Kişisel Çıkarı Önceleme

Mal Edinme Hırsı

Cumhuriyetimizin özellikle ilk yıllarında ve de daha sonraki onlu yıllarda her kademedeki okullarda öğrencilere toplum çıkarının kişisel çıkarlardan önce tutulması öğretilirdi. Arkadaşlık, yardımlaşma, paylaşma gibi duygular yaşayarak içselleştirilirdi. Ben merkezli anlayışların esamisi okunması dersem somut gerçeği dillendirmiş olurum.

Geçen yıllar içinde her devirde takdir gören duygular daha da pekiştirilerek halkımız birik beraberlik ve dayanışma içinde uluslaşma yolunda mesafeler kat etti. Yenilip yok olma aşamasından külleri üzerinden yeniden ayağa kalktı. Kurtuluş Savaşı’nın utkuyla sonuçlandırdı. Ulusumuza tanımsız bir özgüven kazandı. Öğrencilik yıllarımızı özlemle ansırım. Muazzam zenginlik kaynaklarımızı işleyecek fabrikaların kurulduğunu duydukça anne kuşun ağzında yuvaya yem getirdiği yavru kuşlar gibi sevinip çığlık atardık arkadaşlarımızla. Kısa süre içinde ülkemizin hızla sanayi ülkesi olacağını hayal eder, gelecek yıllarda ülkede huzur, barış ve refahın artacağına koşulsuz inanırdık.

Bu devleti kuran büyük insanların birinci görevinin halkın mutluluğu için çalıştıklarına inancımız tamdı. Atatürk’ün başarısı olanakların el verdiğince en yetenekli, bilgili, liyakatli, ülkesi için fedakârca çalışacak kadrolara görev vermesi ile olanaklı olduğunu kitaplarda okuyup, büyüklerimizden duyuyorduk. Somut yaşanmışlıklardan örnekler ansıyalım:

Atatürk İstanbul’dan Bursa’ya gidiyordur. Yalova’da bir kadın ısrarla Atatürk’le görüşmek istediğini söyler. Atatürk kadının yanına gelmesini ister. Kadına ne istediğini sorar. Kadın, kendisinin Selanikli olduğunu, oğlunu demiryollarında işe almadıklarını anlatır. Sizinle Selanik’te komşu olduğumuzu söyledim. Atatürk, benim adını verdiniz yine de oğlunuzu işe almadılar öyle mi der. Kadın evet işe alınmadı. Konuşmayı ilgiyle izleyenler Atatürk’ün vereceği cevabı merak eder. Atatürk, demek ki oğlunun demiryollarında işe girmeye yeterlilikte değilmiş. “Biz Cumhuriyeti bunun için kurduk.” Diyerek yoluna devam eder.

Yakın yıllarda Atatürk’ü yakından tanıyan komşularının Hatay ilimizde yerleştikleri ve bu soydaşlarımızın tarımla kıt kanaat geçindiklerini görsel medyada izlemiştim. Biliyoruz, yurdun dört bucağında Atatürk’e köşkler, çeşitli emlakler hediye edilmişti. O, vasiyetinde kendisine hediye edilen mal varlığını Türk halkına hediye etti. Sadece kız kardeşine ve İnönü’nün çocuklarına birazcık maddi destek vermiştir. Ha bu arada Atatürk evlat edindiği çocukların eğitimini de sağlamıştır. Selanikli hemşerilerine ayrıcalık yapmamıştır.

Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştıran ve Cumhuriyeti kuran kadrolar: Mareşal Fevzi çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Ali Fuat Cebesoy gibi daha nice kahramanlarımız savaş zengini olmaya tevessül etmedikleri tarihimizin altın sayfalarında yerini almıştır. Bu büyük insanları büyük yapan kalplerimizde yer almalarının bir nedeni de olsa gerek.

Tüm yokluklara karşın destansı başarılara imza atılarak bu güzel yurt bizlere emanet edildi. Şimdiki yöneticiler ne yapıyorlar? Atalarına layık icraatlar içinde faaliyetler içindeler mi? Yoksa makam, mevki sahibi olanlar klasik deyişle küplerini doldurma telaşı içindeler.

Üzülerek belirtmeliyim, idari kadrolara bir biçimde gelenler öncelikle makamlarını korumayı icraatlarının öncelik sırasına alıp kendilerine koşulsuz destek verecek elemanları yakın çevresinde görevlendiriyorlar. Bilgi, liyakat yerine itaat, biate dikkat ediliyor. Bundandır mülakat sınavını kaldırmamaları. Toplum çıkarını değil kişisel çıkarlar ön planda tutuluyor. Akla ziyan mal varlıklarının çokluğu halkın dudaklarını uçuklatıyor. Tek kelime ile yaptıkları görgüsüzlük, sonradan görme mal hırsının ete kemiğe bürünmüş biçimidir.

Kontrol, denetleme olgusu gücü elinde bulundurana işlemiyor. Böylece kısa sürede varsıllaşmak “Harun gibi gelip Karun olmak” olanaklı oluyor özellikle son yılların muktedirlerine.

Mart ayı sonunda seçimi kaybeden yerel yöneticilerinin çalıştığı kurumları nasıl borç batağına bıraktıkları sergileniyor. Öğrenci seçme sınavlarında ortaokul ve liseler sınav kazanan öğrencilerin övünç listelerini okulların duvarlarına asılır. Listede adını gören öğrencilerin ve öğrenci velilerinin sevinci bir kat daha artar. Günümüzde seçimi kaybedenlerin kurumları uğrattıkları borç listeleri belediyelerin duvarlarında sergileniyor. Kurumları borç batağına uğratanların üzüldüklerini, yüzlerinin kızardığını, hatalarını kabullenip boyun büktüklerini göremiyoruz. Yüzleri kızarsa yediklerini, pahalı tatil eğlencelerini sıradan bir emekçinin bir arada göremeyeceği miktarda paralarla satın alınan saatler takmazlar kollarına.

Umar ve dilerim, yönetime gelenlerin artık bu ülkeyi kuran büyüklerine layık olmayı biricik hedef seçerler. Halktan kopmadan, lükse sapmadan halkça, adil, eşitlikçi, bilgi ve liyakate önem veren, insanları ötekileştirmeden yönetim anlayışını kendilerine şiar edinirler. Bu ülke güzel, halkımız bu güzel ülkede özgürce, huzur ve refah içinde yaşamayı hak ediyor. Yeter ki, önü açılsın…

20 Nisan 2024 4-5 dakika 149 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 15 gün önce

    Türk Milleti Asya ve Avrupa Coğrafyasında elli yıllık ya da yüz yıllık bir geçmişe sahip değil ki bin yıllardır bu coğrafyadayız biz. Atalarımız Oğuz Türkleri ve sonrasında bir dolu Türk Devleti canıyla kanıyla etiyle buduyla bizim olan , bizim insanlarımız. Türklüğümüze Müslümanlığımıza kim değer kattıysa hepsi sağ olsun var olsun... Ruhları şad olsun. Şu geçmişi sürekli kötülemek huyundan vaz geçelim artık. Doğrudur devlette önemli görevlere adam seçerken illaki liyakat esas alınmalıdır... Bunu yapmadığınız ''Emanetleri ehillerine veriniz.'' Allah'ın ayeti ile de ters düşersiniz... Seçimler geldi geçti, kim kazandı kaybettiden ziyade göreve seçilen insanlarımızda memleket sevgisi ve Allah korkusu var mı ona bakalım. Onu da zaman gösterecek. Hayırlısı diyelim. Güzel bir yazıydı kutlarım değerli Hocamı...