Kutsal Oldu Güzaf

Bir Zamanlar Kutsaldı…
Bir zamanlar Türkiye’de öğretmen olmak, sadece bir meslek değil, bir onurdu. Bir evin en sessiz odasında bile adı geçince başlar öne eğilirdi. Çünkü öğretmen, bir çocuğun hayatında yol gösteren yıldız, bir milletin kaderinde ise yön belirleyen pusuladır. Öğretmen, sadece kalem tutan elleri değil; bir medeniyetin aklını, ruhunu ve umudunu şekillendiren kişidir.
Öğretmenlik, geçmişte bir çocuğun yüreğine dokunmaktı; sadece ders anlatmak değil, yaşam öğretisiydi. “Okulda öğrendiğin kadar hayatı da öğret bana öğretmenim,” diyen nice öğrenci vardı. Öğretmen, sadece bilgi veren değil, aynı zamanda değer inşa eden, karakter kazandıran bir kişilikti. Bazen bir baba, bazen bir anne, kimi zaman bir sırdaş, kimi zaman ise tek dayanak...
Ancak zaman geçti.
Zamanla bu kutsallık gölgede kalmaya başladı. Ekonomik şartlar, sosyal yapılar, eğitim politikaları, öğretmenleri birer kahramanken sessiz figüranlara dönüştürdü. Bugün Türkiye’de öğretmen olmak, tüm bu kutsal yükü taşıyıp, hiçbir saygıyı görememek demek. Yetkisi olmadan sorumlulukla boğulmak, takdir yerine tenkit edilmek, değersizlik hissiyle mücadele etmek demek.
Öğretmen artık sadece ders anlatmıyor; rehberlik yapıyor, veliyle psikolojik bağ kuruyor, öğrencinin ev sorununu da dinliyor, okulun etkinliklerini de yürütüyor. İdarenin, ailenin, toplumun, hatta sistemin tüm açıklarını kapatmaya çalışıyor. Ama tüm bu yükün sonunda ne alkış var, ne takdir, ne de anlamlı bir teşekkür.
Sistemsel olarak yaşanan çelişkiler ve sürekli değişen müfredatlar, öğretmeni adeta bir deneme tahtasına çevirmiştir. Yeni projelerle umutlandırılan, sonra yine yalnız bırakılan bir meslek hâline geldi öğretmenlik. Öğretmen, bir yandan kendini yenilemek için çabalarken diğer yandan mesleki değersizlikle mücadele etmek zorunda kalıyor.
Öğretmenin sesi kısılmış, itibarı yıpratılmış, hak aradığında karşısına ya sessizlik çıkmış ya da suçlayıcı bir dil. Sınıfta öğrencinin, okulda idarenin, sokakta toplumun yükünü sırtında taşıyan; ama kimse tarafından yeterince anlaşılmayan bir emekçiye dönüşmüştür. Veliye hesap veren, öğrenciye “beğendirme” kaygısıyla çalışan, sistemin getirdiği baskılarla boğuşan öğretmen; çoğu zaman kendi ailesini, kendi ruh sağlığını ihmal etmek zorunda kalmaktadır.
Bir zamanların “kutsal mesleği”, ne yazık ki günümüzde çoğu zaman “güzaf” mesleklerden biri gibi görülmektedir. Bir kitle, öğretmeni yalnızca ders saatinde çalışan biri olarak görürken; bir başka kitle öğretmenden her şeyi bilmesini, her şeyi yapmasını, her şeye çözüm bulmasını bekliyor. Oysa bir ülke, öğretmenine verdiği değer kadar yükselir ya da çöker. Eğer bir toplum öğretmenine sadece bilgi aktaran değil, yol gösteren bir ışık gibi bakmazsa; yarını karanlık olur.
Ve en acısı…
Bir öğretmenin başarısı çoğu zaman görülmez.
Ama en küçük hatasında hedef hâline gelir.
Bir öğrencinin davranış bozukluğu bile öğretmenin yetersizliğine yorulur.
Bir veli çocuğuna laf anlatamazsa suçlu öğretmendir.
Bir sınav sonucu kötü gelirse müfredat değil, öğretmendir sorumlu.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen öğretmen, her sabah sınıfa gülümseyerek girer.
Çünkü o bilir ki, bir çocuğun hayatına dokunmak, bir ömürlük iz bırakmaktır.
Bir gün bir öğrenci “Sayenizde başardım hocam,” derse, tüm yorgunluk silinir.
Ve işte bu umutla öğretmen, yıkılmadan ayakta kalır. Çünkü öğretmen, aynı zamanda bir umudun adıdır.
Bugün ne yazık ki toplumda, öğretmenlik yıpranmış, kutsallığı örselenmiş bir mesleğe dönüşmüştür. Oysa bir toplumun geleceği, o toplumun öğretmenine verdiği değerle ölçülür. Öğretmene duyulan saygı, aslında eğitime ve dolayısıyla geleceğe duyulan saygıdır.
Yine de öğretmen susmaz, vazgeçmez, yorulsa da bırakmaz.
Çünkü bilir:
Bir öğretmen ayağa kalkarsa, bir nesil yürür.
Bir öğretmen yürürse, bir millet yol alır.
Ve bir millet yol alırsa, karanlıklar aydınlığa döner.
O yüzden…
Evet, Türkiye’de öğretmen olmak bugün çok zor.
Ama yine de çok onurlu, çok kıymetli.
Çünkü bu ülkenin hâlâ öğretmenlere ihtiyacı var.
Ve biz hâlâ inatla, sabırla, inançla görevimizin başındayız.