acı kuyu_2

..................... Dındırık, at kuyusu'ndaki bağlarında bulunan yaz evinin bahçe kapısını açtı. İçeri girdi, arkasından kayınbiraderi ceppik geliyordu. Ceppiğin elinde; el dokuması bir azık torbası vardı. Gökkız, azık olarak bir somun ekmeği, bir tas dolusu çökelek biraz da kuru üzüm koymuştu. Bağevindeki kuyudan çıkrıkla su çekip testiye doldurdular. Epeyce bir zaman kullanılmayan kuyunun çıkrığı tiz bir ses çıkarmıştı. Bu ses dındırığın sinirlerini bozmuştu. Yaz evinin kapısında bulunan asma kilidi cebinden çıkardığı büyükçe bir anahtarla iki sefer çevirip açan Dındırık, içeri girince burnuna gelen rutubetli havayı yüzünü buruşturarak kokladı. Epeydir kapalı kalınca içerisi böyle kokuyor herhal.
........................ Bir sofa ve bir odadan ibaret olan yazevinin odasında bir hasır seriliydi yerde. Hasırın kenarına, üst üste düzenli bir şekilde koyulan dört minder vardı. Hava iyice kararmaya başlamıştı. Odanın içi belli belirsiz görünüyordu. Odanın ortasındaki direkte asılı duran gaz fenerini indirdi. İçinde gazyağı var mı diyerek salladı. Hiç ses gelmiyordu. Fenerin içinde gazyağı kalmamıştı. Sofa da tandırın yanında gaz yağını koydukları gaz şişesi duruyordu. Ceppiğe seslendi ; Gaz şişesini getir de fenere gaz dolduralım. Ceppik gaz şişesini alıp gelirken, şişenin ağzındaki mantarı çıkarttı, Eniştesine uzattı. Bir taraftan da çebinden çıkarttığı çakmağı yakmaya çalışıyordu. Çakmak üçüncü sefer de ateş alıp ortalığı biraz ışıtmıştı. Fenere gazı dikkatlice doldurdular. Yaktılar, Odanın içi aydınlanıvermişti. Feneri direkteki çiviye astılar.
......................... Hasırın üzerinde yığılı duran minderlerden birer tane alıp, duvara yakın bir yere koyup oturdular. Azık torbasını boşaltmaya çalışan ceppik, eniştesi dındırığa dönüp ; Acıktık, karnımızı doyuralım mı ? Dındırık ta; olur dercesine başını salladı. Somun ekmeğini böldüler, yemeye başladılar. Çökelekten birer parça ağızlarına attılar, ekmeğe katık oluyordu, çökelek. Dındırık'ı hıçkırık tuttu. Hıçkırmaya başladı. Ceppiğe döndü çabuk destiyi getir, boğazıma durdu. Ceppik hızlı adımlarla biraz önce kuyunun başına bıraktıkları testi'yi almaya gitti. Dışarısı iyice kararmıştı. El yordamıyla testiyi buldu. Acele eve döndü. Bir kupa su doldurdu, eniştesine uzattı. Suyu içen dındırığın hıçkırığı kesilmişti. Yedikleri yiyeceklerle açlıkları biraz yatışmıştı. Dındırık ; sırtını duvara iyice yasladı. Ayaklarını uzattı. Kayınına doğru dönüp ;
-Bak, bu iş benim olduğu kadar, senin de namusun.! Aba'yın ardından ileri, geri konuşuyormuş, Gökkız'ı seviyordum, dındırığa yâr etmem diyormuş.
-Enişte ; Anam söyledi bu olanları, gılçık emmi'nin kuyuya köpek ölüsü atması bardağı taşıran son damla oldu. Sonuna kadar senin yanındayım.
-İyi öyleyse, buna sevindim. Yarından itibaren uzaktan Dumbala'nın oğlanı takip et. Birkaç gün, ne yaptığını, nereye gittiğini öğrenelim. Punduna getirip, temizliyelim.
-Olur enişte, ben sabahtan itibaren takip ederim,kendimi göstermeden...
-Şu tabancalara bir bakalım.Paslanma varsa yağlayalım da tutukluk yapmasın. Azık torbasından çıkarttıkları tabancaların, birisi 7.65 mm çapına birisi de 9 mm çapında toplu tabancaydı. Parçalarını teker teker söktüler, yağladılar, bezlerle temizlediler tekrar söktükleri parçaları taktılar. Şarjör'e mermileri doldurdular. Toplu tabancanın mermilerini yerine yerleştirdiler.
....................... Dındırık toplu tabancayı ceppiğe uzattı.
-Sen bununla deneme atışı yap bakalım, tutukluk yapacak mı ?
ceppik eline aldı, nişan alır gibi yaptı, uzaklara taaa uzaklara doğru yöneltti . Sanki namlunun ucunda Dumbala'nın oğlu ceylan'ı görüyordu.
-Enişte ; ateş edeyim mi, duyan olur mu ?
-Yok kimse duymaz. Köyden epeyce uzaktayız. Duysalar ne olacak...!

Ceppik, iki eliyle tabancanın kabzasını sıkıca kavradı. Tetiğe dokundu.Gecenin sessizliğini bozan bir patlama sesiyle birlikte keskin bir ses uzayıp gitti. Arka arkaya tetiğe dokunduğu tabancanın hiç tutukluk yapmadığını gördü. Eniştesine dönüp ;
-Bu çok iyi atış yapıyor. Tutukluk ta yapmadı.
-Onlar öyledir. 9'lu derler, ona iyi bakarsan insanı darda koymaz
.......................... Yaz evinin sofa'sından içeri girdiler. Bu gece yaz evinde kalacaklardı. Yüklükten, döşekleri indirdiler. Hasırın üzerine serdiler. Yorganları açtılar. Uykuları gelmişti. Dındırık ;
-Haydi yatalım. Sabah erken kalkar,köye gideriz.
............................ Dumbala'nın ceylan, gılçığın kuyuya köpek ölüsünü atmasının ardından, onbeş gün geçmesine rağmen, Gökkız'ı püsküllü kuyusuna su almaya gelişini hiç göremedi. Suyu nereden alıyor, hiç gelmiyor diye düşünüyordu. Köyde bir şeylerin olduğunu fark etti. Tedbirli olmalı diyerek, yüklükteki döşeğin altındaki tabancasını çıkardı. Askere gitmeden önce yağlamış, temizlemiş öylece saklamıştı. İki senedir kullanılmamıştı. Tabancayı temizledi, yağladı. Mermileri de az kalmıştı. Mermi tedarik etmeli diye düşündü. ? su uyur düşman uyumaz ?
........................ Evde yemek hazırlayacak kimse yoktu. Annesi, kızkardeşleri yayladaydı. Karnı da acıkmıştı. Sofa da kurutulmuş yufka ekmek yığınından iki kuru yufka indirdi. Bir tas su aldı, eliyle yufkanın üzerine sulardan serpmeye başladı. Yufkalar ıslanmıştı. Üzerini bir bez ile örttü. Biraz sonra yumuşayan yufkaların birisini küçük parçalara bölüp bir kenara topladı. Gazocağını yaktı. Üzerine tavayı koydu bir kaşık tereyağı alıp kızarmış tavanın içine attı. Bir cızırtı ile birlikte sofanın içini mis gibi tereyağ kokusu kapladı. Yağ hafifçe kızarmaya başlar başlamaz, küçük sepetin içinden iki yumurta alıp tavanın içine kırdı. Yumurta pişmeye başlar başlamaz küçük parçalara ayırdığı yufka parçalarını tavanın içine boşalttı. Tereyağını yufka parçalarına iyice yedirmek için elindeki tahta kaşıkla karıştırdı. Gazocağını söndürdü. Tavayı üzerinden indirirken karıştırmaya devam etti. Öbür yufka ekmeği yarım ay şekline getirip, içine oymaç'ı boşalttı, kenarlarını oymacın üzerine katladı. Dürüm şekline getirdi. Ceylanın en sevdiği dürüm, oymaç'tı. Yemeye başladı. Karnı doymuştu.
