Şairlerin Sorumluluğu

Şair takımı umutsuz Vak'a olmamalıdır. Ben hayatına öyle ya da böyle son veren şairlerden nefret
ederim ve kızarım onlara. Şiirlerinde donukluk karamsarlık yitmişlik bitmişlik kokusu vardır çoğunun.Çoğu travmatik depresif psikolojik bunalımlarını çözemedikleri için ve bu sorunlarla başa çıkamadıkları için yaşamlarına akıl almaz bir şekilde üstelik aptalca denebilecek bir şekilde son vermişlerdir.

Şair inançlarını yitirdiği zaman hayatla da bağlarını koparıyor. Bu aşırı duygusal olmalarından kaynaklanan bir durum. Sevgisizliğin kol gezdiği ortamlarda, ilişkilerin kokuştuğu yapmacıklaştığı ortamlardan uzaklaşmak yerine o ortamlara girmekten bir çeşit zevk alıyorlar.

Şairler yalnızlık derdine sıkıntısına düşüyorlar. Aile sevgili baskı havuzlarında yüzüyorlar. Kulaçları
çok zayıf kalıyor. Oysa o kulaçların bir balıkçı teknesi sağlamlığında olması gerek. Gövdesi dayanıklı olmalı şairin. Olayları tek yönlü düşündüğünde yanılgıya da çok kapılıyorlar. Benlik düşüncesi zehirli bir Kara Dul'un ağları gibi yüreklerini sarıyor. Oysa öte yandan "benlik" denen saçmalıktan kurtulmaları burunlarının tâ ucunda onlara gülümserken onlar bilerek ve isteyerek bu gülümsemeye suratlarını asarak yanıt veriyorlar.

Adiliğin diğer boyutuna bakınca şunlar gözümüze çarpar...

"Şair Ece Ayhan hasta yatağında 1999'da yazdığı ve henüz yayınlanmamış güncesinde, bir dönem aşk yaşadığı Nilgün Marmara için şunu yazdı:

'Muzip kadın Nilgün Marmara. Tezer (Özlü) ile birlikte bana muziplikler yapmaya bayılırdı. İkisi de aynı anda göğüslerini gösterirlerdi. Güzeldi...'

Buyrun burdan yakın bakalım...

Öte yandan bir adilik daha...

Mayakovski şair olarak yer yüzünü etkiledi mi etkilemedi mi bilinmez; evli bir kadınla aynı yatağı kocasıyla paylaşırken şairlik sıfatını bence çoktan kaybetmişti.

Nazım'ı göklere sığdıramayan o dönemin kokuşmuş düzenbazları neden Nazım'ın Memleketi Terketmemesinden bahsetmezler. Şair "İnsanlık Mücadelesini" bir başka topraklarda verebilir mi?
Halkından kopuk yaşayabilir mi? Bu kaçışı cesaretsizlikten ölüm öldürülme korkusundan başka
nedir ki? Şimdi mezarını bile getiremiyorlar. Rus topraklarında sürünüp gidiyor. O yıllarda Nazım'ı
dolduruşa getiren kimlerdir?

Can yücel için terbiyesiz derler. Şair için hiç çekinmezdi gider duvara işer derlerdi bulunduğu
ortamlarda filan. Bu çevresindekilere demiş ki ben ölünce mezarımı şarapla sulayın. Bu kendilerini
gündemde tutmayı iş haline getiren suratsızlar ve ateist takımları daha geçen yıl şairin vasiyetini
yerine getirip gidip mezarını şarapla sulamışlardır ve bunun sonucu olarak şairin mezarının yağmalanmasından bizler sorumlu değiliz yüzsüzlüğünü de göstermişlerdir. Can Yücel bunlara deseydi ki arkamdan gelin ben şu uçurumdan atlayacağım, atlarlar mıydı orası da merak konusudur?

Şair yer yüzünde eceli gelene kadar yaşamalıdır. Bir başkalarının kendi halkının eceline kendi elleriyle son veren iktidarları yazmalıdır. Şairin şairlerin sorumluluğu her şeyden önce ne olursa olsun"Hayata karşı ölüm yerine Ölüme karşı hayat" olmalıdır. Çünkü hayat tüm sıkıntılarıyla gerçektende yaşamaya değerdir...

28 Mart 2012 2-3 dakika 181 denemesi var.
Yorumlar