip çıktı.

  • 9 ay önce

    İnsan ne garip bir varlık aslında ve bu garipliği de yine kendinden başkası anlamıyor anlayamıyor ve bilmiyor. Bir zaman aşağıların en aşağısı olurken bir zamanda şerefli bir varlık olabiliyor. Dinler günümüze kadar insanı biraz dizayn etmeye çalışmış olsada pek de başarılı olduğu söylenemez, neden, çünkü din adına olsun veya olmasın hala insanlar birbirine eziyet ediyor birbirini öldürüyor. İşte burada vicdan dediğimiz varlığın devreye girmesi gerekiyor. İnsan ne sadece bir madde nede sadece bir ruh, ikisinin bileşkesi. Madde zarar gördüğü zaman çok zorlanmasa da İnsan ruh gerildiği zaman o gerilmeyi atlatmak kolayda olmuyor, onun için ünlü ruh bilimci Avusturyalı Sigmund Freud "Bütün insanlık benim müşterimdir." demiştir. Kur’an diyoruz Allah diyoruz, okunması lazım diyoruz ama kim okuyor ki... Ancak İslami konular ortaya çıktığında ahkam kesmeyi biliyoruz. Başka da yaptığımız bir şey yok. Lafa gelince yüzde doksan dokuzumuz Müslüman... Hadi oradan diyesim geliyor onlara... Onlara ayrıca 15. 16. 17. Yüzyıllarda modern Avrupa biliminin de temellerini atan El Cezerilerri Cabir bin Hayyanları Farabileri Nasuriddin Türklerindir hatırlatasım geliyor ama anlarlar mi İşte orası muamma bilinmezlik içinde.... Derinlikli güzel bir yazı çokta böyle yazılar yazılmıyor kutlarım içtenlikle...

  • 9 ay önce

    İnsan yeryüzünde en ileri derece düşünebilen canlıdır ancak düşünme yetisini kullanmayıp dolma akılla okumadan öğrenmeden sosyal kültürel ve din konularında cahil kalırsa maalesef bugün sahip olduğumuz toplumun çoğunluğunu oluşturduğu gibi en büyük tehlikeyi yaratma zeminini hazırlar güç olarak. Dileğimiz bir an önce eğitime ağırlık verilerek toplumu oluşturan bireylerin sağlıklı ve kaliteli fikirler inşa etmesi ve ülkemizi medeniyete ulaştırmasıdır. Güzel ve anlamlı paylaşımınız için teşekkür ederim Sayın Kına