Yazmanın Rotası

Şimşeği çaktıran söz şu oldu: 'Acitasyon (ajitasyondan esinlenerek ortaya çıkardığımız bir adlandırma)'! Eylemimizin adı bu muydu? Kalemi sırdaş olarak görmek, kimseyle paylaşılamayan dertleri kalemle bölüşmek... Yazar olma ayrıcalığı ve buna bağlı sayılan kisveler; sessizlik, sükûtu içselleştirme, uzaklara bakış, dalgınlık... Bu ayrıcalıklar ve kisveler, bizi diğer insanlardan ayıran ve kalem erbabı kılan unsurlar. Ne var ki bunların yanında ya da gerisinde duran çehre, acıları üleştirmenin melankolik yüzüdür. O halde paylaşımdan kastımız acılarımız mı? Yazdıklarımızı, acılarımızı göstermek için mi yazıyoruz? Elbette, görünür olmak isteyen duygularımızın önde geleni onlar. Öyle ki acılarımız şiddetlendiğinde yazmayı bir merhem gibi aramamız yazarlığımızın gereği. Acı olmasa, yazmaya bu kadar gereksinim duyacak mıydık acaba?

Yazma serüveni, zannımca bütün yazarlarda olduğu gibi, yüklü bir hüzünle kalemi ele almakla başlar. Bir kalem ve bir kâğıt parçası, o an görünmeyen yüzümüzü açığa çıkaracak yegâne nesnedir. Ne ki bu hal, aynı zamanda bizi toplumsal hayattan açığa alacak bir girişimdir de. 'Anlarsa halimi bir onlar anlar' edasıyla tek dostumuz, kalemle kâğıt olur. Yorgan diye taşıdığımız yalnızlığımıza kâğıdı da döşek yaparız ve kaleme sarılıp yatarız. Kimsenin bizi anlayamayacağını ya da kendimizi kimseye anlatamayacağımızı düşündüğümüz anlardır bu vakitler. Diğer insanlara yabancı, kendimize düşman olduğumuz da olur. Kaçınılmaz olarak artık yazacaklarımız; derttir, hüzündür, gamdır, kederdir, tasadır, endişedir... Öyle ki çok fazla yazdığımız zamanlar, en acılı olduğumuz anlara rastlar.

Öğrencilik yıllarında dolup taşan defterler vardır. Kimisi günlük, kimisi hayatı tanımaya ve anlamlandırmaya yönelik denemelerdir bunlar. Günlük ya da deneme fark etmiyordu benim açımdan. Bu yazma eylemlerinde acı, mutlaka gelip bir ucundan tutardı yazının. Hele şiirler, hüzne ve kedere bulaşmadan gözlerini bile açamazlardı. Bir eleştiri, bir kitap özeti bile üzüntülü bir yan bulurdu mutlaka kendisine. Ve birden bire söylenen her söz, zamanın karşısında, ölümcül bir çığlık olarak acılarla baş başa kalıverirdi. Bugün benim cepheden bakıldığı zaman o defterlerin yerlerinde yeller esiyor şimdi. Okurken acımız fazlaydı artık azaldı demek zor, lakin göstergeler değişti. Okurken sadece yazılı ifade edebildiğimiz acı gösterme eylemini, şimdilerde başka yönler de kazandı. Bunun yanında 'acıyı yazılı ifade etmek için gerekli olan zaman, öğrencilik yıllarında yeteri kadar mevcuttu' da denilebilir.

'Acı gösterme eylemi', ya da bizim esinlenerek ortaya sürdüğümüz kelime 'acitasyon' diyelim, yazmanın yönünü belirginleştiriyor. Yazmak için kuşandığımız kalem, kılıçtan keskindir. Gördüğümüz, duyduğumuz o kadar çok şey var ki bunları göstermek hem imkânsız, hem yakışıksız. Her duygumuzu paylaşma gibi bir 'alçak/gönüllülüğümüz' de olamaz zaten! Her duygu ve düşünceyi paylaşmak, gerçekten büyük bir alçak/gönüllülük, hatta gönülsüzlük! Ne ki ne yazılırsa yazılsın; kalemin keskinliği önce acıyı doğuracak, sonra da yazılanları bir şekilde acıya beleyecektir.

Acıyı görüntülemek niye? Bu soruyu gözyaşlarına meftun olan birine sormak, uygunsuz olacak elbette. Ne ki sorulursa söylenecekler bellidir zaten: Gözyaşı medeniyetimiz, söyleyeceğimiz bir buruk cümleyle daha da büyüyecek. Orta Asya'dan Anadolu'ya doğru akan gözyaşları ılgıt ılgıt dalgalanacak. Hüzünler harmanı yüreğimiz, bir acı sözle daha tanışacak ve içten içe bir gam esintisiyle yeniden sarsılacak. Ruhumuz, beden kafesinde acıyla titreyip kendine gelecek, özgürlüğü için yeniden kederle çırpınacaktır! Bu kadar sebep yetmez mi acı gösterme eylemine? Sonra ne kadar şair varsa ve şiirsiz nefes almayan yazar, hüzünden başka neyi yaklaştırabilir kendine? Yalnızlığı niçin paylaşamıyoruz? Niçin kuşkulu gözlerle ürkek bakıyoruz ölüme?

