Benim Adım Ömer

Hava çok sıcaktı .Doğan bir türlü uyuyamıyor, bir o yana, bir bu yana dönüp duruyordu. ''Of! Yarında okulda var.''diye söylendi.Yatakta dönüp durdu, sonunda uykuya daldı Rüyasında büyük bir köprü ve üzerinde asker kıyafeti giymiş bir sürü insan ,kiminin elinde gül, kiminin elinde de silah vardı. Doğan,uzaktan olanları sessizce izliyordu. Birden gökyüzü karardı,şimşekler çakmaya başladı. Siyah bulutlar yağmurunu hızla toprağa bıraktı. İçinde büyük bir korku hissetti.Ama sonra,gökyüzünün maviliğini kaplayacak kadar büyük bir güneş doğdu.Her yer ışıl ışılve yerlere dökülmüş sayısız gül yaprağı vardı. Doğan birden uyandı. Gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlar dudaklarını ıslatmıştı.Aslında çok ağlayamazdı. Sadece babası işe gittiğinde''Ya dönemezse...‘'diye düşünüp korkunca ağlardı.Yatağının ucuna doğru ayaklarını uzattı. Hala gördüğü rüyanın etkisi altındaydı. Uzun uzun düşündükten sonra ayağa kalktı.Gitti ve aynaya baktı .Bir an başına asker şapkası taktığını sandı. Bir selam verdi kendi kendine.Artık kararını vermişti. Oda babası gibi asker olacaktı. Annesini uyandırmak için koşarak yatak odasına doğru gitti. Annesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Sabah bu şekilde uyandırılmayı beklemeyen annesi, oğlunun gözlerine baksa da oğlunu bir an tanıyamadı. Doğan sanki dünden bugüne büyümüş ,kocaman adam olmuştu. Gözlerini ovuşturup ‘'Galiba daha uyanamadım'' diyerek yataktan kalktı. Sıcak bakışlar çepeçevre sarmıştı odadaki duvarları. Hatice hanımın yalnız uyumak canını yaksa da, vatan sıcak tutardı üşüyen yanlarını. Eşi ''Sevdası vatan olanın, yalnızlığı kurşunda olsa öldürmez ‘'derdi. Tekrar tekrar dudaklarından sessizce döküldü bu sözler... Sonra kendi kendine bir türkü mırıldandı.''Asker yolu beklerim,günü güne eklerim...''Ne kutsal ne zor meslekti askerlik. Doğan''Anne ne mırıldanıyorsun öyle?''dedi.Annesi''Ne bileyim oğlum,hasretlik işte. Seni görünce hasret buram buram bir türkü olup kondu dilime'' dedi.Doğan anladı ki ,annesi de özlemişti evin yiğit erkeğini.Onlar ağır ağır merdivenleri inerken, Elif'te tahta başmağın gıcırtısına çoktan uyanmıştı.Odasının kapısında tebessümle karşıladı ,dağ kekiği kokan annesini ve reyhan kokan kardeşini. Dünden bu güne güneşten önce özlem dolmuştu evin içine ve bir bakışla çok şey anlatmışlardı birbirlerine.

Masada ceket asılmış bir boş sandalye her zaman dururdu. Babası masada olsun yada olmasın o sandalyeye kimse oturmazdı.Masada hepsinin gözüne, önce boş sandalye ilişti.Bir sessizlik daha çöktü yüreklerine ,ağırdan inceden gözyaşı düştü yanaklarına .Hatice hanım bir kızına, bir de oğluna baktı. Yemeği hazırlamaya bir türlü eli varmıyordu. Kahvaltısız göndermezdi çocuklarını.Mutfağa doğru hızlı adımlarla yaklaştı. Bir somun ekmeği ikiye bölüp, içine biraz köy peyniri, biraz domates, maydonoz koyup gazeteye sardı. Yazın küçük şişelere koyup hazırladığı meyve sularını oğlunun ve kızının çantasına koydu. Birden korna sesiyle irkildi. Okul zamanı ne çabuk gelmişti?Doğan beslenme çantasını alıp ,servise doğru koştu.Kendini bugün hem üzgün ,hem de gururlu hissediyordu. Acaba sebebi gördüğü rüya mıydı? Yine en arka koltuğa geçip,alnını cama dayayıp düşünmeye, hayal kurmaya başladı. Hayalinde yaz gelmiş ,babası söz verdiği bisikleti alacak artık ona iki tekerbisiklet sürmeye başlatmıştı.Düşüp ,canı yansa da artık iki teker sürmeyi öğrenmeliydi. Arkadaşı Mesut''Bebek misin oğlum sen?'' diye dalga geçiyordu onunla.Arka koltukta midesi bulansa da kimi zaman yanaklarından süzülen yaşı kimse görmüyor diye orada oturmaktan çok hoşlanırdı. Erkekti ya! Öyle her şeye ağlasa ,babası gibi aslan parçası olamazdı.

Okula geldiklerinde ders zili çalar çalmaz çocuklar yerlerine oturup, öğretmenlerini beklemeye başlamışlardı. Bugün Hayat bilgisi dersinde konu ‘Vatan'dı. Mevzu vatan ve bayrak söz konusu olunca bizim Doğan aslan kesilir, canını ver deseler kılı kıpırdamazdı. Sınıfta derin bir sessizlik kaplamıştı .Günlerden Perşembe ve yarın okullar kapanacaktı. Doğan çok heyecanlıydı. Yaz tatili başlayınca köye gidecek, babasıyla birlikte dağ tepe bayır gezip ,koyun otlatacaktı. Babası ona çocukluğundan bahsedecek, dedesi tahtadan at arabası yapacak , ablası annesiyle tarlada ekin yolacaktı. Bu hayaller içini bir an sıcacık yaptı. Ders bitmeye yakın öğretmen ödev olarak şiir yazıp Cuma gününe getirmelerini istedi. İçinde bayrak ,vatan ,toprak ve uğruna can veren şehitlerimiz olacaktı. Doğan hiç şiir yazmamıştı. ''Olsun ablam nasılsa bana yardım eder, O'da babam gibi şiir yürekli'' diye düşünerek okuldan ayrıldı.

Eve geldiğinde kapıyı açık bulan Doğanın içini birden korku kapladı. Annesi içerde sessizce ağlıyordu. Arkadan annesine sıkıca sarıldı. ‘'Annemmm!'' dedi. Annesi gözyaşını görmesin diye suçu her zaman ki gibi kuru soğana attı .Doğan ''Babam yine görevde mi, gelmeyecek mi anne?'' diye sorabildi.''Olsun oğlum vatan sağ olsun'' dediyse de, kalan sözler annesinin boğazına düğümlendi.
Doğan başı önde, odasına yavaş yavaş ilerledi. Aklında yetiştirmesi gereken şiir vardı. Bu sefer şiiri kendi başına yazmaya karar verdi. Masaya oturup,derin derin düşündü.Nerden nasıl başlayacağını bir türlü kestiremedi. Şimdiye kadar hiç şiir yazmamıştı. Ne de olsa babasının gözleri şiir gibiydi...Renk renk ,umut dolu.Ona bakmak yerine şiir yazamazdı. Bir iki satır yazdı ,sildi. Sonra uykusu gelince yatağa uzandı. Bu sefer rüyasında üzerinde asker forması giymiş babasının hem kolları hem de kanatları vardı. Bembeyaz gökyüzüne uzanan kanatlar. Birden her yer gül kokmaya başladı.Babasına doya doya sımsıkı sarıldı . Sanki son kez sarılır gibi...
‘'Baba,babam...Bu kanatlar senin mi? '',''Evet oğlum''dedi babası. Doğan''Bu kanatları sana kim verdi,yoksa uçup gidecek misin?'' der demez babası eline şiir dolu mektubu uzatıverdi. Elleri titriyordu Doğan'ın,göz yaşı damla damla akıyordu mektuba.Babası ona veda ediyordu sanki...''Hakkını helal et oğlum, sana çocukluğunu yaşatamadım...''derken Doğan uykusunda boğulurcasına ağlıyordu. Babası vatanı ona emanet ediyordu. Hayırrrr! babası gidemezdi.O daha çok küçüktü.Ölümü ayrılığı nerden bilecekti. Onu kim koruyacaktı ? Sonra birden titredi.''Önce Vatan ''diyen sesler onu kendine getirdi.
Uyandığında her yeri titriyordu. Bu rüyayı kimseye anlatamazdı. Anlatırsa annesinin ablasının yüreğinin cız edeceğini bilirdi.
Zamanla bu mektup Doğanın avuçlarından hiç düşmeyecekti.Rüya da olsa hem vatan hem de sevdikleri ona emanetti. O gece Doğan için çok uzun geçti. Kalktı ve doğruldu,bir kalem bir kağıt alıp aklında kalan mısraları kağıda tek tek yazdı.
Sabahı ezanla karşılayan Doğan günlerce uyumuş ve derin bir uykudan uyanmış gibiydi. Çaydanlığı ocağa koyup,demliğe biraz çay atıp, soğuk suyla yıkadıktan sonra çaydanlığın üzerine demliği koydu.Elini yüzünü yıkamak için banyoya geçti. Biraz hüzünlü ,biraz buruk bir gözle aynaya baktı.İçini yine özlem kaplamıştı.Babasını düşünüyor içi kor gibi yanıyordu.''Ah babam keşke çıkıp gelsen de oğlum diye boynuma sarılsan .Bana söz verdiğin futbol topunu ,bisikleti almasan da olur. Gel yeter ki...'' dedi gözünden sızan yaşlar, akan suya karıştı .Artık kendine gelmeliydi, gördüğü sadece bir rüyayaydı. Babası her gittiği yerden dönmüştü.
Annesine, ablasına kahvaltı hazırlamayı düşündü. Ocağın üstünde kaynaya kaynaya su bitmiş,dem kavrulmuştu.Çaydanlığa biraz daha su ekledi.Kaynaması için ocağın altını biraz daha açtı. Buzdolabından iki yumurta aldı.Babası olsa, yumurtayı dana gözü gibi yapar, ‘'al tosunum, paşam '' der birkaç lokmada kahkahayla ona yedirirdi.
Derin bir ‘'offff!'' çekti.İki elini başına dayayıp masada düşünürken annesi tıkırtıya uyanmış mutfağa gelmişti.Hatice hanım yarı uykulu,yarı uyanık,şaşkın gözlerle oğluna bakıyordu.''Hayırdır oğlum! Sabahın bu saatinde sen kalkmazdın ,ne oldu sana?''diyerek olup biteni anlamaya çalıştı.''Yok bir şey anne ,birden uykum kaçıverdi. Öğretmenin verdiği ödev bitmemişti. Kalkıp erkenden onu yazayım diye kalktım.'' dedi.'' Annesi''Ocağa da çay koymuşsun,sen çayı pek sevmezsin .Babanı yoksa çok mu özledin ?''dedi .Doğan kimi zaman babasının geldiği kaşık şıkırtısından anlardı.Çay içmek; sevdiğini çaya şeker yerine katıp özlemi yudumlamak gibiydi. Doğan bu kelimeleri hissetse de, çocuktu dili gönlüne tercüman olmaya yetmezdi. Ocağın üzerinde fokurdayan suyun sesi, demlenme zamanını haber verir gibiydi. Hatice hanım çaydanlığı eline alıp ,yavaş yavaş çayı demledi. Tıkırtılara ablası da uyanmıştı. Hepsinin içinde dünden bir sızı, yarına umut ,gözlerinde bilmedikleri bir korku vardı ama kimse bunu itiraf edemiyordu. Annesi ‘'Doğan haydi kalk da dana gözü yumurtayı bugün sen pişir'' dedi. Yüzündeki ufak gülümseme minik bir kelebek olup konmuştu gamzesine. Elinde yumurta tavası, biraz da tereyağı...Ocağı babasının muhtar çakmağıyla tek hamlede yaktı. Tereyağı babaannesinin yayığından yeni çıkmış gibi hep böyle süt kokardı.Bu koku onu köyün avlusuna ,saman yığınına oturup yufka ekmeği bölüp banarak yedikleri tereyağlı bulgur pilavını hatırlattı. Ah!Bir yaz gelse de yine köye gitseydi. Çocuk işte ,gördüğü rüyayı unutmuş ,hayallere dalmıştı. Annesinin ‘'Yağ yanacak oğlum !'' diyen sesiyle kendine geldi. İki yumurtayı birbirine vurup kırdı, köpük köpük olan kızgın tereyağına yumurtayı tek hamlede kırıp bıraktı.Yumurta adeta dağ gibi kabardı .Daha ocağın üzerindeyken, yumurta sönmeden yemeyi çok severdi.Annesi, poşetten yufkayı çıkarıp böldü,hepsi de lokmalarına hasret katıp bandıra bandıra hatıralarla birlikte yediler.
Saat okul saatiydi. Zaman ne çabuk geçmişti.Bu sefer Doğan sırtında çanta, okul servisi gelmeden kapıda bekleyecekti.Başını sol yana eğip annesine hüzünlü gözlerle bakan Doğanı ablası da öperek uğurladı. Servis gelince yine her zaman ki yerine geçti. Arkadaşı Mesut yanına gelip oturdu.Arkadaşını incittiğini anlamış ondan özür dileyecekti.Doğan gördüğü rüyayaı hatırladığı için arkadaşının bile yanına oturduğunu fark etmedi.Koluna usulca dokunan Mesut''Arkadaşım seni kırdıysam özür dilerim.Ben iki teker bisiklet sürsemde Üzülünce bebek gibi ağlıyorum'' dedi. Sabah yere düşen çiğ tanesi gibi gözlerine nem dolan Doğan, arkadaşına sadece gülümsedi .Başını yine cama yasladı ,babasına duyduğu özlemi gökyüzüne yazdı.
Servisten inince yanına öğretmeni yaklaştı. Doğanı kaç zamandır üzgün gördüğü için meraklanmıştı.Ama neyi olduğunu sorsa, biliyordu ki Doğan hemen ağlayacaktı.Öğretmeni elini omuzuna atarak ''Yazdın mı şiiri bakalım?'' diye sorarak konuya girecekti ki... Ders zili çaldı.Öğretmen herkese ‘'Günaydın!'' diyerek sırasıyla herkesin yazdığı şiiri tahtaya çıkıp okumasını istedi.Elinde buruşuk bir mektup tutar gibi yumruklarını sıkan Doğan'ı öğretmeni tahtaya çağırdı.Sanki bir el almış Doğanın yüreğini sıkıp bırakıyordu.''Yazamadım öğretmenim.Yazarken uyuyakaldım,sadece rüyamda birkaç mısra yazdım ‘' der demez sınıfta kahkaha koptu. Öğretmeni Doğanın ne denli dürüst olduğunu bildiği için sınıftaki diğer çocukları susturdu.Doğanın söyleyecekleri belli ki bitmemişti.Aklında kalan mısralar dudaklarından dökülünce ,sınıfı büyük bir sessizlik kapladı. Evet!Yazdığı şiiri çöpe atsada yüreği ona mısraları ezbere hatırlattı.Kahkahanın yerini alkış almış yaptığı davranıştan dolayı hepsi utanmıştı.Omuzlarında öğretmeninin sıcak ellerini hisseden Doğan, gözlerinde ki yaşı düşsün diye tutmadı.
Günler hızla geçiyor ama evlerindeki özlem gittikçe artıyordu.Haziran çoktan geçmiş Temmuz ayı gelmişti.Babası bu sürede izini oldukça eve gelmiş ama yine göreve gitmişti.Bu gidişi neden içini acıtmıştı ki.Odasına çıkıp yatağına uzandı.Gördüğü yine aynı rüyaydı.Ter içinde uyandı. Tüm olacaklardan habersiz içini sızlatan ezan sesiyle güneşin doğuşunu beklemeye başladı.Omuzlarını geriye atıp,başını dikti. Sanki olacakları hisseder gibi ''Söz baba Emanetin emanetimdir, bu vatanı kimseye bırakmayacağım. ''diyerek güneşle göz göze gelmeyi bekledi.
Doğan hainlik, pusu, din maskesi nedir bilmezdi. Çocuktu nereden bilecekti.Babasını 15 Temmuz gecesi hainlerin 30 kurşunla şehit edeceğini...Ona ‘'Hainlere ilk kurşunu sıkan yiğidin oğlu ‘'diyeceklerini bilemezdi. Ya bilseydi ,babasını bile bile ölüme gönderir miydi?
15 Temmuz gecesi Doğanın gördüğü rüya gerçek olmuştu. O şimdi ,darbeye ilk kurşunu sıkan Ömer Halis Demir'in oğluydu.Doğan'ın ablası Elif'in başı dik ,omuzu ilerde ve gururlu. Dedesi ağlamıyor bile. Ne büyük miras bıraktı bizlere. Bu vatanı sevenlerin adı hem Mehmet hem de Ömer oldu...
Artık Geçit yoktu hainlere. Bu ülkede bir Ömer ölür , bin Ömer doğar.
Siz hainliğe din maskesi takanlar !Bakın Gelibolu'ya, Çanakkale'ye ,Sarıkamış'ta donan yiğit Mehmetlere...Şimdi tarih Ömerleri ,canını bilerek bayrağa siper edenleri, tankların önüne yatan yiğitleri yazacak. Nene hatunlar ,Şerife bacılar yeniden doğdu ,hep doğacak.Tarih içimizde dip diri,göğsümüzde iman,neferimiz elimizde ki sancak...Korkun bizden! Benim adım Ömer, benim adım Cennet! Ya gazi oluruz ya da şehit !Biz bu vatan uğruna birlik olup sancağımızı indirtmeyiz.

Doğanın dilinden yüreklerimize dökülen bu sözler, karanlığın içinde bir yıldız gibi parladı içimizde.Geceyi gündüze, günü tarihe çevirenlere , çocuğunu beşiğinde, sevdiğini evde bırakıp sokağa çıkıp tarih yazan yürekleri ,bu millet asla unutmayacak.

01 Haziran 2017 13-14 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar