Meyve Veren Ağaç Taşlanır: Türkiye’de Üretken İnsan Olmanın Bedeli

Meyve Veren Ağaç Taşlanır: Türkiye’de Üretken İnsan Olmanın Bedeli

Türkiye'de üretmek, gelişmek, fark yaratmak, bir iz bırakmak isteyen herkesin önünde görünmeyen ama oldukça sert bir duvar vardır: önyargı, kıskançlık, mobbing, dedikodu ve değersizleştirme çabaları. Bu görünmeyen baskı, en çok da işini layıkıyla yapan, yaptığı işe yüreğini koyan insanlar üzerinde hissedilir. Halk arasında sıkça duyulan bir söz vardır: “Meyve veren ağaç taşlanır.” Ne yazık ki, bu söz Türkiye’de yalnızca bir atasözü değil; birçok başarılı, dürüst, üretken bireyin hayat hikayesinin başlığı olmuştur.

Özellikle öğretmenlik gibi özveri isteyen, toplumu şekillendiren mesleklerde bu durum daha da belirgindir. Öğrencileri için gece geç saatlere kadar hazırlık yapan, sınıfında adalet ve şefkatle ders işleyen bir öğretmen; çoğu zaman işini gereğinden fazla ciddiye almakla, “göze girmek” için çalışmakla ya da “fazla idealist” olmakla yaftalanır. Çünkü toplumsal olarak ortalama bir çaba kutsanmış, ortalama dışına çıkan herkes, potansiyel bir tehdit olarak görülmeye başlanmıştır.

Ama bu yalnızca eğitim dünyasına özgü bir çarpıklıktan ibaret değildir. Bir hemşire hastalarına daha nazik davranıyor, onların duygusal ihtiyaçlarını da gözetiyorsa; diğerleri tarafından “gösteriş yapıyor” diye dışlanabilir. Bir mühendis proje dosyasını daha detaylı hazırlıyorsa; amirleri tarafından değil, çoğu zaman iş arkadaşları tarafından “göze giriyor” bahanesiyle pasif direnişe maruz kalır. Bir kasiyer müşteriyle fazla nazik konuşsa, diğer çalışanların alay konusu olabilir. Çünkü sadakat, dürüstlük ve mükemmeliyet; ortalama kabule uymadığı sürece çoğu zaman cezalandırılır.

Çalışma hayatının birçok alanında görülen bu durum, aslında sosyal ilişkilerin de merkezine sirayet etmiştir. Bir birey ailesinde, akrabaları arasında ya da arkadaş çevresinde farklı düşünceler ortaya koyduğunda, çoğu zaman yalnızlaştırılır. Eğer bir kişi kendi potansiyelini keşfetmiş ve bunun gereğini yerine getiriyorsa, yani kişisel gelişimi için çabalıyorsa; “burnu havada” olmakla suçlanabilir. Çünkü değer görmek yerine, sorgulanan bir figür haline gelir.

Bu toksik çevre koşullarının temelinde, çoğunlukla bireylerin kendi başarısızlıklarını, eksikliklerini başkalarının başarılarıyla yüzleşerek görmek istememeleri yatar. Dolayısıyla karşılarındaki kişinin üretkenliğine, çalışkanlığına ya da vizyonuna karşı bir savunma mekanizması geliştirirler: dedikodu, dışlama, alaycılık ve değersizleştirme. Bu davranışlar ise toplumsal gelişimi sekteye uğratan, kişisel motivasyonu çürüten ve kolektif verimi düşüren zincirleme reaksiyonlara yol açar.

İnsan ilişkilerinde başarısız iletişim, empati eksikliği ve üslup yetisi yoksunluğu, iş yerlerinde iletişim çatlaklarına yol açmakta ve bu durum çoğu zaman üretken çalışanların ezilmesine sebep olmaktadır. Kendi alanında gayretle çalışan kişi, başarısıyla değil; yaptığı ufacık bir hatayla yargılanmakta, bu hata abartılarak kişiliğiyle özdeşleştirilmektedir. Çalışan, özellikle üretken olan birey, sürekli aşağıya çekilerek, değersizleştirilerek bir baskı altında tutulmaktadır.

Özellikle ruhunu, bedenini, hayatını öğretmenlik mesleğine adamış insanlar, bu duygulardan yoksun kişiler tarafından yaşam plasentası olarak gördüğü meslek üzerinden sorguya çekilmekte, töhmet altında bırakılmakta, adeta mesleki inançlarına saldırılmaktadır. Oysa bu durum, yalnızca toplumsal değerlerle değil; felsefi ve dini temellerle de çelişir.

İslam dini, kişinin emeğine, çalışmasına ve niyetine büyük kıymet verir. “İnsan ancak çalıştığının karşılığını alır.” (Necm Suresi, 39. Ayet) ifadesiyle çalışkanlık övülürken; başkalarının emeğini küçümseyip onların moralini bozmak, kıskanmak ve iftira atmak gibi davranışlar kesin bir dille yasaklanmıştır. Peygamber Efendimiz de “Kıyamet günü terazide en ağır gelen şey güzel ahlaktır.” (Tirmizi) buyurarak, iş ortamlarında dahi nezaketin ve iyi niyetli davranışların ne kadar kıymetli olduğunu belirtmiştir.

Felsefede de benzer şekilde, özellikle stoacı ve hümanist düşünürler bireyin kendini gerçekleştirme yolculuğunda dış etkilerin kişiliği bozmaması gerektiğini vurgular. Ancak bireyin iyi niyeti, toplumsal tahammülsüzlükle birleştiğinde; ne yazık ki, üretkenlik cezaya, idealizm yalnızlığa dönüşmektedir.

Bilgili, adaletli, çağdaş eğitim anlayışına sahip bir öğretmen; çoğu zaman öğrencilerinden büyük bir takdir görse de, meslektaşları veya idari kadro tarafından aynı ölçüde desteklenmeyebilir. Hele ki bu öğretmen, okulun genel havasına aykırı biçimde ilerlemeye çalışıyorsa; dedikoduların, uydurma söylentilerin hatta üstü kapalı mobbingin hedefi haline gelir. Ve ne yazıktır ki, çoğu zaman sistem bu tür bireyleri korumak yerine susturmayı tercih eder.

Ancak bu noktada karamsarlığa kapılmak yerine, bir bilinç geliştirmek gereklidir. Başarılı, üretken, dürüst bireylerin yalnız kalmaması; seslerinin daha gür çıkması için birbirlerine omuz vermesi şarttır. Meyve veren ağaç taşlanıyorsa, o ağacı gölgeleyen diğer ağaçların da bu taşlara karşı durması gerekir. Çünkü toplumu değiştirecek olanlar, taşlananlardır; alkışlananlar değil.

Sonuç olarak, Türkiye’de üretmek zordur, dürüst kalmak cesaret ister. Ama bu yolu seçenler, er ya da geç tarihsel bir iz bırakırlar. Tıpkı bir öğretmenin yıllar sonra bir öğrencisinin hayatına yön vermesi gibi... O yüzden taşlanan ağaçlar meyve vermeye devam etmeli. Çünkü değişim, o meyvelerin kök saldığı yerden başlar. Kim bilir belki bir gün taşlanan o ağaç taşlayana ya meyvesiyle hayat olur ya da kendisinden yapılan tabut ile kabirdaş olur...

18 Haziran 2025 5-6 dakika 22 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar