Annemin Yüzünü Göreyim

Senelerdir annesini görmüyordu. İçindeki bu büyük boşluk onun zamanla anne sevgisini unutmasına neden olmuştu. Neyse ki o boşluk o gün dolacaktı.

Tren garında annesini beklerken geçmişini düşünüyordu. O güzel anılarını. Ne de güzel oynarlardı annesiyle eskiden. Bunları düşünmekle acıları tazelendi.

İşte beklediği tren geliyordu. İçini tarifsiz bir mutluluk kapladı. Annesini görecekti yıllar sonra. Anne, diyerek boynuna sarılacaktı. Çekecekti annesinin o güzel gül kokusunu içine.

Trenden inen insanlara baktı, işte oradaydı annesi. Elinde bavul, sağa sola bakıyordu. Kızını arıyordu gözleri. Sevil koştu annesinin yanına. Annesi de gördü kızını. Koştular birbirlerine doğru. Kucaklaştılar sımsıkı. Herkes onlara bakıyordu şimdi; bu mutlu anne ve kızına.

Sarılmaları bittikten sonra kol kola çıktılar tren garından. Taksiye bindiler. Bu süre zarfında hiç konuşmadılar. Sadece birbirlerinin yüzüne baktılar. Biri kızına kavuşmanın, diğeri de annesine kavuşmanın sevincini yaşıyordu.

Evlerine vardılar. Çıktılar merdivenlerden. Hala sessizlik hakimdi etrafta. Girdiler evlerine. Sessizliği bozan anne oldu: 'Ne kadar da değişmiş bu ev, sen...'

Bunları söyledikten sonra oturdu üçlü koltuğa. Sevil'i çağırdı yanına. Sevil gitti oturdu annesinin yanına. Şimdi annesi kızının saçlarını, yüzünü okşuyor, bir yandan da göz yaşı döküyordu. Annesi göz yaşlarını dökerken Sevil: 'Anne, bir daha beni bırakmayacaksın değil mi?' diye sordu.

Birden annenin yüzü düştü. Ağlamaları çoğaldı. Sanki Sevil bu soruyu sormasa gerçeği öğrenemeyecekmiş gibi...

Bir süre daha ağlaması devam ettikten sonra Sevil ayağa kalktı. Dışarıya bakarak: 'Biliyorum' dedi. 'Sen yine gideceksin, yalnız bırakacaksın beni.' Annesi göz yaşlarını silerek Sevil'in yanına geldi. Bir yandan kızının başını okşuyor, diğer yandan dışarıya bakıyordu. 'Bırakmayacağım' dedi, 'Bir daha seni bırakmayacağım...'
'Sahi mi?' dedi Sevil, heyecanlanmıştı.
'Elbette.' Dedi annesi. 'Bırakmayacağım.'

Sevil annesine sarıldı. İkisi de mutluydu şimdi. Beraber yemek hazırladılar, yediler. Vakit geç olmuştu, yatacaklardı. Anne kız beraber yattılar. Sevil annesine sımsıkı sarıldı. Yıllardır oyuncaklarla uyumuştu. Annesinin yerine onlara sarılmıştı. Şimdi annesi vardı yanında, oyuncaklarına gerek yoktu o gece.

Sabah olunca Sevil kalktı yataktan. Yanında annesi yoktu. Annesine seslenerek salona gitti. Orada yoktu. Mutfağa baktı, orada da yoktu annesi. 'Beni bıraktı gitti' dedi kendi kendine. 'Biliyordum böyle olacağını, bak gitti işte' diye söylendi. Ağlamaya başladı. Bir süre olduğu yerde kalakaldı. Sonra anahtar sesi duyuldu. Gelen annesiydi. Boynuna atıldı annesinin. 'Gittin sandım' dedi annesine. 'Yok kızım' dedi annesi. 'Seni bırakıp nereye giderim ben. Sadece ekmek almaya çıkmıştım.' Sonra tekrar sarıldılar birbirlerine.

*****************************

2 yıl olmuştu annesiyle yaşamaya başlayalı. Alışmışlardı birbirlerine. Annesi Sevil'i karşısına aldı. Bir şey konuşmak istiyordu. 'Bak kızım' dedi. 'Ben çok hastayım, artık bunu seninle konuşmak zorundayız. Anlatmalıyım sana her şeyi. Artık ölüyorum ben. Fazla ömrüm kalmadı.'

Sevil yıkılmıştı. Annesi hastalığının sebebini anlatmıştı ona. Tekrar Almanya'ya döneceğini ve daha fazla burada duramayacağını bir bir anlattı. Sevil ise buna inanmak istemiyordu. Annesinin konuşmalarını daha fazla duymak istemedi. Koşarak dışarı çıktı, sanki bütün her şeyden kaçmak, kurtulmak istercesine. Ağladı, ağladı. Saatler sonra eve geldi. Ev sakindi. Girdi içeriye. Annesini arıyordu, ama annesi evde yoktu. Mutfakta, yatak odasında, banyoda hiç bir yerde yoktu işte. Demek ki gitmişti, kızını çaresiz bir başına bırakıp çekip gitmişti.

Masada bir not vardı. Açtı kağıdı. Okumak istiyordu bir an önce. 'Kızım, canım' diye başlıyordu mektup. 'Ben senin daha fazla üzülmemen için gidiyorum. Sana daha fazla acı çektirmemek için...' Daha fazla dayanamadı Sevil. Okursa biliyordu ki tahammülü kalmayacaktı. Annesini affetmeyecekti.

*****************************

Sevil yıllar sonra duydu ki annesi kanserden ölmüştü. Cenazesi gelecekti Almanya'dan. Üzülüyordu için için. 'Madem ölecektin' dedi, 'Neden benim yanımda geçirmedin son günlerini anneciğim...'

Annesinin cenazesine bakıyordu şimdi ağlayarak. 'Anne!' diyordu, 'Anne beni bırakma, ben sensiz ne yaparım?' Ama ölmüştü işte annesi. Cansız yatıyordu tabutun içinde. 'Bir kere' dedi, 'Bir kerecik olsun göreyim annemin yüzünü.' Ama buna izin vermediler. Sevil annesinin o güzel yüzünü son bir kez göremeden gömülüyordu annesi. Üzerine topraklar atılmaya başlamıştı bile...

'Açın tabutunu, annemin yüzünü bir kerecik olsun göreyim.' Dedi Sevil, onu tutmak isteyen ellerin arasında çırpınarak...

03 Ağustos 2011 4-5 dakika 34 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Yüreğinden damlaya damlaya gelen gönül sesin... İçinde kendimizden izler bulmak ayrıca üzsede gönlümüzü... yazınız çaresizlik rüzgârlarının çığlıkları...