Oligarşi ve Oligark Üzerine

Günümüzde okuduğumuz bazı ekonomi yazılarında ve ekonomistlerin açıklamalarında duyduğumuz iki kavram üzerinde biraz düşünelim istedim. Ben de bazı yazılarımda bu kavramları kullanmışımdır.

• Oligarşi: Bir yönetim biçimi olarak, gücün ve iktidarın küçük ve ayrıcalıklı bir grubun elinde toplandığı sistemi ifade eder. Bu grup, siyasi, askeri, dini veya en yaygın haliyle finansal olarak güçlü kişilerden oluşabilir. Oligarşik yönetimler genellikle bencilce ve halkın çıkarlarını gözetmeyen kararlar alırlar.

• Oligark: Oligarşi yönetiminin bir üyesi veya destekçisi olan kişilere verilen addır. Günümüzde bu deyim, özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya ve benzeri ülkelerde, devletin elindeki varlıkları ucuza kapatarak servet sahibi olan ve bu servetle siyasi gücü etkileyen süper zengin iş insanlarını tanımlamak için kullanılır. Bu kişiler, siyasi iktidarla yakın ilişkiler kurarak kendi çıkarlarını en üst düzeye çıkarırlar.

Özellikle, ekonomik gücün siyasi iktidarla birleşerek belirli zümrelerde yoğunlaşması, bu tür tartışmaların temelini oluşturur.

Türkiye'deki bazı siyaset bilimcileri, özellikle çok partili yaşama geçişten sonraki dönemlerde, siyasi partilerin kendi içlerinde bir lider oligarşisi oluşturduğunu savunmuştur. Bu görüşe göre, partilerde liderler genellikle gücü elinde tutar ve parti içi demokrasinin zayıflamasına neden olur. Siyasi partiler yelpazesine göz attığımızda, bu partileri rahatça görüp, anlamak olasıdır. Bu partilerde uzun yıllar ya önderlik seçimi olmaz ya da aynı kişi ayak oyunları ve/veya gücü elinde bulundurduğu için, sistem oyunları ile hep kendisi ve üstelik büyük oy farkı ile kazanırlar. Hatta parti içi aday bile çıkamaz! Gücü elinde bulunduran onu her durumda saf dışı edebilir!

Genel seçimlerde de kendi partisinden olmasa bile, kazanacak rakip adayı bir şekilde saf dışı eder! Rakip siyasi partinin iç işlerine karışarak, onu dizayn etmeye çalışır. Kendi rakibini, yenebileceği adaylardan oluşturur. Demokrasi bunlar için bir tramvaydır, işine geldiği durakta iner!

Bu her ne kadar ülke yönetiminde söz konusu olsa bile, sendika, dernek gibi örgütlerde de söz konusu olabilir. Sendikalı üyelerinin aleyhine çalıştığı açığa çıkan bazı sendika liderleri her durumda yine kendilerini seçtirmeyi başarırlar! Bunlara sendika ağaları denir. Sendika ağaları hükümetle, işveren tarafla anlaşarak/kendi üyelerine ihanet ederek, kendisinin yeniden seçilmesini sağlayabilmektedir. Böyle sendikalara halk arasında sarı sendika denir.

Bunun dışında, Türkiye'de oligarşi tartışmaları daha çok ekonomik gücün siyasete etkisi üzerinden yürütülür. Özelleştirme süreçleri, büyük kamu ihaleleri ve imar projeleri gibi alanlarda belirli iş gruplarının ön plana çıkması, bu grupların siyasi iktidarla kurduğu yakın ilişkiler ve bu ilişkiler sayesinde elde ettikleri ayrıcalıklar, "ekonomik oligarşi" olarak nitelendirilebilir. Bu gruplar, medya sektöründe de söz sahibi olarak kamuoyunu etkileme gücüne sahip olabilirler. Öyle ki 3-4 TV kanalı dışında tüm kanallar onlarındır ve onların borusunu öttürürler. Kalan bu 3-4 kanalı da RTÜK sopası ile küçücük gelirlerinden cezalar ödeme, karartma/kapatma yaptırımları ile sahiplerini içeri tıkma yöntemleri ile demokratik olmayan, hak, hukuk, adalet gözetmeyen yöntemlerle sustururlar, saf dışı ederler.

Türkiye'de doğrudan "oligark" olarak tanımlanan, yani Rusya'daki gibi devlet varlıklarının özelleştirilmesiyle servet edinen net bir sınıf yoktur. Ancak, özellikle son yıllarda kamu ihaleleri, altyapı projeleri ve özelleştirmelerle büyük servetler edinen ve siyasi iktidara yakınlığıyla bilinen iş insanları zaman zaman bu deyimle ilişkilendirilmiştir. Bunlar arasında Cengiz Holding, Limak, Kalyon, Kolin, Makyol gibi "Beşli Çete" olarak da anılan şirketlerin sahipleri, bu tür tartışmalarda sıkça gündeme gelmiştir.

Ancak, bu deyimin kullanımı tartışmalı olup, bunların doğrudan oligark olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı siyaset bilimi ve ekonomi çevrelerinde farklı yorumlara açıktır. Çünkü bu kişiler, Rus oligarklarının aksine doğrudan Sovyet devletinin dağılmasıyla servet edinmemiş, mevcut ekonomik sistem içinde büyümüşlerdir. Bununla birlikte, siyasi güçle yakın ilişkileri ve devlet ihalelerindeki hakimiyetleri nedeniyle benzer bir etki yarattıkları öne sürülmektedir.

Ana Aktörler ve Projeleri

Kamu ihaleleri ve büyük altyapı projeleriyle öne çıkan, Türkiye ekonomisinin kilit oyuncuları olan sermaye gruplarını ve küresel ayak izlerini incelediğimizde;

Kalyon Holding

Yenilenebilir enerji şirketi Kalyon Enerji'nin %50 hissesini BAE merkezli IHC'ye satmıştır. Bu, Türkiye-BAE normalleşmesinin önemli bir adımı olarak görülmektedir.

Limak Holding

Kuveyt, Suudi Arabistan, Rusya ve Afrika'da havalimanı, otoyol, konut gibi büyük altyapı projeleri yürütmektedir.

Cengiz Holding

Kuveyt ve Irak'ta havalimanı ve konut projeleri bulunmaktadır. Ayrıca İngiltere ve Romanya'da kimya ve madencilik yatırımları vardır.

Kolin Holding

Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu'da geniş bir coğrafyada ulaşım ve yatırım projeleri gerçekleştirmektedir. Gemi inşaatı ihracatı da yapmaktadır.

Makyol Grubu

Romanya, Kuveyt, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde metro, otoyol ve havalimanı erişim yolları gibi önemli altyapı projelerine imza atmıştır.

Genel Bakış

Bu şirketler, genellikle büyük projelerde konsorsiyumlar kurarak güçlerini birleştirir. Uluslararası faaliyetleri, Türkiye'nin jeo-ekonomik dış politikasını destekleyen bir "yumuşak güç" unsuru olarak da değerlendirilmektedir. Bu kim tarafından kime karşı, kimin yararına, kimlerin zararına olması açısından büyük önem göstermektedir.

(jeo-ekonomi, ekonomik araçların ve yöntemlerin siyasi ve stratejik hedeflere ulaşmak için kullanılmasıdır.)

(Konsorsiyum, şirketlerin genellikle büyük projelerde güçlerini birleştirmek amacıyla kurdukları bir yapıdır. **Örnek:** Kalyon Holding, Limak Holding, Cengiz Holding, Kolin Holding ve Makyol Grubu gibi şirketler, büyük projelerde konsorsiyumlar kurarak faaliyet göstermektedir.)

Proje Ayrıntıları

Finansman Modelleri ve Riskler

Devasa altyapı projeleri nasıl finanse ediliyor? Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) modelinin işleyişini, Hazine garantilerinin rolünü ve bu yapının ardındaki ekonomik mantığı inceleyin.

