Sonbahar / Vedalar Mevsimi
Sonbahar gelir usulca, bir vedanın gölgesi gibi. Yapraklar sararır, dallardan kopar; rüzgârın nefesiyle savrulur, toprağa iner sessizce. Bu düşüş, bir ayrılığın aynısıdır: Ne ani bir fırtına, ne gürültülü bir çığlık; sadece yavaş bir solma, bir unutuluşun rengi. Sarı, kızıl, kahverengi... Renkler solar, ama içlerinde hâlâ yazın sıcaklığı gizlidir. Tıpkı ayrılık gibi: Kalpte kalan bir iz, bir tortu, görünmez ama dokunulduğunda yakan.
Düşünün ki, bir ağaçtır insan. Kökleri toprağa sarılmış, dalları göğe uzanmış. Yazın yeşiliyle doludur, meyveleriyle ağırlaşır. Ama sonbahar vurduğunda, her yaprak bir hatıra olur. "Gitme," der dallar, ama rüzgâr dinlemez. Yaprak düşer, yere serilir; üzerine basılır, ezilir, unutulur. Ayrılık da böyledir: Bir sevgili, bir dost, bir anı... Elinizden kayar, ama izi kalır. Toprakta çürür yaprak, besler yeni filizleri; belki de ayrılık, yeni başlangıçların gübresidir. Ama o anda, düşerken, acıtır. Rüzgârın soğuk eliyle ürperir ruh, tıpkı sonbaharın ilk ayazında titreyen beden gibi.
Geceleri uzar sonbaharda. Güneş erken kaçar, gölgeler uzar. Bir parkta oturursunuz yalnız, yapraklar ayaklarınızın altında hışırdar. Her hışırtı, bir "keşke"dir. "Keşke o son bakışta daha uzun dursaydım," dersiniz. "Keşke elini tutsaydım bir kez daha." Ama zaman, vefasız bir sevgili gibi, geçip gider. Yapraklar gibi savrulur anılar; bazıları rüzgârla uçup gider uzaklara, bazıları ayaklar altına serilir, ezilir. Ve siz, o ezilen yaprağın acısını hissedersiniz içten içe. Ayrılık, sonbaharın melankolisiyle örülmüştür: Ne tamamen kışın ölümü, ne yazın coşkusu; ara bir hüzün, gri bir bulut gibi asılı kalan.
Bir yaprak düşünün, dallardan koparken. Uçarken görür son kez gökyüzünü, mavi bir veda. Aşağı iner, toprağa karışır. Ama o düşüşte, özgürdür bir an. Ayrılık da özgürlük mü getirir? Belki. Zincirlerden kurtuluş, ama bedeli ağır: Boş bir göğüs, yankılanan bir sessizlik. Sonbahar öğretir bunu: Her düşüş, bir yükselişin habercisidir. Kış gelecek, kar öretecek; bahar gelecek, yeşerecek. Ama o arada, hüzün hüküm sürer. Yaprakların dansı gibi, ayrılığın ritmi: Yavaş, melankolik, unutulmaz.
Ve insan, sonbaharın ortasında durur. Ellerinde sararmış bir yaprak, gözlerinde yaşlı bir bulut. "Neden?" diye sorar rüzgâra. Cevap yok; sadece fısıltı: "Bırak gitsin." Ayrılık, sonbaharın hediyesidir belki de: Hatırlamak için unutturur, sevmek için uzaklaştırır. Yapraklar dökülür ki ağaç dinlensin, dallar güçlensin. Kalpler kırılır ki yeniden bütünleşsin. Ama o dökülüş anı... Ah, o an! Sarı bir hüzün kaplar her yanı, ayrılığın kokusu gibi: Nemli toprak, solmuş çiçek, uzak bir veda.
Sonbahar biter, kış gelir. Yapraklar unutulur, kar altında gizlenir. Ama ilkbahar geldiğinde, yeni filizler çıkar. Ayrılık da öyle: Acısı solar, ama izi kalır; besler yeni sevgileri. Yine de, o sarı yaprakların altında yatan hüzün, sonsuz bir şiirdir. Rüzgâr okur onu, yıldızlar dinler. Ve biz, her sonbaharda hatırlarız: Ayrılık, sonbaharın ta kendisidir
– güzel, acı, geçici ama ebedi bir fısıltı.


