1. Bölüm / Kırmızı Işığı Yakmak
Galata Kulesi'nin yanından geçerken mahalle bakkallarının televizyon sesleri, bakkalcının horuldaması, kafelerden gelen gülüşmeler kulaklarımı dolduruyor.
Kafeleriyle, lüks mekânlarıyla, tarihi zenginliğiyle Beyoğlu yine karşımda tüm ihtişamıyla önümde duruyor ve beni selamlıyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde insan kalabalıkları ellerini çekip evlerine doluşmuş ilk rüyalarına dalmış, gece ve sokaklar asıl sahiplerini ağırlarken ben hâlâ buradaydım.
Bu gece Eylül'ün bittiği, Ekim'in başladığı geceydi ve yarın sabah erken kalkmamı gerektiren hiçbir şey bulunmuyordu. Beyoğlu'nun asıl güzelliği ise gecesiyle kendisini gösterirdi. İşte bu beni dolaşmaya ikna eden şey oldu.
Bulutlu bir gecede göğ ilk başta bana iyi davranmayacak gibiydi.
Rüzgâr sert esiyor, ekim ayı kendisi göstermeye çalışıyor.
Karanlık gölgelerin esiri olan Beyoğlu'nun birinci caddesinin arka sokağındaki eski kaldırımlarda, sessizce yürüyordum. Üzerinde yürüdüğüm zeminin asfaltı ve sertliği ayaklarımı canlandırmaya yetmişti, cadde kıyısındaki incir ağaçların dev yaprakları oldukça kalındı. Yanımdan geçen uzun boylu kızıl saçlı bir kadının tasmasını tuttuğu beyaz kaniş cinsi köpekçik dilini çıkartmış, etrafımda birkaç kere dönüp uzaklaşmıştı.
Derken yan binalardan birine ait, büyük çöp kutusunun içinden siyah bir kedinin kendini sokağa atıvermesiyle yerimde sıçradım.
Farklı Bir Mehtap