................... Ceppik, dumbala'nın ceylanı üç gün uzaktan uzağa takip etti. Ceylan öğleye doğru evden çıkıyor, Horan yolu üzerindeki bağlarına, bostan ektikleri tarlaya gidiyordu. Orada bağda çalışıyor, tarlanın otlarını çapalıyor, yorulunca da ağaçların altına uzanıp dinleniyordu. Akşama doğru, bağdan tekrar köye dönüyordu. Evde eski elbiselerini çıkarıp, yeni elbiselerini giyip, püsküllü kuyusunun yolunu tutuyordu. Kuyunun karşısında, kosa emminin evi vardı. Avlu duvarına yaslanıp bir sigara yakıyor, uzaktan kuyu'ya su almaya gelenleri seyrediyordu. Gözleri yalnız birisini arıyordu, ondan başkasını görmüyordu . Suvermez köyünde su bulmak çok zordu. Kuyular kazılıyor, bazen 25 metreyi buluyordu suyun çıkışı. Püsküllü kuyusuda derin kuyulardan bir kuyu olarak , suyu hem soğuk, hemde çok tatlı bir içimi vardı. 300 Haneli bir Türkmen köyü olan SUVERMEZ Köyünde her haneden bir kadın, gelinlik kızlar,yeni gelinler, genç kadınlar akşam evin ihtiyacı olan suyu almak için püsküllü kuyusuna gelirlerdi. Bu gelişleri her gün tekrarlandığı için yeni haberler kuyu başında anlatılır ve hepsi de duydukları yeni haberlerle evlerinin yollarını tutarlardı. Bazıları da testiler,helke'ler ,güğümler olmasına rağmen ikişerli olarak taşıdıkları suları dinlenme yerleri belli olan sokak başlarında durup soluklanırlardı. Kalan haberleri de oralarda anlatırlardı.
...................... Köyde, laf arasına dındırığın, Dumbala'nın ceylan'ı vuracağı haberleri yayılmaya başlamıştı. Ceylanın bu olanlardan hiç haberi yoktu. Ceylan'ın kafasında, kalbinde, herşeyinde Gökkız vardı. Uzaktan da olsa görmesi yetiyordu. Görmek için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyordu. Havanın kararmasıyla birlikte püsküllü kuyusunun başında hiç kimse kalmamıştı. Ceylan, Habib'in nuri 'nin dükkana doğru yürümeye başladı. Sigarası bitmişti, birazda bisküvi alırım diyerek ağır adımlarla suvermez köyünün tek bakkalının yolunu tuttu. Söylemez'in kahvenin önünden geçerken içeriye baktı. Lüks lambasının parlak ışığı altında masalarda oturanlar çaylarını içerken hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Belli ki yine siyasetten konuşuyorlardı.
Ceppik , ceylan'ın bir gününü nasıl geçirdiğini takip edip öğrenmişti. Eniştesinin yanına geldiğinde ; Ne yaptığını, nereye gittiğini teker teker anlattı. Dındırık dinledikten sonra, ceylanı vuracakları en iyi yerin, Çavuşlu mahallesine yakın bir yer olan, köy içine çıkan söylemez'in evinin arkasındaki dar sokaktı. Hem yolu görüyor hemde vurunca kimseye görünmeden At kuyu'sundaki bağ evine çabukça ulaşacaklardı.
Ceppiğe döndü ;
-Yarın akşam sigarası biter nasıl olsa, bakkala gelecek. Bakkaldan çıkınca, yoldan geçerken karanlıkta bizde söylemez'in evin arkasındaki sokak girişinde pusuya yatalım. Tam önümüzden geçerken, ateş ederiz nasıl olsa iki tabanca var. O da silahını çekse de biz önce davranıp onu vururuz.
