Kıpırtı

Rüzgarın ağaç dallarını ısrarla salladığı gecelerden birisinde başladı hikayem. Yapraklara yazılmış buruşuk anılardan ibaret olmak istemeyişimin bir kanıtı gibiydi dalda asılı kalan kaderim. Küçük bir kıpırtıydım önce, yaprakların sağdan soldan beni terk ettikleri uzun güz gecelerinde...Topraktan gelenlerle toprağa gidenlerin sessiz yarışıydı her şey minicik gözlerimin dibinde...Bir boşluktan sonra küçük bir nokta gibi kayışıma şahit oldu o gece yıldızlar. Bir yanıp bir söndüler yine, huylarından vazgeçmezcesine sabırlı ve sürekli yanıp söndüler...

Harfler sıraya dizildiler ardından, yıldızların ışığını alarak yanlarına. Hoş geldin! diye yazıyordu gökyüzünün ortasında her yeni gelene ve güle güle diyerek uğurluyordu gidenleri...Boşuna "İki kapılı bir han..." dememişti Aşık Veysel, girişi ve çıkışı bambaşka iki kapının ilkinden girmiştim işte bir kere...

Herkes hayatını yazarken, henüz bir nokta olan ben hayat yazacaktım atalarımın tecrübelerini katıp içimdeki mayaya...Düşen son yaprağın pişmanlığıyla, ezilen yaprakların ahlarını karıştıracaktım ölümsüzlük tadında suyuma...O su ki; aktıkça içimde hayata kanacaktım, doymak nedir hiç bilmeden. Hayat! nasıl doyulur ki sana? Bir nefes daha alıp verebilmek için neler vermezdi giden her can sana...

Her nokta bir göçün son durağıdır belki de kim bilir? Biz göçün çocuklarıyız, göçmeniz ta ezelden geldiğimiz ve gittiğimiz x noktaları bilip hatırlayamasak da...x ile y arasında, bilinmez bu kaçıncı gidip gelişimiz. Sayısalımız iyi veya kötü, işte bilinmesi, anlaşılması emek isteyen bir kaç bilinmeyenli garip bir denklemin içindeyiz hepimiz. Eşitlenmek istiyoruz, adalet istiyoruz, büyümek, yürümek, anlamak, anlaşılmak istiyoruz ilk noktadan bu yana...

Sürekli yazıp çiziyoruz değişik noktaları zihnimize ve ansızın t/aşıp kalemimizle, bulduğumuz her yere. Yazıp çiziyoruz aynı denklemi çözmek istercesine, bilinmeyenler ortak, sonuç meçhul, sahi soru neydi? Diyecek kadar hafızalarımız gelgitli, her soru/n/da biraz daha unutkan... Ve belki de boşlukları doldurmamız için bizden bir kıpırtı bekleyen sıradan bir bilmece- bulmaca oyunu, içinde dönüp durduğumuz kara noktamız...

Gelelim o dalda asılıp kaldığımız çaresiz, şefkat bekleyen, sevgi isteyen, cesur ama zayıf, bir daha benzerini yaşayamayacağımız küçücük bir nokta olduğumuz mazimize...Sadece bir kıpırtı iken nereden nereye? Diyor insan bakıp kendine, neden ben? Neden o değil, hani o gelmeden gönderilen, çiçeği burnuna ulaşmadan devrilen hayatlar yerine, neden ben? Kim bilir neden?

Çabuk toparla diyor mevzuyu, ansızın yere düşen yapraklar, bakıp küçük bir nokta oluşuma, çabuk ol ! Zira hayat çok kısa. Yüzümü aynı noktaya çeviriyorum her defasında, sadece bir noktayım evrende, evren, içimde en garip nokta...Evren kadar kalabalık ve evrenin içinde küçücük bir yalnızlığım, hangi noktadan baksak...Henüz başlamadan nasıl toparlayabilirim peki harfleri, bu kadar dağıtmışken cümlelerimi, dağılmışken ayrı noktalara biz?

Tanıdık sesler geliyor kulağıma asılı kaldığım daldan, atalarımın yıllarca dilinden düşürmediği türküler eşlik ediyor içimi çatlatan susuzluğa. Sahi ben bir noktayım hala, bir virgülden sonra bazen ve virgülsüz ansızın...Bırak bazı noktaları türküler dillendirsin diyor yere düşen başka bir yaprak. Susuyorum s/onsuzluktan, sonsuzluk adını her duyduğumda yüreğimi titreten bilmece, yine aynı dönence---Noktasız---


13 Nisan 2014

21 Ekim 2021 3-4 dakika 242 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar