Söğüt Ağacı
Dallarınla beni çadır gibi sarmıştın oysa. Şimdi güz mevsimi kapıda. Toprağa oturup, sırtımı gövdene yasladığımda köklerini hissetmeye çalıştım. Kulağımı sana dayadım bir müddet. Anlamaya, duyumsamaya çalıştım. Kendini toprağa nasıl da yaymıştın köklerinle, sere serpe ama sağlam bir duruşla. İnsanların seslerini duysam da anlamıyorum artık söğüt ağacı. Neyi niçin yaptıklarını, sevinç ve tepkilerini ayrıştıramıyorum. Beş duyumu doğaya çevireli uzun zaman oldu sanırım. İyi ki bir ormanın içindeyim. İyi ki düşlerimle ben de bir ormanım. Buraya kendimi getirene kadar epey bir güç harcadım. Gövdene bağladığım halata tutunarak sana geldim. Yeniden yazmaya, anlamaya, okumaya geldim kabuklarındaki belli belirsiz çizgileri. Yüreğimle kavlatıp derini, altındaki gizleri... Çözmek çok iddialı olur söğüt ağacı, çözmeye geldim demeyeceğim bu yüzden. İnsan kendisini çözememişken, kendisine bu denli yabancı ve düşmanken, ağaçlara, doğaya, hayvanlara ve insani duygulara nasıl tanıklık etsin, hissetsin ve kabuklarından soyulup doğa ile yer değiştirsin? Mümkün değil Söğüt ağacı. Mesela insanlar meyve vermediğin için seni bile gereksiz görüyorlar bu ormanda. Onların işine, gücüne yarıyorsan her şekilde ilgiyi, sevgiyi hak ediyorsun.
Sol ayağıma inci bilekliğimi hal hal gibi takıp, yüreğimi hapsettiğim zincirleri kıra kıra geldim bugün sana. Geçen gün dibinde oturup seninle hal diliyle söyleştiğimizde öyle iyi geldin ki bana anlatamam. Beni yemyeşil dallarınla sakladın, ağırladın, misafirinmişim gibi ikramda bulundun. Öyle olmasaydı bugün seni yazıyor olmazdım. Bugün gelmeseydim seni yazmaya, sanki kalemim dağlara küsen tavşan misali otlaklarda başıboş hoplayıp zıplayacaktı. Oysa bugün sana beni sarıp sarmalayışını anlatıyorum . Hem gövdenle, hem tebessümünle, hem de yeşilliğinle.
Duygularımı, sabrımı, sözlerimi, aceleci hallerimi, rüzgarla şiddetlenen kaygılarımı ve mevsimlere denk savruluşlarımı anlatmayacağım sana. Anlatmak isterken anlatamamanın ve kelimelerimle yolda kalmışlığımın kuyularında oyalamayacağım seni. Sadece dimdik duruşunun, sadık ve yemyeşil oluşunun sükunetine bırakacağım kendimi. Bir söğüt ağacının rüzgarla sallanan dallarına rağmen bunu başarabilmesidir seni yüreğime yoldaş eden. Dalların yemyeşil bir saçı andırdığında ise saçağının altında adeta beni saklar gibisin.
Ey söğüt ağacı. Gölgende huzur içinde aktı zaman. Yoldan gelip geçenler beni, seni, bizi fark etmediler. Hepsi ayrı bir telaş içindeydiler. Kimisi arabasıyla geçti yanımızdan, kimisi yaya olarak. Dertli dertli çalıp söylediler gecenin içinde kuşlar. Oysa zihnimi asfaltta gezdirirken yolun sağında seni görmüştüm ve yere eğilen dallarınla beni kucaklamıştın bile. Ben görmeyi seçmiştim, fark etmeyi sen de kucaklamayı, içine almayı. Bu kadar basit değil elbette. Fark etmek ve edilmek milyonlarca kelimeyle bile dile gelemeyecek kadar karmaşık.
Seni ilk bulduğumda dibine oturmadan önce etrafında gezindim. Birileri benden önce sana yaslanmış, dibinde yemek yemiş, sohbet etmiş ve giderlerken şişelerini, yemek kaplarını ve bütün artıklarını sende bırakıp gitmişlerdi. Bu doğada sık karşılaştığım bir durumdu ve hayli üzücüydü. Önce yerlerdeki çöpleri, kap kaşıkları, şişeleri toplayıp hemen yanındaki çeşmede ellerimi yıkadım. Bir nevi, seninle arınmadan kendimle ve suyla arındım. Ellerimi yıkamak seni tanımaya, anlamlandırmaya başlamanın ilk basamağı sayılıyordu benim için. Yüreğimi yıkamak içinse henüz erkendi. Kendime bile öyle ağırdım ki, yazsam zombiye dönüşecek diye korktuğum kelimelerim vardı içimde. Zamanın bütün ağırlıkları ve içime hapsettiklerim ayrıca.
Bugün eğer izin verirsen gölgendeki dinlencemi burada bitirmek istiyorum. Yavaş yavaş ve derin soluklarla içime çekmek istiyorum nefesini. Nefesin ormanın içindeki onlarca, yüzlerce ağaç içinde yüreğime neşe, ferahlık ve ayrı bir huzur veriyor. Ormanda bir sürü ağaç var oksijen ve sağlık yayan. Ama ben senin gölgene aşinayım. Senin dibinde kurdum hayallerimi ve seninle karşılıyorum şimdi güz mevsimini. Güzler, kışlar yapraklarımızı döküp bizi donduracak ama silkelenip bahara hazırlanmamız için bizi uyandıracaklar belki de. Dallarını toprağa eğmekten korkma söğüt ağacı. Başları yerlerde dolgun başaklar gibi; iyiliği, barışı, güzelliği ve tevazuyu anlatmaya devam et dallarınla. İnsanlar içleri kurudukça, kendi toprağını kucaklayan dallarını daha da kıskanacaklar. Bırak senin varlığına bir anlam veremesinler. Sen salkım söğüt bereketini yay bütün yeşilliğinle. Sen sev sadece. Bir adı olmasın sevdaların...
https://www.youtube.com/watch?v=xIuQX72l-Ek&list=