....................... Evin hayat'ında oturuyorlardı. Dındırık, hasırın üstünde ayaklarını uzatmış, sigarasından derin bir nefes çekti, canı kahve istemişti, içeriye seslendi ;
-Gökkız....! bize kahve yap.! Birer kahve içelim de yatalım. Geç oldu, yarın işimiz var.
Gökkız kahveleri getirdi. Önce dındırığa uzattı, daha sona da kardeşi ceppiğe .
Kahveleri aldılar, büyük bir iş başarmış gibi keyifle içmeye başladılar. Büyük bir bela'yı yok edeceklerdi.
.......................... Sabahın ilk ışıkları ile gözlerini açan ceylan, yattığı yatağın içinde rahat bir uyku çektiğine sevindi. Epeydir böyle dinlenememişti. Kalktı, gazocağının küçük haznesine biraz ispirto koydu. Çakmakla tutuşturdu. Mavi bir alev yükseliyordu gazocağının tepesine doğru. Yanan alev, Azalmaya başladığında haznenin içindeki gazyağını, harekete geçiren havayı pompalamaya başladı. Gazocağı gürültüyle yanmıştı. Çaydanlığa biraz su koyup, üzerine koydu. Çay içip de gideyim bağın yanına .
........................... Horan yolundan, yorgun bir şekilde yürüyen ceylan'ın yüzünde bir gülümseme göze çarpıyordu. Yıllar öncesine gitmişti sanki. Gökkız'ı gördüğü ilk günü hatırladı birden. İlk gördüğünde tepeden tırnağına kadar titremişti tüm vücudu, neye uğradığını şaşırmıştı. Aman Allah'ım o gözleri ne güzeldi.!, yemyeşildi, baktıkça kendini çölde kalmış ta , tam susuzluktan ölmek üzere iken karşısına çıkan yemyeşil bir vadi ve buz gibi akan sularıyla hayat veren, dirilten, yorgunluğunu gideren bir sevda pınarı olmuştu. Köye yaklaştığını anladı. Ruhunu okşayan, hayalinden ayrılmanın burukluğu içine çökmüştü birdenbire, derin bir ah çekti. Erişilmez olan ümitler yok olmuştu. Gelmeyeceğini bildiği halde içindeki o ince, dinmeyen sızıyı atamıyordu. Eve nasıl geldiğini anlamamıştı. Borda kapı'nın önüne geldiğinde gün inmek üzereydi. Kapıyı açıp içeri girdi. Yorgunluk, yalnızlık, üstüne üstlük birde kalbinden atmak isteyip de atamadığı sevdası sanki omuzlarında bitmeyen bir yüktü.
............................ Sofa'ya girdiğinde iyice yorgunluğunu hissetti. Bugün epeyce çalışmıştı tarlada, bağın tamamını çapalamıştı, fazla bir iş kalmadı diye düşünürken, minderin üstüne attı kendini. Yorgunluğun vermiş olduğu bir isteksizlik vardı. Karnı aç olmasına rağmen biraz dinleneyim diyerek, hasırın üzerindeki mindere uzandı. Derin bir uykuya daldı...
............................. Dındırık ; ceppik ile evin hayat'ında oturuyordu. Sinirli olduğu hareketlerinden belli oluyordu. Sigarası yine bitmişti. Kültablasına hızla bastırıp söndürdü yanan izmariti. Paketten bir sigara daha aldı yaktı. Ceppiğe dönüp;
-Şarjördeki mermiler tamam mı ?
-Tamam, toplu tabancanın da mermilerini yerleştirdim, hiçbir eksiği kalmadı.
-Söylemez'in evin arkasındaki sokağın başında duralım, nasıl olsa Habib'in nurinin dükkana sigara almaya gelecek. Köşeden bakarız, dükkandan çıkıp, tam önümüzden geçerken ateş ederiz.
