Edebiyatın Kuytusunda Kadınlar

— min. okuma: 5-6 dakika
Edebiyatın Kuytusunda Kadınlar

Kadın, geçmişten bugüne sanatta özne olmaktan ziyade konu olarak var olmuş ve buna zorlanmıştır. Oysaki kadının sanattaki yeri, sanatın ilham kaynağı olmaktan çok daha ötedir. Kadın, her zaman sanatın üreteni, koruyucusu, öncüsü ve kaynağı konumunda yer almış ancak sanat tarihi içinde bilinçli şekilde yok sayılmıştır. İsimleri gizlenmiş, ortaya çıkarılmamış ve bastırılmıştır. Bu nedenle sanat kayıtlarında kadının izine rastlamak zorlaşmıştır. 

Sanatın geçmişine baktığımızda erkek egemen bir sanatçı dünyası ve ağırlıklı olarak kadının işlendiği eserler görürüz. Bir şiirde kadının güzelliği anlatılır, bir kadının adına şarkı yazılır, bir kadının vücudu heykelle ölümsüzleşir. Kadın elbette özel bir ilham kaynağıdır bir o kadar üretkendir de. Ancak her alanda olduğu gibi sanatta da kadının üretkenliği kabul görmemiş, hatta gizlenmiştir. Bu nedenle kadının sanatta ve özellikle edebiyatta kimliğini ortaya koyabilmesi oldukça zorlu bir yolculuğun sonucudur. Bu yolculuğu, kadının toplumsal varoluş mücadelesinin edebiyattaki yansıması şeklinde inceleyeceğiz. 

Kadının Sanat ve Edebiyatta Varlığını Duyurma Çabası

Kadının sanatta geri planda bırakılması, toplumsal şartlara bakıldığında aslında hiç de zor olmamıştır. Çünkü kadın, sanatta adını duyurmaktan önce, siyasette, toplumda, günlük hayatta, iş hayatında kendine yer edinme konusunda mücadele vermekle meşguldü. 

Geçmişe baktığımızda kadının sanatta yok sayılmasının Batı’da ve Doğu’da neredeyse tüm medeniyetlerde ortak olduğunu görüyoruz. 70’li yıllarda  Batı’da baş gösteren feminist hareketler, kadının sanat ve edebiyatta sesini duyurmaya başladığı zamanlardır. Bu dönem kadınların sanat eğitimi veren okullarda eğitim almaya başlaması, kadın eserlerinin sergilenmesi gibi gelişmeler görüyoruz. Kadınların siyasette aktif olarak yer almaya başlaması, sosyal ve ekonomik bağımsızlıklarını elde etmeleri edebiyattaki varlıklarının da güçlenmesini sağlamıştır. 

Batı’da kadının varoluş meselesini kendine amaç edinen Virginia Wolf, feminist akımın öncülerindendir. Yazar, edebiyatı ustalıkla araç olarak kullanmış ve kadının toplumsal önemini eserleriyle aktarmaya çalışmıştır. Virgina Woolf, sık sık kadınların edebiyatta araç olarak kullanıldığını, bunu yaparken de erkek yazarların kadını çoğunlukla ana karakter olarak seçmekten kaçındığını ifade etmiştir. 

Kadının yasal ve sosyal birtakım sınırlamalara tabi tutulduğu toplumlarda, kadın edebiyatçılar çeşitli zorluklara maruz kalmıştır. Modern Fars şiirinin kadın öncüsü Füruğ Ferruhzad, bu zorluklara en yakından tanık olmuş bir kadın şair olup, İran yönetiminin kadın erkek eşitsizliğine isyan eder nitelikte şiirleri ile tanınır. Pervin Itısami ise, yine kadının toplumda var olma mücadelesi verdiği İran edebiyatında kaside, mesnevi ve gazellerden oluşan bir divana sahiptir. 