KÖİ (Kamu-Özel İşbirliği) Modeli Akış Şeması

ULUSLARARASI & YEREL FİNANSÖRLER, Kredi ve Sermaye Sağlar↓

ÖZEL ŞİRKET-(Müteahhit) Yüklenici, Projeyi İnşa Eder ve İşletir↓

KAMU (YURTDAŞ), Hizmeti Kullanır ve Ödeme Yapar

RİSK:

T.C. HAZİNESİ, Gelir garantisi verir. Beklenen gelir elde edilemezse farkı bütçeden öder.

Bu gelir garantisi vermelerde öyle bonkör davrandık ki, işçiye, köylüye, üreticiye, emekçiye, memura, emekliye yok dediğimiz paraları, bu oligarklara oluk oluk akıttık! Üstelik %97-98’ lere varan (hazineyi/kamuyu zarara sokan ve ihanete varan) yanılma payları ile bu yanılma payları karşılığı paraların kim/ler/e gittiği belli olmaksızın.…Bu paraların, konsorsiyum havuzunda toplandığı ve ortak amaçlar için harcandığı sanılmaktadır.Bu ortak amacın, ülke, kamu yararına olmadığı, konsorsiyum ortakları yararına, ülke, ulus, halk zararına olduğu açıktır.

Cebimizden 5 kuruş çıkmayacak yalan (!) taahhüdü verdikleri bu işler için YATMADIĞIMIZ HASTANELERE, UÇMADIĞIMIZ HAVA LİMANLARINA, GEÇMEDİĞİMİZ YOLLARA, KÖPRÜLERE, GEÇİTLERE, KÖPRÜLERE MALİYETLERİNİN ÇOK ÇOK KAT ÜZERLERİNDE ÖDEME GARANTİLERİ VERDİK, halkın boğazından, giyiminden, insanca yaşama hakkından kısarak bu garantileri ÖDEDİK VE ÖDEMEKTEYİZ DE…

Anlaşma gereği belli bir süre sonunda devlete geri iade edilmesi gereken bu yerlerden, Yavuz Sultan Selim Köprüsü süre dolmasına karşın, 49 yıllığına (!) yeniden aynı şirkette kalmış, Göcek Tüneli’ nin ise kaç kez geri iade edilmesi gerekirken 5-10 yıllığına (!) yine aynı şirkette kalması sağlanmıştır! Diğer KÖİ yatırımlarının da kapanın elinde kalacağı kesin gibi! 23 Yıllık hükümetlerin ve tek adam patrimonyal sultanlık yöneticisinin tutum ve davranışları bu kaygıyı arttırtmaktadır.

Buradan şu sonuca varabiliriz, “bu sülükler, keneler bir kere emmeye başladılar mı bir daha bırakmaları olanaksız, bu varlıklar kapanın elinde kalıyor!” Hesap soran yok, denetleyen yok! Bunları dava edebilmek bile dış mahkemelerde (İngiltere’ de) olasıdır. Anlaşmalar özellikle böyle yapılmıştır. Yüzüncü Yıl Terörsüz Türkiye’ sinin Asrın Lideri Reis, Başkan, bunu böyle yapmakla adeta övünmüş, “Bunları geri alacağız, hainlerden hesap soracağız diyen muhaliflere” karşı bu anlaşmaları ve konsorsiyum ortağı holdingleri savunmuştur.

Örnek Proje Finansmanı: İstanbul Havalimanı

Toplam Finansman (1. Etap): 4.6 Milyar Euro

Finansmanın büyük bir kısmı, üç kamu bankası (Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halk Bankası tarafından sağlanmıştır. Bu durum, projenin riskinin önemli ölçüde kamu tarafından üstlenildiğini göstermektedir.