-Enişte, ben göğ cemalin evin oralarda gezineyim. Dumbala'nın ceylan ; Çakallerin Hüseyinin evinin arkasından gelirse, önümden geçmiş olacak. O'na göre takip edelim, karanlıkta yanlışlık yapmayalım.
-Doğru dersin, Yanlışlıkla başkasını vurmayalım.
......................... Ceylan; uyuyakaldığı minderin üzerinden birden doğrulup oturdu. İçinde bir sıkıntı ile uyandı. Üzerine bir şey örtmeden yattığı için, üşüdüğünü hissetti. Kalktı, elini yüzünü yıkayıp, üzerindeki eski elbiselerini çıkarıp yeni elbiselerini giydi. Karnı da iyice acıkmıştı. Canı tahin helvası çekti. Evde yoktu, sigarası da bitmişti. Habib'in nuri'nin dükkandan alıp geleyim, karnımı doyurayım diye acele ederek, tam kapıdan çıkmak üzereydi ki, tabancası aklına geldi. Elini beline attı, tabanca yoktu. Sergenin üst rafına koymuştu, gitti aldı. Şarjör'ü çıkarttı baktı dört mermisi vardı. Yanına aldı Şarjörü tekrar taktı, namlunun ağzına mermiyi sürdü. Kemerine taktı. Hazırdı. ? Su uyur, düşman uyumaz ? yanımda dursun diyerek borda kapıdan çıktı.
........................... Dükkana girdiğinde Lüks lambasının kuvvetli ışığı gözlerini kamaştırdı. Karanlıktan aydınlığa girince biran gözleri seçemedi önce, daha sonra Nuri emmiyi gördü,bir paket birinci sigarası ile yarım okka beyaz helva istedi. Habibin nuri istediklerini hazırlarken de ceylanla konuşuyordu.
-Bak oğlum ceylan, Haberin olsun Dındırık seni vuracakmış, birkaç gün buralardan uzaklaş, Yaylaya git, ara soğusun, sonra geri gelirsin.
Ceylan, gençliğin verdiği cesaretle, birazda belinde sokulu duran tabancaya güvenerek;
-Erkekse karşıma çıksın, ısıracak köpek dişini göstermez,Bana bir şey yapamaz.
Dükkandan Çıkarken Helva paketini ceketinin cebine koymaya çalıştı. Bir yandan da eli ile tabancayı yokluyordu. Dışarısı zifiri karanlıktı. İleride söylemezin kahvenin penceresinden sızan ışığı gördü. Başka da aydınlık yoktu sokakta. Biraz daha yürüdü, söylemezin kahveye yaklaştığında, Üç el silah sesi gecenin sessizliğini bir daha gelmiyecekmişcesine bozdu. Ses SUVERMEZ köyünün üzerinde yankılanıp dalga dalga yok oldu, gitti.
.......................... Ceylan, sırtına saplanan mermilerden habersiz, sanki taş atıyolarmış gibi ceketinin yakasını sol eliyle tutup, başına siper ederken bir taraftan da silahını çıkartmış ateş etmeye çalışırken, Baliş kızı'nın fırının önünden hızla geçmiş Haymacının evin borda kapısında yere düşmüştü. Silah sesini duyan, söylemezin kahvede oturanlar lüks lambasını da alıp dışarı çıkmıştı. Sağa sola bakındılar, yirmi metre ileride, Haymacının evin borda kapısının önünde bir karartı gördüler,koşarak vardıklarında lambanın ışığında yüzükoyun yatanın yüzünü çevirdiklerinde, Dumbalanın ceylan olduğunu gördüler. Ölmüştü. Haymacı da kapıya çıkmıştı. Üzerini örtmek için bir şeyler istediler, Haymacı da ahırdan getirdiği, Atların üzerine örttüğü çul'u ceylanın cesedinin üzerine örttü.

08 Kasım 2008 13-14 dakika 8 öyküsü var.
Yorumlar