Medeniyetin Sesi / Sessizliğin Uygarlığı Gürültünün Kaosu
Bir toplumun gerçek medeniyeti, gökdelenlerin yüksekliğinde değil, akşam sükûnetinin sesinde saklıdır. Bazı şehirlerde güneş battığında sokak lambaları yanar, kepenkler iner, insanlar evlerine çekilir. Bu dışarıdan bakıldığında “durgunluk” gibi görünür. Oysa o sessizlikte saygı, düzen ve huzur vardır. Zaman, çalışmak için değil; yaşamak için ayrılmıştır. Avrupa şehirlerinde dükkânların akşam 7’de kapanması, bir “geri kalmışlık” değil; yaşamı dengeleme bilincidir. Çünkü orada insanın üretim kadar dinlenmeye de hakkı olduğu kabul edilir. Bir toplumun ileriliği, ne kadar çok çalıştığında değil, çalışma ile yaşam arasındaki dengeyi ne kadar koruyabildiğinde ölçülür.
Oysa bizim coğrafyamızda geceler, gündüzden bile yoğundur. Sokaklar, marketler, kafeler hep açıktır; sanki hayat hiç bitmeyecekmiş gibi. Bu hareketlilik ilk bakışta canlılık gibi görünür ama aslında bitmeyen bir telaşın, doyumsuz bir ekonominin göstergesidir. Bizim şehirlerimizde ışıklar sönmez, çünkü kimse tam anlamıyla dinlenmez.
Gerçek medeniyet, insanın zamanla kurduğu ilişkide saklıdır. Batı’da zaman bir dosttur; planlanır, paylaşılır, korunur.
Bizde ise zaman bir düşman gibidir; kovalanır, yetmez, çalınır.
O yüzden birinde “hayatı yaşamak”, diğerinde “hayatta kalmak” vardır.
Belki de asıl soru şudur: Biz neyi medeniyet sayıyoruz? Işıkları sabaha kadar yanan şehirleri mi,yoksa herkesin huzurla uyuyabildiği sessiz sokakları mı?

