Uçuk Düşler

Uçuğun biriyim demiştim ya kendim için. Sahiden de uçuğum galiba!, bugün işimi gücümü bırakıp çiçekleri ayırdım dinlerine; çakırdikeni gülünü yanıma yardımcı alarak. Oysa yapılacak ütüm vardı biraz, pantolonlar kırış kırış, gömlekler ona keza. Hepsini naylon, kara bir sepetin içine tıkıştırıp dolaba kaldırdım; bana ne ya! Bana mı güvendiler gençleşmek için, makineden ütülenip de çıksalardı, kim dedi ki onlara 'kırış kırış olun, ihtiyarlayın' diye! Hepsi bana dönmüşler, bundan sonra yıkanırsam ant olsun, bir ütüleyenim yok nasılsa, kirli gezeceğim işte! Kokacağım ama ihtiyarlamaktan kurtulacağım vallahi!




Off!. Gene atladım konuyu, çiçeklerle idi benim derdim, dinlerinin olup olmadığına taktım kafayı. Ne zaman namaz kılıyorlardı çiçekler, ne zaman camiye yada kiliseye, sinagoga gidiyorlardı? aforoz mevsimleri var mıydı acep? ne zaman oruç tutuyorlardı, ne zaman zekat veriyorlardı? hacca gitmek gibi bir telaşları var mıydı!?. Toplumsal değerleri nasıldı acaba? aşk yaşamaktan men edecek töreleri, ayıpları, günahları, kan davaları var mıydı!?. Ağlıyorlar mıydı gelin olurken? Ne renk kına yakılıyordu ellerine; elleri var mıydı? bütün bu soruların yanıtını bulmak, öğrenmek için kapısını tıklattım en yaşlı çiçeğin...




Allah allah!. En yaşlı çiçek kimdi ki!. Ne çok düşündüm onu seçebilmek için. Zorlandım da! Üniversite sınavındaydım sanki (!) Hayat meyat meselesi gibi geldi bana bu iş. Geleceğim, bunu başarıp başaramadığıma bağlıydı işte! böyle bir soru olur muydu hiç? En sonunda kararımı verdim: Çakırdikenin mor güle benzeyen top çiçeğini seçtim kendime asistan olarak. Onu seçişimde gerekçelerim vardı çünkü. Adem babayı, havva anayı çağrıştıran yanları mesela. (Nereden anam, babam oluyorlarsa yani (!) renginin güzelliği, onlardan türeyen iyi insanları ve mutluluğu; dikenleri, kötü insanları ve acıları simgeliyordu düşüncemde.




Dünyanın dört bir yanında, tarih boyunca yaşanan uygarlıkların hangi hayatları yutarak oluştuğunu hatırlamaya çalıştım, ateşin ve suyun ölüm çağıran yüzünü; tekerleğin ve telin ülkeleri yaklaştıran hızını ölçüp biçmeye yetmedi hayalim ve gelecek neler getirecekti bana? (Bize), varsa aklına bir şey gelen, lütfen açıklasın dostlar! sorularımda boğmayın beni emi!




Oturup top çakırdikeni çiçeği ile, dinlerine ayırdık tüm çiçekleri en dar zamandı zaman! Ateşe atılmış canların madımak oteli saatleri mesela. Nagazaki, hiroşima vuran kül saniyeler, filistin sokaklarında kol gezen intihar saatleri, ırak çocuklarının can çekiştiği dakikalar. ne bileyim daha nereler?! bıçak sırtına, namlu ağzına, bomba misketlerine dayalı ruhların ölüm korkusu. azraile nikahlı ömürler ne yaptımsa kurtaramadım elinden! bir çiçekleri kurtardım, bir de kendimi bir de çakırdikeni gülünü!




Dört grup dine ayırdık onları kotardığım çakırdikeni gülü ile beraber: sevgi, hüzün, şiddet, umut, pembe çiçekler sevgi dinine mensuptu, maviler hüzün!. kırmızılar şiddet, beyazlar umut! Öteki renkler kırmaydı (yani melez!) Tanrısızları temsil ediyordu bu grup çiçekler bir bakıma.




Kendimi düşündüm yine; hangi gruba dahildim ben, şimdi tutup ?tanrısızım' desem, kırma değildim. Hem annem, hem babam aynı ırkın insanlarıydı sonuçta. Keşke kırma olsaydım özellikle annem kaçak bir aşk yaşayıp alacalı bir renge boyayarak getirseydi dünyaya beni, yüzümün bir yanı siyah, bir yanı beyaz olsaydı, saçlarım ise sarı ama değilim işte. Derimin hepsi gri, alaca şafağım mübarek, sisli bir gökyüzüne, bulanık denize, kirli bir cama-aynaya, çarşaf giyinmiş bedene benziyordum(!) Ne dinim belliydi, ne de diyanetim!




Elma çiçeğini şeftali çiçeğiyle sevişirken yakaladım hem kuzeyin, hem güneyin meyve bahçelerinde...

Menekşeyle belemirin ağladığını gördüm, gün batımında bütün ülkelerde...

Zakkumların zehirlediğine, sarı gülün bülbülü beklettiğine tanık oldum; hiç yere!

Ve...

Kirazların geline dönüp gülümsediğini izledim bahara; papatyaların fallarla su akıttığını duydum sevdalı yüreklere...




Hiçbirinden vazgeçemedim!
hepsini tutup bir bahçenin humus kokan toprağına diktim (yüreğimde)
her odada, her hücrede tonlar dolusu çiçekler büyüttüm...
gün yirmi dört saat daldım güzelliklerine: kıskandım!
ne kavga ediyorlardı, ne de vardı bir dinleri!
hiçbiri namaz kılmıyordu, yoktu seccadeleri...
aforoz mevsimi de neydi yoktu ki günahları, çetrefillikleri!
zekatları renkleriydi gönlüme koydum!
hiç gitmediler hacca, bilmediler esvet taşını
şeytan da taşlamadılar hira dağında!
hele hiç görmedim dört kitaptan ayet okuduklarını...
minareye çıkmadılar ezan okumaya,
çağrısı oldu renk ve kokuları, gittik yanlarına, içimizde genişliği yaşamanın




Ve...

öylece duruyorlardı gök altında; yeşil, rengarenk ve dimdik!
sarmaşık, kol atmıştı gül ağacına; gül kabullenmişti onu!
papatyanın yeri leylağın altıydı; bembeyaz sırıtıyordu dişleri zamana...
siyah lale göz kırpıp duruyordu mine çiçeğine...
zambaklar kokusunu bedavaya satıyordu gelinciğe...
hesap yapma gibi bir telaşları olmadı hiçbir zaman bu alış-verişte...
dostlukları çıkara dayanmadı...
hele kan davası nedir bilmediler hiç...
güneşi üleşirken kavga etmediler, savaşmadılar...
öldülerse birlikte öldüler, yaşadılarsa birlikte yaşadılar iklimlerce...
dört mevsimi duyumsattılar bize
papatyada baharı,
gülde yazı,
kasımpatında hazanı,
kardelende kışı özümsedi duygularımız...




Demek istediğim şu ki: zaten ne demek istediğimi çoktan anladınız arife tarif değildi yapmak istediğim şey! Tarife arif bulma çabasıydı, anlayan anladı, anlamayan çiçeklikten çıkarıldı. Ot olsun böyleleri, gitsin öküz ağzına emi.

Şimdi söyleyin lütfen!
Beni kim bağışladı?
Tanrı mı,
iİsan mı!
Çiçeklere sormuyorum zaten
Onlar beni çoktan anladı...

09 Ekim 2013 5-6 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar