Nihâvend Makamına

Nihâvend Makamına


göğün bağrında saklı. mehtabın sır dolu şavkını bile kıskandıran bir yâr gibi. karanlığın zifirî örtüsüne bürünmüş bir odadaydım. söylediler. benimleymiş. benim gözümden gecenin kıyametiyle buluşmuş. yatağımdaydı. ruhuma dokunan bir hayal. büsbütün benim. kalbim, göklerden inen bir kasırga gibi titredi. korkunun ve heyecanın her bir damlası damarlarımda bir feryat oldu. zira insan, sevdiği şeyin şelatine saklanır. ama o şekat çekilince geriye bir ıssızlık kalır. işte o karanlıkta, düşlerimin yırtık derviş cübbesi içinde buldum kendimi. ve o, âdeta periler âleminden kopup gelen bir zarafetle. ışığı kendi avuçlarında saklayan bir kadın. gidecekmiş. gitmesi gerekirmiş.


Ellerimle rüzgârı yakalamaya çalışan bir divane gibi sarıldım ona; dokunur dokunmaz kayıp giden bir buğu, bir sis! Yatağın üzerine düştüğümde, şehvet o ateş bizi sardı; öyle bir şehvet öyle bir ateş ki, ışığın soluğunu bile boğardı. Hemen hemen çıplaktı; ama bu çıplaklık ne tenin ne de bedenin hikâyesiydi, o an ruhlarımız tüm zırhlardan arınmıştı. Zayıf bedenimle üzerine düştüğümde, halılar bizi derinliklerine çekti; dipsiz bir kuyunun sessiz çığlığıydık. Evdeki lambalar, perdelerin arkasında dans eden kırmızı ışıklarla birer şahika gibi yanarken, o kadın gözlerim önünde soyunup kayboldu. Ve ben, göğün en yüksek katına yükselen bir âh gibi, dudaklarımdan dökülen dualarla ağladım; öyle bir ağlayış ki, meleklerin dahi yüreğini titretirdi.


Sonsuz kâlbe adım attım; umudun bir zamanlar gezindiği ama şimdi yorgunluğun derin mış mışlarıyla dolup taştığı sokaklara. Sağ gözümde mutluluğun ve hüsranın bir kış gecesi hikâyesi yazılıydı. “Nerede o kadın?” diye haykırdım; dostlarımın dudaklarından dökülen cevaplar ise bahar rüzgârının dağıttığı gül yaprakları kadar sahteydi. Onun geçtiği sokakların kaldırımlarında, her akşam beklediği pencerelerin altına sığındım. Bir kefenli bahçede, ayaklarım sonsuzluğun izini sürerken, gecenin karanlığına karıştım. Ve her adımda, gökyüzüne fırlatılan taşlar gibi itildim, savruldum.


ahlarla yıkanmış bir diyarın çatılarında buldum kendimi. Göğün sessizliğine uzanan bu yolculukta, bedenimin damarlarından çekilen umut gibi gözyaşlarım boşalıp toprağa karıştı. Her damla, kaybolan kadının hatırasını taşıyan birer inciydi; her damla, ruhumun kırıklarını derinleştiren bir ağırlık.ve pi sayısına vuran değişmez zorakilik…


Sonunda, şehvetin sırrını çözmeye çalıştım. O, samanyolu yörüngesinde dans ederken, başka bir âlemin düşlerinde saklıydı. Anladım ki bir şehvetin döngüsü, bir yıldızın geceden sabaha yolculuğundan daha kısa sürüyordu. O kadın; odama gelen, avuçlarımı aydınlatan ama bir daha dönmeyecek olan o eşsiz varlık…


Ve o an ağladım, ama bu kez dünya için. Bütün çocukların yitirilmiş masumiyeti için, onların hiçbir zaman silinmeyecek gözyaşları için. Gerçek, bazen ruhun derinliklerinde hiç çığlık gibi gelir; insanın içini oyar, yüreğini karanlık bir mağaraya çevirir. Ama yine de fark eder mi? İnsan, bazen kaybolduklarının bıraktığı boşlukta kendini bulur; ve o buluş, bir yandan onu yeniden doğururken, diğer yandan sonsuza dek yok eder.


İşte bu, hem bir mesel hem de bir ağıttır; yıldızların hüzünle dizildiği, göklerin kederle eğildiği bir âlemde, insanın en büyük savaşı / arzusu kendi içindeki şehveti boğarak küllerinden yeniden var olmak değil mi?


06 Ocak 2025 3-4 dakika 60 denemesi var.
Beğenenler (6)
Yorumlar (1)
  • En azla en çok arasında, orantısız kullandığımız bütün güçlerimiz bizi bu savaşta kendi sonumuza hazırlıyorsa doğru söylüyorsun Can. Kıskançlık, şehvet, kibir, öfke hepsi buraya girer eğer yoldan çıkmışsa bu duygularımız. Finale doğru hüzün sardı. Ülkeler bile aşırı kullanılan bu güçlerin pençesinde. En savunmasız olanlarımız çocuklarımız ve hayvanlar. Onlara güzel ve yaşanılır bir dünya bırakmamız için gözlerimize bakıyorlar adeta. Hangi makamda iyiliği, güzelliği buluruz bilmiyorum ama bu ortaklığı yakalamak adına bir olmak zorundayız. Çokça tebrik ediyorum günün yazarını.