Amberparis

Psikanalist Melanie Klein'a göre; anneyle erken bir özdeşleşme sonucu ortaya çıkan ve çocuklarda farklı etkiler oluşturan libido yapısı olarak tanımlansa da, Freud erkeğin etken konumuna karşın, kadınlığı edilgenlik olarak tanımlamaktadır. Batılı hemcinsleri karşılaştırıldığında, yüce önderimiz Atatürk'ün yoğun çabaları ile yasal olarak erkeği ile eşit duruma gelmiş olan Türk kadınları bu konumlarını gerçek yaşamda koruyamadılar ya da geliştiremediler. Yazımda kadınlık üzerine psikanalistik ya da sosyolojik tezler üzerinde durmayacağım. Yine ülkemizdeki kadınların statüleri ve nedenleri de tartışmayacağım. Daha çok dişil görünümün bendeki etkilerini anlatacağım.

Teke yöresi insanlarında yaygın olarak kız çocuklara ilginç bir tanımlamada bulunurlar "dilli düdük". Bu bütünüyle henüz ergenlik dönemine girmemiş küçük kız çocukların neşeli, cana yakın, şirin, tatlı mı tatlı, içinde kar gibi bir bulut saklı görünümlerine toplumsal bir yakıştırmadır. Çünkü yürümeye başlayıp ta dilleri çözülmeye başladığında, hemencik ne kadar da şirinleşirler; buna hepimiz tanık olmuşuzdur. Zarif, kibar ve narin yaradılışlarına ilave olarak bu özelliklerini hep içeren konuşmaları, arkadaşlık yapmaları aynı yaşlardaki erkek çocuklardan oldukça farklıdır. Hanımlığa özentileri ise onları kısa sürede dünya tatlıları haline getirmektedir. Belki maskulinal değer yargılarımın içerisinde öznel bir tanımlama da olabilir bütün bunlar ama bu yöre insanının "dilli düdük" tanımlaması, benzer bir paralellik içersinde olduğumu göstermektedir.

Kendi gözlemlerime göre bizde kız çocuklarının kendini en iyi ifade edebildiği ve toplumun da bu yapılarını onayladığı dönem 3-13/14 yaşları olmaktadır. Ondan sonrası genç kızlığa geçmiş ve onun sorunları içine çekilmiş, kayıp bir dönem ortaya çıkmaktadır. Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinde ise toplum yapısı içerisinde en öne çıkmış kız çocuğu yaş gurubu neredeyse "teenage" olarak tanımlanan bu kesim olmaktadır. Ülkemizde bu yaş grubu kız çocukları, ergenlik sorunlarını bile geriye bırakmış habire daha fazla nasıl soru çözerim ve sınavlarda başarılı olurum derdiyle boğuşmaktadır. Geri plana itilmiş, ertelenmiş ya da bilgisizce, gizliliğe büründürülerek geçirilen bu dönemin çocukları apayrı birer yürek sancısıdır. Ne zaman giydikleri ciddi formaları içerisinde telaşlı bir lise öğrencisi görsem, sayılar, formüller, ezberler denizinde çırpınan biriymiş gibi gelir, yüreğim ezilir. Bırakın aile içerisinde kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmesine, daha hala güven içinde olmayan, her türlü tehlikeye karşı mutlak korunması gereken küçük bir çocuk muamelesi görmektedirler. Oysa son yıllarda 1-2 haftalık paket tatil programlarına katılan özellikle Avrupalı, yalnız ya da kız/erkek arkadaşı ile gelen bu yaş gurubu çocuklara rastlamak çok olası. Yine bu ülkelerde o yaş gurubu çocuklarının yaşamın belirli alanlarına part-time hizmet vererek toplumla erken bir entegrasyona girmişlerdir. Marketlerde, mağazalarda vb. yerlerde sıklıkla gördüğünüz bu ufaklıklar, üstlendikleri görevleri de fevkalade başarı ile sürdürmektedirler. Bir yandan para kazanmakta, bir yandan toplumla olumlu ilişkiler geliştirebilmeye öğrenmekte, bir yandan da yaşama hazırlanmaktadırlar.