Genel Değerlendirme

Analizler, Türkiye'deki büyük sermaye gruplarının uluslararası ilişkilerinin basit tanımlara sığdırılamayacak kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. İşte ana bulgular:

Kartel ve Tröst Değil, Siyasi Nüfuz

Şirketler hukuki olarak bağımsızdır ve uluslararası bir kartel yapısı oluşturmazlar. Ancak eleştiriler, bu grupların kamu ihalelerinde rekabeti sınırlayan ve siyasi güçle pekiştirilen bir "rant birleşmesi" oluşturduğu yönündedir.

Sömürgecilik Değil, Karşılıklı Bağımlılık

İlişkiler, askeri bir sömürgecilikten ziyade, karşılıklı çıkarlara dayalı bir finansal ve jeopolitik entegrasyon modelidir. Yabancı sermaye kâr ve nüfuz elde ederken, yerli şirketler küresel pazarlara açılma ve finansmana erişim olanağı bulur. Burada ülke yoktur. Ülke omuzlarına yüklenen ağır borçların ve ihanet ölçüsüne varan garantileri ödeyebilmenin yükü altında ezilmektedir. Ülke yoksullaştırılmıştır.

"Kazan-Kazan" Modelinin Kamu Maliyesine Etkisi

Bu model, bir yandan yerli sermayenin küresel alanda büyümesini sağlarken, diğer yandan KÖİ projelerindeki Hazine garantileri nedeniyle kamu borç yükünü artırmakta ve ekonomik bağımsızlık üzerinde potansiyel riskler yaratmaktadır. Asıl tartışma, bu "kazan-kazan" denkleminde kamunun ne kadar kazandığı veya kaybettiğidir.

Bu denklemde kamu yararına bir kazanç olmamasına kaşın, her şey zararına olacak şekilde düzenlemeler ve o doğrultuda anlaşmalar yapılmıştır.

Verilen garanti tutarlarının ödenebilmesi için sürekli dışarıdan (faiz %’ si önemsenmeksizin) borç almaktayız. Borç verecek pek ülke de kalmamış olmasına kaşın, ülkenin yer altı ve üstü bütün kaynakları rehin gösterilerek, ipotek edilerek borç batağına saplanmış durumdayız.

Ülke kendine yeten 7 dünya ülkesi arasında iken, her şeyi dışarıdan alır olduk. Bu alımları da yine aynı konsorsiyum ortakları yapmaktadır.

Ülkede adalete güven kalmamış, ekonomi batık durumda, eğitim orta çağ artığı dinci, yobaz tekke ve zaviyelerin insafına bırakılmıştır. Baroları, tabipleri, sanatçıları okullara sokmayan milli eğitim bakanlığı, tarikat ve cemaatlerle kucak kucağa durumdadır.

Millilik adına hiçbir kurum, kuruluşun anlamı kalmamış, altı oyulmuştur. Milli Savunma Bakanlığı’ nda bile “MUSTAFA KEMAL’ İN ASKERLERİYİZ diyen teğmenler ordudan atılmışlardır.

Oysa BU ÜLKENİN KURTARICISI VE KURUCUSU GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ tür.

*Jeoekonomi: ekonomik araçların ve yöntemlerin siyasi ve stratejik hedeflere ulaşmak için kullanılmasıdır

Kaynak: 2025 İnteraktif Analiz Raporu.(Yapay zeka ürünlerinden yararlanılmıştır.)

23 Ağustos 2025 10-11 dakika 23 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 1 gün önce

    Üstadım, kusura bakmayın ama esefle kınıyorum sizi. Öyle şeyler yazmışsınız, ülkenin güncel halini o kadar iyi deşifre etmişsiniz ki üstüne iki çift cümle ekleyecek bir açı bırakmamışsınız... Olmaz ki ama:) Kaleminizin, vatan ve Atatürk sevginizin önünde saygıyla edilmekten başka bir çare bırakmamışsınız bize... İroni bir yana maalesef ülkemiz bu halde. Yazdığınız her ifadenin altına imzamı atmak istedim. Cesur kaleminize, vefalı yüreğinize selam olsun. Sonsuz saygılarımla...