Zamanın İzinde Yolculuklar
Yağmur, Kadıköy'ün dar sokaklarında yankılanıyordu. Cemil Bey, çayını yudumlayarak pencereden dışarıya baktı. Yağmur damlaları, camda küçük nehirler oluşturuyordu. Bu görüntü ona, yıllar önce Karadeniz'in hırçın sularını izlediği günleri hatırlattı. Hayat da böyle değil miydi? Bir akış, durmadan akan bir nehir...
İnsanlar, sıklıkla "tamamlanmış" bir hayata özlem duyar. Trabzon'daki eski mahalle kahvesinde Temel Amca'nın dediği gibi: "Dün geçti, yarın gelmedi, bugün de yarım." Biz hep bir şeyleri eksik hissederiz. Oysa Karadeniz'in o hırçın dalgaları gibi, hayatın tamamlanmamışlığı da onun doğasındandır.
Boğaziçi Köprüsü'nün altından geçen gemiler, farklı limanlara doğru yol alırken, insan hayatının da sürekli dönüşüm içinde olduğunu düşündüm. Kimi zaman Üsküdar'dan Eminönü'ne geçmek kadar basit görünen değişimler, bazen de Sinop'tan Van'a uzanan yolculuklar kadar zorlu olabiliyor.
Ankara'daki üniversite yıllarımda, bölüm başkanımız Prof. Dr. Ayşe Kaya'nın bir sözü zihnime kazınmıştı: "Bilim insanı, bilinmeyenin peşinden giden kişidir. Bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında bir damla su gibidir." Bu söz, hayatın her alanında geçerliydi. Biz, boşlukları doldururken aslında yeni boşluklar keşfediyorduk.
Bolu'nun sisleri arasında, Abant Gölü'nün kıyısında düşüncelere dalmak, insana yalnızlığın aslında bir eksiklik değil, bir zenginlik olduğunu hatırlatır. Aynen Nevşehir'deki peri bacalarının, zamanın oyduğu boşluklarla eşsiz bir güzelliğe kavuşması gibi...
Hayat, bizi sık sık keskin dönemeçlerle karşılaştırır. Tıpkı Ege sahillerindeki virajlı yollar gibi. İzmir'den Çeşme'ye giderken, deniz kıyısındaki o keskin virajlarda, bazen hızımızı azaltmak, bazen de cesaretimizi toplamak gerekir. Değişimin kapısını açmak, Mardin'in taş evlerindeki o ağır kapıları aralamak kadar zor görünebilir. Ama bir kez açıldığında, bambaşka bir dünyaya adım atmış oluruz.
Modern dünya, bizi sürekli bir koşuşturmaya sürükler. Levent'teki gökdelenler arasında koşturan insanlar, aslında nereye gittiklerini unutmuş gibidirler. Mehmet Bey, Nişantaşı'ndaki ofisinde, sürekli toplantılar arasında koşarken, Balıkesir'deki çocukluk anılarını özlüyordu. O zamanlarda, Kaz Dağları'nın eteklerinde, sadece rüzgârın sesini dinleyerek saatlerce oturabilirdi.
İstanbul'un kalabalığı içinde kaybolmak, aslında kendi içimizde kaybolmaktan daha kolaydır. Dışarıdaki gürültü, içimizdeki sessizliği bastırır. Ancak Kayseri'nin Erciyes Dağı eteklerindeki o sessiz anlarda, insan kendi sesini duyabilir. Tıpkı Suzan Hanım'ın, Bursa'daki bağ evine çekilip, yıllardır göz ardı ettiği iç sesini duyduğu gibi...
Gerçekte, eksiklik sandığımız şeyler, belki de hayatın bize sunduğu fırsatlardır. Konya'daki Mevlana Müzesi'nin bahçesinde, bir çınar ağacının altında oturan yaşlı bir adam, bana şöyle demişti: "Evlat, insan tamamlanmak için değil, akışta olmak için yaratılmıştır."
Hikmet Bey'in Rize'deki çay bahçesinde, yağmurlu bir günde söylediği gibi: "Yağmur, toprağın susuzluğunu gidermek için yağar. İnsan da eksikliklerini tamamlamak için yaşar." Ancak bu tamamlanma, bir son değil, sürekli bir süreçtir. Tıpkı Şile'nin dalgalı denizinin, kıyıları hiç durmadan okşaması gibi...
Sonunda, Galata Kulesi'nden İstanbul'u seyrederken anladım ki, hayat bir bütündür. Boğaz'ın iki yakasını birleştiren köprüler gibi, varlık ve yokluk, eksiklik ve tamlık, hepsi birbirini tamamlar. Anadolu'dan Rumeli'ye uzanan köprüler, iki kıtayı birleştirirken, insanın içindeki çelişkileri de birleştirir.
Ve Edirne'nin tarih kokan sokaklarında, Selimiye Camii'nin gölgesinde, bir an için durdum. Mimar Sinan'ın o muhteşem eserini yaratırken, boşluğun ve dolgunun mükemmel dengesini nasıl kurduğunu düşündüm. Belki de insan hayatı da böyle bir denge üzerine kuruluydu. Eksiklikler ve tamlıklar, bir bütünün parçalarıydı.
Kars'tan Edirne'ye, Sinop'tan Hatay'a uzanan bu topraklarda, binlerce yıllık hikâyeler birikmiş. Her biri, insanın arayışının, keşfinin ve dönüşümünün tanığı. Ve biz, bu hikâyelerin içinde, kendi hikâyemizi yazıyoruz.
Neticede, Zeynep Hanım'ın Diyarbakır surlarının gölgesinde söylediği gibi: "Hayat, bir varış noktası değil, bir yolculuktur. Önemli olan, bu yolculukta nefes almayı, her anı hissetmeyi öğrenmektir."
Ve ben, bu yazıyı bitirirken, yağmur dinmişti. Kadıköy'ün sokakları, yeni bir başlangıca hazırdı. Tıpkı hayatın her anının, yeni bir başlangıç olması gibi...
Turgay Kurtuluş