Kalbin Huzuru mu Aklın İknası mı
İnançsızlık, bir yol olabilir; insanın zihnini keskinleştiren, onu özgürleştirdiğini düşündüren bir patika. Mantığın terazisine her şeyi koyar, hiçbir şeyi sorgulamadan kabullenmemeyi öğretir. Fakat anlam dediğimiz şey yalnızca sorgulamanın, yalnızca aklın daracık koridorlarında yankılanmaz. İnsanın ruhu vardır, kalbi vardır, içten gelen bir huzur arayışı vardır. Ve bu arayış, sırf akılla beslenmez.
Hayatın en temel sorusu belki de şudur: Huzuru arayanlardan mısın, yoksa aklını ikna etmeye çalışanlardan mı?
Çünkü bu iki yol, insanın kaderini bambaşka yönlere çeker. Huzuru arayan, bir mezarlık sessizliğinde, bir annenin duasında, bir çocuğun saf gülüşünde kalbine dokunan bir anlam bulabilir. Aklını ikna etmeye çalışan ise delillerin zincirini örer, her boşluğu ispatla doldurmak ister. Onun yolculuğu daha taşlı, daha uzun, daha yorucudur; ama aklını doyurmadan tatmin olamaz.
Peki ya bu iki yol birbirine düşman mı? Hayır. Asıl mesele, onları aynı potada eritmek, kalbin huzurunu aklın iknasıyla buluşturabilmektir. Çünkü aklı tatmin olmayan bir kalp huzursuzdur; huzuru olmayan bir akıl ise hep eksiktir. İnsan, iki kanadıyla uçabilirse ancak anlam dediğimiz o derinliğe yaklaşabilir.
İşte burada devreye girer o kaçınılmaz soru: “Her şeyi bilsem de, bu bana huzur verir mi?”
Bu soru, bilimin zirvesine çıkmış bir beyni de, gecenin sessizliğinde dua eden bir kalbi de aynı noktada buluşturur. Çünkü insanın derin özlemi, yalnızca bilmek değil; bilginin ötesinde, içini dolduran bir huzura ulaşmaktır.
Belki de asıl anlam, ikna ile huzur arasında kurulan o ince dengededir. İnsan, ne salt inançla ne salt akılla yetinir. Anlam, ikisinin arasında doğan sessiz bir ahenktir. Ve yol, ancak bu ayrımı göze alabilenlere açılır.
Duruma, gelişime, toplumun düşünce ve bakış açısının birey üstündeki baskınlığının/gücünün, empoze edilen olguların ve yaşanmışlıkların da etkisi olabilir. Yani, şöyle; bazen aklın kabul ettiğini, kalp kabul etmeyebiliyor ya da (tam tersi) kalbin kabul ettiğini akıl kabul etmeyebiliyor. İşte bu nokta da yukarıda sıraladığım etkenler devreye giriyor diye düşünüyorum. Değerli ve anlamlı nir çalışma. Teşekkür ederim.