Patavat

Bizim diğer canlılardan farkımız aklımız yani düşünebilmemizdir.
Ağzımızdan çıkmadan önce ölçeriz, biçeriz, tartarız, süzeriz ve şekillendirip- yumuşatıp söyleyeceğimizi söyleriz.
Sözü bu aşamalardan geçirip sunmak, karşımızdakine laf sokmak, laf geçirmekten çok daha kolay ve yararlıdır. Acaba bencilliğimiz mi buna engel oluyor. Yoksa bir an önce lafı söyleyip taşı gediğine yerleştirmek ve egomuzu tatmin etmek midir gönlümüzde yatan.
Konuşmalarımızdaki amaç iletişim; bir insanın bir başkasına ulaşması değil midir.

Bizim köyde bir deli vardı, nerede şakalaşan bir kalabalık görse, oraya dalarak; ?'patavatı kapat, patavatı kapat'' diye bağırırdı. Sonradan öğrendim, meğerse patavat, beyin ile dudaklar arasındaki kapının adıymış. Bazı kişilerde bu kapı olmadığı için sözlerine hakim olamazlarmış. Çünkü beyniyle dudak arasında kapı olmadığı için, ışığı gören söz dışarıya fırlarmış. Üstelik bu kişiler (kapısız) patavatsız olduğunu bilmezlermiş. Sarfettikleri sözlerin gönül kırıcılığına aldırmadan pat diye söylemeyi açık sözlülük zannederlermiş.

Dostluk, arkadaşlık ilişkilerinde veya duygusal ilişkilerde çizgiyi aşıp eylemin patavatsızlık kısmına geçmemek gerek. İlişkilerin akışında artan samimiyet ölçüsünde kişilerin sözlerindeki ve davranışlardaki ayarsızlığın, otokontrolü(öz denetimi ) azalttığı bir gerçektir. Kişiye sorarsanız, o bu eylemini ?'açık sözlülük'' olarak değerlendirir. Oysa ?'ben açık sözlüyüm'' diyerek kalp kırıcı sözleri 'dan' diye söyleyen, karşısındakinin üzülüp üzülmeyeceğini düşünmeyen insanlar, ağzından çıkanı kulağı duymayan kimselerdir. Bunlar aynı zamanda empati ve sempati yoksunudurlar.
Bence bunun adı açık sözlülük değil, düpedüz patavatsızlıktır. Patavatsızlık öyle bir hastalık ki, insan istemediği halde sevdiklerini incitebilir, rencide edebilir. Kırdığı potlarla insanların moralini altüst edebilir. Kişi, zaman ve mekan gözetmeden sözlerinin (dur-düşün-yap felsefesini uygulamalı) nereye varacağını düşünmeli ve bilmeli. Karşısındakinde ne gibi etkiler bırakabileceğini, onun bedensel ya da ruhsal yaralarının-hassaslıklarının olabileceğini aklına getirerek dengeli konuşmalıdır. Unutulmamalı ki, laflarınızın altında kalmasına ve ezilmesine neden olduğunuz kimseler, gün gelir hiç kopmaz dediğiniz bağları koparır ve sizden giderler.

Herkesin ister istemez birilerini kırdığı olmuştur. Bazıları zarar görmeyeceğini bildiği insanların kalbini kırmaktan çekinmez. Tüm stresini karşısındakinin üstünde atma niyetiyle aklına geleni de, ağzına geleni de ölçüsüz bir şekilde söyler.
Eğer elinizde karşıdaki kişiye zarar verecek, yüreğini delip geçecek bir ok varsa, o okun yaydan çıkmamasına dikkat etmek gerek. Çünkü ok yaydan çıktıktan sonra telafisi olmayan yaralar açabilir insanda.
Bir de kırıla kırıla kırmayı öğrenenler var ne yazık ki..

Hep duyarız;?'olduyla öldüye çare yok'' diye. Eğer o oldular içimizde bir şeyleri öldürüyorsa, oldurmamaya dikkat etmeliyiz.

"Doğrucu Davut" olacağım diye, her lafı 'dan dan' diye savuran kimseler; en azından karşısındakinin hayata bakış açısını olumsuz etkilememek için, incineceğini, küçük düşeceğini düşünerek, diyeceklerini daha anlaşılır, daha az kırıcı hale getirerek sözlerine hakim olmayı denemelidirler.
İnsanları lafın altında kalıyor diye, ezik ya da ürkek görmemeli. Herkes her sözün karşılığını aynı derecede verecek yetenek ve belagat gücüne sahip olmayabilir. Herkes her sözün üstüne tırmanma isteğinde olmayabilir. Niceleri vardır ki, susmalarıyla bizim yüzlerce kelimemizden fazlasını anlatırlar.

Sağlam olmayan, temelsiz sözlerinizle insanları alttan alttan vurmayın.
Özünden taviz vermelerine neden olmayın.
Hafızalarında kötü izler bırakmayın.
İnsanların sizinle konuşma ve yaşama heveslerini kırmayın.

zarar vereceğini düşünmeden
ağzına geleni söylersen 'dan dan dan'
gün gelir
kilitlenir ardından kapılar
ruhun duymadan.

21 Mart 2012 3-4 dakika 58 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (1)