Edebiyat ve kadın denildiğinde toplumsal cinsiyetçiliğe her alanda maruz kalan kadınların, bu konudaki isyan ve düşüncelerini sanatları aracılığı ile ortaya koyduklarına dikkat etmek gerekir. Geçmişten bugüne edebiyatta yalnızca ilham verici bir araç olarak görülen kadınların, Batı’da ve Doğu’da bu kez seslerini duyurmak için edebiyatı araç olarak kullandığını görüyoruz. 

Kadınların edebiyatta seslerini duyurması elbette çok kolay olmadı. Bu konuda birçoğunun erkek kimliğinin arkasına sığındığı bir gerçek. Erkeklerin egemen olduğu edebiyat dünyasında kendilerine yer bulabilmek için bir süre erkek isimleri kullanan kadın yazarlar, bir yandan edebiyattaki erkek tekeline dikkat çekmiş oldular. İngiliz edebiyatçı Mary Anne Evans, George Eliot ismini, S.E. Hinton ise isminin yalnızca baş harflerini kullanmıştır. Currer Bell, Ellis Bellaka Charlotte ve Emily Bronte kardeşler, ilk kez “Bell Biraderler” ismiyle kitap yazmışlardır. Türk edebiyatında Fatma Aliye’nin de, çok uzun süre kendi ismini açıklamadan farklı mahlaslar kullanarak yazdığını biliyoruz.  

Türk Edebiyatı’nda Kadın

Türk Edebiyatı’nda kadın yazarların kaderi, Türk toplumunda kadının yeri ve önemi ile paralel yönde ilerlemiştir. Geriye dönüp Osmanlı dönemine baktığımızda edebiyatta şiir yazmanın adeta bir zanaat gibi kabul edildiği bir dönem görüyoruz. Kadınlar ise, toplumsal hayatın dışında, kendi kabuğunda yaşayan bir grup Osmanlı’da. Hal böyle olunca kadınların şiir yazma zanaatıyla ilişkisi kabul edilmiyor. Çünkü Osmanlı şiirlerinde çoğunlukla aşk anlatılır. Kadınların şiir yazması, şiirlerinde kavuşmak, hasret, aşk gibi kavramlardan bahsetmeleri gülünç karşılanmıştır. Çünkü bu dönemde aşık olmak erkeğe, aşık olunmak ise kadına yakıştırılmaktadır. Dikkat edilirse kadın yine anlatan değil, anlatılan konumundadır. 

Bu durum, Osmanlı döneminin kadın şairlerini kendi içine çekilmeye zorlamıştır. Divan edebiyatında 50 civarında kadın şair bulunduğu bilinmekte ise de, isimleri kesin olarak bilinmiyor. 15. Yüzyılda Mihri Hatun, Zeynep Hatun gibi şairler, Türk Edebiyatında ilk kadın şairler olarak bilinir.  Tanzimat döneminde, kadınlara yönelik bir dergi olan Muhadderat, Kadınlar Dünyası, Vakit, Kadınlar Alemi gibi dergilerde kadın şairler görülür. Roman dünyasında da ilk isim olan Fatma Aliye’den bu yana oldukça önemli eserler verilmiştir. 

Türk toplumunda kadının yeri değiştikçe edebiyat alanındaki faaliyetler de o ölçüde değişmiştir. Kadının iş hayatına girmesi, siyasi alanda söz sahibi olması, feminist hareketlerin ortaya çıkması Türk Edebiyatında kadın yazarların sayısını artırmıştır. Bugün kitap listelerine baktığımızda kadın yazarların ağırlığını bariz şekilde görmek mümkün. Onlarca başarılı kadın yazarımız, edebiyat dünyasında ses getiren yapıtlara imza atıyor. Ancak, halen pek çok erkek yazar ve eleştirmenin ağzından kadın yazarların eserlerinin etkileyiciliği hakkında yorum duymak çok zor. Maalesef ki, kadını geri planda tutan zihniyetin, bugün dahi kadının edebiyattaki başarılı varlığını kabul etmede zorlandığını görüyoruz. 


Paylaş:
Yorumlar