Gülmek için, kendi payıma, epey yazı karaladım. Hâlâ da karalayacak gibiyim. Ne ki bütün bunlar ağlayacak alanı netleştirmek ve daha fazla gözyaşı dökebilmek içindir. Hatta gülmeyi, ağlamaya hazırlık olarak görürüm ben. Önce sevincini tüket, sonra yine acılarla baş başa kalacaksın nasılsa! Hem bu kez acılar daha sade, daha dingin! Gülmeyi ağlamak için kullandığımı itiraf etmeliyim. Öyle ki içimdeki çocuksu sevdaları gülerek ağlanır olmaktan kurtardım. Ağlayacak daha soylu acılar varken çocukluk etmekten korktum hep. Nihayetinde
Kudüs, ibadetimizin kıblesi olmasa da acılarımızın kıblesi olmuştur. Tuna yürek yaramız, Tanrı Dağları dinmeyen sevdamızdır. Osman Yüksel gibi bu dem söylenecek tek şey vardır:
'Seyhun gibi, Ceyhun gibi çağlarım,
Nerede benim Ural-Altay dağlarım?'

Yazmanın rotası, acıları göndere çekmekle bulunur. Acının sancağıdır ağlamaktan kızarmış bir çift göz. Her yönden duygular eser, fakat hiçbir duygu acı kadar soylu ve asil duramaz. Hüznü, bu yüzden eksik edemeyiz yüzümüzden ve yazımızdan. Ahmet Paşa'nın dediği gibi:
'Sürûr-i va'de-i yâra inanma sen Ahmed
Gama inan inanursan ki eski yârundur'

10 Mayıs 2017 5-6 dakika 3 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (4)
  • 7 yıl önce

    Günün yazısını ve yazarımızı kutlarızud83eudd20

  • 7 yıl önce

    (1)Yazmak başlı başına insana doygunluk veren bir eylem. İlk önce kendimizi aşmak, iç dünyamızı bir ayna gibi yansıtmak. Bazı zamanlar birilerine utanıp, sıkılıp da söylemediklerimizi yazarak belki bir nevi onlardan bize yaşattıklarının acısını çıkartmak. ''Yazmasam deli olacaktım.'' der Sait Faik Abasıyanık... Tabi bu iş belli bir alt yapı da gerektiriyor. Yazmaya başlamadan önce epey bir okuma eylemi gerçekleştirmiş olmanız ve başladıktan sonra da bırakmadan devam etmeniz şarttır. Eski devirlerde yazar olmak, şair olmak çok zor bir olaydı... Yazdıklarınızı öyle hemen kitap haline getiremez, herkese beğendiremezdiniz. Az yazar ve az kitap vardı. Şimdi önün gelen cebine üç beş kuruş koydu mu kitap çıkartıyor. Yazar ve kitap bolluğu var. Var da var olmasına çoğunun da benim ve diğer bir çok okuyanın gözünde edebi bir kıymeti yok. Tanıdığım bir çok insanda psikolojik olarak rahatlamak için yazıyor farkında iseniz. Yazsınlar, rahatlasınlar. Ama bu arada dil bozuluyormuş, insanları rahatsız ediyormuş yazdıkları, hiç umurlarında değil arkadaşların. Ben hayret ediyorum bazılarına her gün beş tane on tane yazı şiiri nasıl yazıyorlar, farkında olmaları lazım kalitelerinin düştüğünün.

  • 7 yıl önce

    (2) Yazılarına bolca Arapça, Farsça kelimeleri dolduruyorlar onu da bir şey zannediyorlar. Kitap çıkaran insanlar eğer ki ciddi edebiyat otoritelerinden sağlam eleştiriler alıyorsa ne mutlu onlara, yoksa gerisi fasafiso. Bir tutku haline gelirse yazmak ve okumak insanın hayatı da daha aydınlık olacaktır ileri ki yaşamında. Güzel bir yazı okudum kutlarım Ahmet Bey...

  • Öncelikle kutluyorum hocam. Bu rotadan ziyade bir piyango zannımca ya da en azından kendi açımdan hele ki yazmaktan bihaber iken dört yıl evveline kadar. Sayın Zeytinci'nin yorumunu okudum hatta üzerime bile alındım desem...zira bir ara bayağı kaygılıydım yazdıklarımdan-ki her yazım ve her şiirim yine kaygı ölçekli-bu bağlamda gelen yorumları ince eleyip sık okuyorum ve bir şekilde yazı şekilleniyor. Zamansız bir edim yazmak ve istemekle de ilintili değil hele ki ne yazacağımdan bihaber iken içimdeki o dürtüyü hissettiğimde. Ben de sık yazanlardanım ama bunun bir sakıncası var mı yok mu, kişiden kişiye değişir ve evet, kalite odaklı olmalı. Edebiyat bir sunum ve bir coşku ki iyi bir okuyucu olduğumu düşündüm bir ömür şimdilerde çok daha seçiciyim. Yazmak bir aşk ve karşılıksız bir aşk hele ki verim aldıkça mutluluk çoğalıyor. Çok uzun süren bir süreç de değil yazmakla iştigal iseniz bu yüzden önemli olan doğru zamanda oturup yazmak. Yeniden kutluyorum efendim. Saygılarımla.