Ülkemizde teenage üstü kızların durumu nedir ? sorusunun arkasında da genel kompozisyon açısından çok ışıltılı, renkli, sevimli bir cevap durmamaktadır. İşte bir kısmının üniversiteye girebilme şansı bulabildiği 18 yaş üstü genç kızlar. Serpilip geliştikleri bu dönemde ancak üniversiteye girebilen belirli bir yüzde ile kendini ifade edebilmektedirler. Ya üniversiteye girme şansını bulamayan büyük çoğunluk ? Sonrası evlilik, çoluk çocuk derken, belirli duraklarda kaybolup giden bir ömür.

Üç safhada değerlendirdiğim bu elmanın diğer yarılarının yüzlerine bakarken hep farklı uyartılar oluşmuştur algılama ve çözümleme ile ilgili kısımlarımda. Öğrenci formasını giymiş, saçlarını at kuyruğu yapmış teenage'ler hakkında bende oluşanları yazmıştım. Şimdi de bir dilli düdük dönemine dönelim. Hani seksek oynayan, sürekli sayışarak hiyerarşi oluşturan, bilgiç bilgiç konuşan, şu günlerde Tarkan, Haluk Levent hayranı olan şirineler. Ne zaman onlara baksam, gelecek günlerde yaşayacakları aklıma düşer ve tanımsız bir sızı oluşur içimde. Bu sevimli, çiçek gibi yaşam fışkıran yüzün yıllar ve yaşayacakları ile nasıl değişikliğe uğrayacağını görür gibi olurum. Çağlayanlar gibi coşarak sevinç saçan canlı, yarın erkek egemen toplum içerisinde nasıl suskunlaşacaktır ya da suskunlaştırılacaktır. Birde ekonomik bir özelliği yoksa, vaydır haline. En iyisi şimdi onlar doyasıya oynasınlar, doyasıya gülsünler, doyasıya kuşlar gibi özgür olsunlar.

Peki evlilik sonrası ? Alınmış kilolarla fiziksel olarak değişen vücut ölçülerinden başka, düşün dünyası da az çok değişmiş ve yaşamda büyük oranda erkeğinin çizdiği yolda yürümeye başlamış anneler. Çoğunlukla okumayan, saçını süpürge yapan, diziler ve dedikodular arasında hep verici bir kutup gibi yuvalardaki sabit yerlerini almış dişi kuşlar. Onlara baktığımda neler görürüm ? İlk başta, hak edilene ulaşılamamış bir yaşamı görürüm. Geçenlerde, erken boşanma sonrası iki kızını yalnız başına fevkalade başarılı bir şekilde yetiştirmiş ve çok güzel yağlı boya tablolar yapan bir arkadaşıma, yaşamın bana yeterince adil davranmadığını söylediğimde saçını başını yolarak isyan etmesine tanık olmuş, söylediklerimden gerçekten çok utanmıştım. "Ya ben, ya ben" demişti. Bu yaştaki bayanlarda gördüğüm diğer bir özellik, yaşıtları olan Avrupalı kadınların görünümleri ile karşılaştırmada ortaya çıkan büyük farklılıklardır. Benden birkaç yaş küçük bir akrabamın kızı vardı. Gözleri menekşe rengindeydi, biçimli yüzü ile eminim Elizabet Taylor'u kıskandırırdı ama bu güzellik eşinin evlilik dayatmaları, boşanma, ikinci evlilik, iki çocuk ve bol kremalı pastalı günlerde tez yok oldu gitti. Bir çok kadında gördüm bu yitirilmiş güzelliği. Öne çıkarılan Megan Fox (benim favorim), Angelina Jolie, J. Lopez, Eva Mendes vb. yıldızlarla karşılaştırılmayacak kadar çok güzel insanımız bulunmaktadır. Ama sonları tam Stendal romanları gibi tam bir fiyaskodur. Evet bu yaşlardaki bayanlarda gördüğüm en son görüntü genel anlamda bir Stendal romanı sonudur.

Benim gördüklerim ve duyumsadıklarımın nedenlerini, başlangıcını, gelişim ve sonuçlarını sorgulayacak, çözüm önerecek konumda değilim. Ancak iki anımı paylaşarak, dolaylı bir bağlantı ve yorum ortaya koymaya çalışayım.

Eşimle birlikte semt pazarında Kemeraltı patentli ürünler satan bir kazakçının tezgahındaydık. Kıyafetleri ile tamamen köy giysileri içerisinde olan dördü kadın beş kişilik bir ailede tezgaha geldi. Kadınlardan biri genç yaştaydı ve muhtemelen erkeğin eşiydi. İnce ve uzun boylu bir köylü güzeliydi. Tülbetin altından dışarı sarkan sarı saçları, şirin yüzüne tanımsız bir asalet kazandırıyordu. Erkek sert bir şekilde "Seç bunnardan, bi dene !!" dedi. Genç kadın "Ama Recep ben o yanışlı filoşlu bulüzü beğendim di" dediği andan erkeğin elinin havaya kalktığını ve kadının Afrodit benzeri güzel yüzüne indiğini gördük. Herkes şoke olmuştu. "Yürü, ......duğum, bunuda almeycen !!!" Aniden yüzüne aldığı tokadın şokunu, gözlerinden boşanan yaşlarla atlatmayan kadının suskun çaresizliğine kimse bir şey diyemedi. Beraber geldikleri kadınlarda en yaşlıca olanının "Yürü gız, ne somurtuyon. Delenme len irecep, anasının yanında ehme böne şeyler" sözleri ile sahne tamamlandı.

Antalya'da otogarda otobüsümüzün perona girmesini bekliyoruz. İleriden ciyak ciyak bağıran bir kadın sesine çeviriyoruz yüzümüzü. Köşeden dönen bir çift görünüyor uzaktan. İkisi de uzun boylu ve yapılı insanlar beli ki yabancılardı. Peronlara doğru gelen kadın habire adamı tokatlıyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Yaklaştıkça Fransızca konuştuğu daha doğrusu bağırdığını anlıyoruz. Oldukça iri kıyım biri olan erkek, sadece kadının durmayan tokatlarından korunmaya çalışıyordu. Meraklı yolcular olarak arkalarında küçük bir konvoy oluşmasına rağmen kadın hız kesmiyor, sesinin ve tokatlarının dozunu artırıyordu. Erkek suspus, fırtınanın dinmesi için umutsuzca yalvarıyordu sanki. Önümüzden geçerlerken, yanımdaki kadınların sessiz bir gülümseme sergilediklerine tanık oldum. Fransız çift meraklı konvoyla doğru uç peronlara doğru hızla giderken kadının öfkesi artarak sürdüğünü duyduk uzun süre. Otobüsümüz giderken bile uç peronlarda kalabalığın daha da artmış olduğu kavganın hala sürdüğünü gösteriyordu.

Son sözlerin son sözü; AMBERPARIS bir bitki cinsidir ve kadın tuzluğu olarak bilinmektedir. Renkleriyle, duruşuyla, kokusuyla çok beğenilmektedir, çabucak solsa da.

13 Haziran 2010 8-9 dakika 12 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    Hep bir kızım olsun istemiştim dualarla,

    Ve kızım oldu..

    Aynı çatı altında yaşıyoruz,annesi ve babası olarak nasıl söz hakkımız varsa onunda söz hakkı var,

    Her zaman demişimdir haklı olduğunun her konuda hakkını savun karşında ki kim olursa olsun.

    Kimse kimseden üstün değil,erkek kadından,kadın erkekten üstün değil..

    Çocuk kadın ve erkeğin paylaşımından dünyaya geliyor,evlattır kız olsun erkek olsun..

    Erkeğe öyle bir pay verilmiş ki istediğin gibi davranabilirsin eşine tabii herkes için geçerli olmasada çoğu için böyle..

    Biraz eğitimsizlik biraz aileden gelen tutum ve davranışlar erkekleri hükmedici yapıyor ne yazık ki..

    Eskiye bakarak günümüzde epeyce gelişme var artık kadın hakkını savunuyor..

    Belki ,Amberparise benzettiğiniz kadın insan olmayı insan gibi davranmayı bilenlerin sayesinde çabucak solmaz..

    Kutlarım,okumaya değerdi..