Yüzyıl Önce Yüzyıl Sonra

3 Ekim 1912

Tarihten ders almak zorunda olanlar ne acıdır ki tarihi ellerinin tersiyle itiyorlar.

3 Ekim 1912 yılında, Osmanlı Devlet'inin Balkanlardaki varlığı kabataslak şöyle.
Trakya'da, Bulgarlarla bugünkü sınırlarla komşuyuz. Meriç Nehri'nin öteki yakasında Selanik, Manastır, Üsküp, Kosova ve sık sık isyanların çıktığı Arnavutluk Osmanlı idaresinde. Bu gölgede, Yunanlılar, Karadağlılar, Sırplar ve Bulgarlarla sınırdaşız. Bu topraklarda konuşlanmış orduya Garp Ordusu adı verilmiş. Meriç Nehri doğusu da Şark ordusu güvencesinde. Bu topraklar ve buralarda yaşayan insanlar bu orduların gerçekten güvencesinde mi? Hayır. Orduların toprak ve Osmanlıyı koruması şöyle dursun, kendilerini korumakta bile yetersizler. Bunu, Garp Ordu komutanı Ahmet
İzzet Paşa, 'Bu orduyla savaş yapılmaz,' diyerek bizzat belirtiyor. Böyle dediği için komutanlıktan alınıp yerine, her şeyi tek ben bilirim havasındaki Nazım Paşa atanıyor.
Şark Ordu'sunun komutanı Abdullah Paşa ise askerlerine; 'Korkmayın, Allah bizi korur,' diyecek kadar basiretini peşinen bağlamış bir komutan.
Ya iki ordudaki diğer komutanlar? Alaylı ve mektepli subaylar kavgasının alabildiğine kızıştığı bir dönem. Mektepli subaylar, İkinci Meşrutiyeti savunurlarken alaylı subaylar katı birer padişah yanlıları. Her iki grup, politika ile iç içeler. Daha çok mektepli subaylardan oluşan İttihat ve Terakki kuruluşundaki subaylar arasından da müthiş bir iktidar kavgası yaşanıyor. Ne yazık ki ordunun subayları da işte bu durumdalar.
Ya erat? En büyük kazan onlar arasında kaynıyor. 1910 yılına kadar askerlik
altı sene. Edirne'deki kışlada 'teskere isteriz' kazan kaldırılması sonrası 1910 yılında askerlik üç seneye indiriliyor. Osmanlıya karşı Balkan devletlerindeki ittifak nedeniyle askerliğini dolmuşlara teskereler geç veriliyor. Bu durum ise, eski askerlerin huzursuzluklarına neden oluyor. Askerlerin yine kazandırılacağından korkan ordu ve hükümet, 1912 yılında askere teskere vermeye başlıyor. Asker toplamamın zorluğu yüzünden her iki ordudaki asker mevcudu fazla azalmasın diye doğru dürüst talim görmeyen askerler eski askerlerin yerini alıyor.
Erat arasında, alaylı subay olmak için askerliğini sürdürenler de fitne fesat çıkarmaktan geri kalmıyorlar.
Ayrıca, askerlik süresini kısaltan kanun öncesi, İstanbul'da yaşayanlar askere alınmıyorlar. Ülkedeki softalar da aynı şekilde askerlikten muaflar. Kanunla onlar
ve İstanbul'da yaşanlar da askere alınıyorlar. Bunlar da ordu içinde boş durmuyorlar.
3 Ekim 1912 de, Balkan devletleri Osmanlı Devlet'ine savaş ilanı niteliğinde ültimatom verince, teskere almış binlerce asker geri çevriliyor.
İşte bu gibi nedenlerle erat, savaşacak bir ordunun asli unsuru olmaktan uzak oluyor.

Hükümet mi? Sık sık değişen, birbirlerine güvenmeyen, devleti sözde yöneten, her kafandan ayrı ses çıkan adamlar topluluğu. İçlerindeki şahinler, orduların derhal saldırarak kaybedilen toprakların yeniden geri alınmasını istiyor. Büyük bölümü ise, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin, Balkan devletlerine baskı yaparak savaşı engelleyeceklerini umuyor.
Ya İstanbul?
Hamasi nutuk ve yazılarla gaza getirilmeye çalışılan bir Müslüman ahali ve gazeteciler topluluğu. Öte tarafta ise, Osmanlı Devleti'nin, Balkan devletlerinden iyi bir tokat yemesini isteyen ama bunu gizliden destekleyen gayrimüslimler.
Balkan Savaşı?
1912 yılının 23-24 ekim günleri, Şark ve Garp ordularının hazin sonuçlarının başlangıcı oluyor. Hücum ederek Sırp ordusunu kesinkes perişan edeceğini uman Garp Ordu'su komutanı Nazım Paşa, Kumanova Savaşı'nda yenilgiden kurtulamıyor. Bulgarlara ve Karadağlılara da karşı koyamayıp geri çekilirken. kaçan askerlerine dur diyemiyor. Otuz bini geçen bir kolordusu, hiç silah atmadan Yunanlılara teslim oluyor.
Şark Ordusu ise, kurtuluşu kaçışta buluyor. Edirne yönünden yapılacak Bulgar saldırısına karşı tertibat alınmışken, asıl saldırının Kırklareli tarafından yapılmasıyla korkup kaçıyor ordu. Peç çok birlik, topunu tüfeğini bırakarak İstanbul'un yolunu tutuyor. Lüleburgaz-Enez hattında kurulmak istenen cephe de işe yaramıyor. Ordunun askerleri kurttan korkan koyun sürüsü gibi yine kaçıyor. On binlerce Trakyalı göçmenle birlikte. Yağmurda, çamurda ve ayazda...Göçmenler, Bulgar'dan daha çok kendi askerinden korkuyor. Hayvanları ve yiyecekleri alındığı için. Kızlara ve kadınlara göz dikildiği için... Bu kadar kısa sürede böyle bir zafer beklemeyen Bulgar ordusu, yetişemiyor kaçan orduya. Yetişemese de,'Bulgar geliyor' sözü yetiyor Osmanlı askerlerinin kaçmalarına. Yağma olur diye kaçan askerler ve göçmenler İstanbul'a sokulmuyor. Başka askerlerce önleri kesiliyor. Bundan yararlanılarak Büyükçekmece-Hadımköy savunma hattı oluşturuluyor. Bulgar ordusu da Çatalça'ya geliyor. Bulgar ordusundan kaçan asker ve göçmenler, çok büyük yıkım veren kolera ve tifüsten ne yazık ki kaçamıyorlar.

Balkan Savaşı'nı burada noktalarken şunu özellikle belirtmek istiyorum.
Balkan Savaşı; Türk tarihinde, kokuşmuş bir ordunun hazin ibreti oluyor...

3-4 Ekim 2012 (Yazıya dün gece başlandı.)
Birkaç senelik geçmişten bugünlere gelin. Olup bitenleri şöyle bir gözden geçirin. 1912 yılındaki Balkan Savaşı öncesiyle karşılatırın. Benim korkum; tarihin tekerrür etmesi.
Görüştüğüm, subay, astsubay ve erlerden edindiğim izlenimler hiç iyi değildi. Birilerinin
ülkeyi yönetenlere, 'Hadi söylediklerimizi yerine getirin,' talimatıyla ordu savaşa girerse eğer, Suriye çöllerinde çok can yanar. Destek verilen sözde ÖSO'nun Türk askerini arkadan vuracaklarına kesin eminim. Birinci Dünya Savaşı'nda; Yemen'de, Arabistan'da, Irak'ta, Ürdün'de, Filistin'de ve Suriye'de olduğu gibi...



Not: Öykülerimi birkaç hafta dinlendirir, üç-beş kez gözden geçiririm. Güncellik nedeniyle bu yazım öyle olamadı. Yazım kurallarına titizlik gösteren birisi olarak
bu yazıda yazım hatası ve anlatım bozukluğu olabilir. Hoş görüle...

04 Ekim 2012 5-6 dakika 7 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (4)
  • 11 yıl önce

    Osmanlı'nın duraklayış ve sonrasında da batış sebeplerinden en önemlisi çağa ayak uydurmaması ve ülkenin başına ileriyi göremeyen basiretsiz devlet adamlarının gelmiş olmasıdır. İlim ve fenden bu kadar uzak kalırsa bir toplum sonunda olacağı budur. Günümüz ile de irtibatlandırırsak Suriye de ki olaylar hepimizi derinden üzmektedir ancak savaş çığırtkanlarının ve kışkırtıcılarının dolduruşuna gelmeyip akıllı ve mantıklı hareket etmemiz ülkemizin menfaatine olacaktır. Uyarıcı ve aydınlatıcı bir yazı kutlarım Veysel bey...👍

  • 11 yıl önce

    İyi Geceler Ahmet Bey,

    İlginize teşekkür ederim. Okullarımızda tarihin kara sayfaları da okutulmalı. Hele hele devleti yönetenler, bu kara sayfaları hatim etmeliler ki, tarihe bir daha kara sayfa düşürmemliler. Nerde?..Düşünebiliyor musunuz? Binlerce vatan evladını katledenlerle gizliden barış görüşmeleri yapanlar, bunu daha da ileri götürmeyi ilan edenler beş vatandaşımızı öldürdüler, "Ne barışı?" diyor. Bu ne tutarsızlıklıktır Allah aşkına?..Allah sonumuzu hayırlara vesile kılsın. Başarılar diliyorum. Saygılarımla.

  • 11 yıl önce

    Anlayana sivrisinek saz derler hocam ama günümüzde anlamak için düşünen insan sayısı o kadar azaldıki. Dünkü düşmanına dost diye sarılan kişisel çıkarları için oy veren kendi rahatı ile avunup sokaktakine bakmayan..Bırakın vatanı en yakınlarını bile yok sayan insanlar topluluğu olduk..Giderek milli şuurumuzu yitiriyor kendimize yabancılaşıyoruz..Yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil hele şu son satırlar aklınızı başınıza toplayın diyor....Saygılar efendim

    Görüştüğüm, subay, astsubay ve erlerden edindiğim izlenimler hiç iyi değildi. Birilerinin ülkeyi yönetenlere, 'Hadi söylediklerimizi yerine getirin,' talimatıyla ordu savaşa girerse eğer, Suriye çöllerinde çok can yanar. Destek verilen sözde ÖSO'nun Türk askerini arkadan vuracaklarına kesin eminim. Birinci Dünya Savaşı'nda; Yemen'de, Arabistan'da, Irak'ta, Ürdün'de, Filistin'de ve Suriye'de olduğu gibi...

  • 11 yıl önce

    İyi Akşamlar Şükran Hanım,

    Dile getirdikleriniz de acı birer gerçek. Tarihimizin bu en kara sayfası için yazılacak daha çok olumsuzluklar vardı. Özellikle göçmenlerin içler acısı durumu ve kolera salgını. İstanbul'da olup bitenler. Makale uzun olacağı ve biraz da güncelliği nedeniyle acele ettiğim için bu kadarını yazabildim. Tarih, tekerürden ibarettir derler ya, gidişatın 1912 yılına benzediğini belirttim. Bir başka sitede bu makale için yazılan yorumu da eklemek istiyorum. Saygılarımla.

    Derya Hisar 6 Ekim 2012 ...Günümüzde de sürgit darbecilik suçlaması yapanlar, bu hükı»metin Edirne'yi vermek üzere olduğunu bir türlü kabul etmez, bir sürü yalan uydurur... Ocak 1913 darbesinin nedeni budur. Gerçi Edirne hemen yine kurtarılamamıştır ama Osmanlıların da Edirne'nin pratikte elden çıkmasından başka bir sonuç vermeyecek bir anlaşmaya imza atması da eengellenmiş olur. Ve yine İttihat ve Terakki, İkinci Balkan Harbi'nin başlamasıyla hiç olmazsa Edirne'yi, Osmanlıların ikinci başkentini kurtarmış olur! Bugün hatırlanmak istenmeyen binlerce husus arasında bu da vardır. Kendi kahramanlarını tanımayan uluslar yokolmazlar ama ikinci sınıf, elden düşme hayat yaşarlar.