Bir Garibin Kısa Hayat Öyküsü

Garip deyince akla kimsesiz insanlar gelir. Bu garip annesi, babası, kardeşleri ve akla gelen bütün yakınları bulunan bir gariptir. Bu garibin garipliği doğduktan hemen sonra başlar.
Yıl 1954. Anadolu'nun dağ köylerinden birinde sekiz çocuklu bir ailenin ilk oğlu olarak dünyaya geldi. Doğduğunda çok gürbüz bir çocuktu. Bir yıl yaşadıktan sonra ani bir hastalıkla 'Öldü.' denildi. Köyde doktor yoktu. Doktor bulunan en yakın yer ilçe idi. İlçeye gidebilmek için o zamanın en uygun ulaşım aracı at idi çünkü o köylerde o zaman araba diye bir şey yoktu at, bile lüks sayılırdı at ile ilçeye varabilmek ise en az dört saat sürüyordu aniden öldü denilen bu çocuğun ölüp ölmediğine köyde bulunanların karar vermeleri gerekiyordu ve bu işleri bildiğine inanılan kişilerce karar verildi öldü denildi. yıkamak için su ısıtıldı bazı kişiler mezar kazmak için gönderildi köylüler toplandı ağıtlar yakıldı ağlandı,hani demiştim ya doğuştan garip biranda çocuk canlanıveriyor,orada bulunanlar inanamıyor ama inanmak zorunda kalıyorlar hemen mezar kazmaya gidenlere haber gönderiliyor mezar yarım bırakılıyor, tıp dilinde ne denir bilmem ama bir süre kalbi durup daha sonra çalışan böyle vakalar olurmuş. O zaman bu köyde bunu bilen olmadığı için bu garip canlı olarak toprağa gömülmekten kurtuluyor tabi ki herkesi sevindiriyordu.
Aradan zaman geçti garip yaşını hatırlayamıyor ama çocukken çürüyen bir dişini de hiç unutamıyor, mâlum o zamanlar köylerin en büyük geçim kaynağı hayvancılıktı karlar eridikten hemen sonra köyden çıkıp geri kar yağıncaya kadar köye gelinmezdi köylülerin ömrünün büyük bir bölümü dağlarda geçerdi. Bir yaz günü garip de annesi ile köyden çok uzaktaki yaylalara gitmişti bir gün azı dişinin birinin ağrıdığını hissetti bir gün, beş gün derken ağrı dayanılmaz hale geldi diş çürümüştü çürük dişin üzerine sigara tütünü koyuyorlar iyileşmiyordu daha da dayanılmaz hale geliyordu, sigara tütününün ağrıyı keseceğine inanıyorlardı baktılar olmuyor birilerinin yanına katıp köye gönderdiler yaklaşık bir gün süren yolculuktan sonra köye gelindi köyde babaannesi vardı babaannesi hemen vakit geçirmeden garibin elinden tutup köyün tek dişçisi olan Halil amcaya götürdü Halil amca iyi bir insandı ama iyi bir dişçi değildi garibin dişlerine baktı çok kolay dedi Halil amcanın ne iğnesi nede ilacı hiçbir tıbbî şeyi yoktu yalnız bir paslı pensesi vardı en çok gücüne güvenirdi, şu dişin? mi bu dişin mi? derken Halil amca çürük dişi yakaladı garip bağırıyordu diş çıkmıyor. Halil amca destek almak için ayaklarını duvara dayadı mübalasız yarım saat uğraştı Halil amca birazda olsa başarmış sayılırdı çünkü dişin büyük bir bölümünü kırılmışta olsa çıkarta bilmişti ne zaman bir diş kelimesi duysa garip hemen o günleri hatırlardı.

Garibin ilk okul günleri: garibin okula giden bir halası vardı halasının arkasına takılır o da okula giderdi yaşı küçük diye kayıt yapmayan öğretmen onun okula gelmesinden rahatsız olmazdı sıralarda bir yerde garibe gösterirdi garip de dersleri izlerdi bir gün gezici müfettişlerden biri gelmişti, sınıf çok kalabalıktı çünkü bütün sınıflar, yani beş sınıf bir derslikte öğrenim görüyordu müfettiş birinci sınıflara dönerek sordu onar, onar kim sayacak garip parmağını fazla kaldırmış ve de boyu çok kısa olduğu için sıranın üstüne çıkmıştı neredeyse parmağını müfettişin gözüne sokacaktı müfettiş sen say deyince garip doğru olarak saydı. Müfettiş, aferin dedikten sonra, öğretmen, müfettişe efendim, bu çocuk okula kayıtsız geliyor, yaşı küçük olduğu için kayıt yapmıyorum dedi. Müfettiş bu çocuğu kayıt et ve de sınıfı geçir demişti. Bu da garibi daha iyi dersine çalışması için kamçılamıştı. Gel görelim ki her şey garibin istediği gibi olmuyordu. Seneye ikinci sınıfa başlayan garibe babası okula gitmesine izin vermiyordu. Öğretmenin de baskısı ile okula devam etmek isteyen garip bir gün okula gidiyor bir gün hayvanları otlatmaya gidiyordu.yaşı küçük olduğu için hayvanlara sahip olamıyor başkalarının ekinlerine zarar vermesini önleyemiyordu, bunu gören köy koruyucuları gelip garibi dövüyorlardı. Yarın okula gidiyor öğretmen dün niye okula gelmedin diye dövüyordu,öğretmen kızıyor hayvanları gütmeye gitmem deyince babası daha da çok dövüyordu. Garip küçük yaşta sopaya iyice alışmıştı yüzü gülmese de onun için işler yolunda sayılırdı. Bir gün hayvanları otlatırken azığını (yemeğini) yiyordu üstünden uçan bir karganın garibin ekmeğinin üstüne pislemesi karga sende mi beni sevmiyorsun? Demesi ve o yemeği de kargalara bırakması unutulmayan bir anı olmuştu. Zaten azığı ya çökelek (yağı tamamen alınmış peynir) ya da yağ sürülmüş yufka ekmek olurdu. Bazen de haşlanmış yumurta en lüks azık sayılırdı her şeye alışmış olan o küçük bedeni o günün açlığını da kaldırmıştı,her şeye rağmen garip başarılı bir öğrenciydi öğretmenler tarafından çok sevilirdi, bir gün öğretmenler okulda bir piyes oynanmasına karar vermişlerdi bu piyesin adı okul kaçağı idi baş roldeki okul kaçağı ali rolünü garibe vermek istemişlerdi, garip hemen kabul etti,uzun bir rol olmasına rağmen başarıyla oynayan garip gurur duyuyordu ama elinde olmadan da olsa okula devamsız kaldığından dolayı o rolde kendini oynadığını düşünerek çok üzülüyordu.
Yıllar geçti ilk okul sona erecekti öğretmenler, orta okula kayıt yaptıracaklar adını yazdırsın demişlerdi orta okul yirmi kilometre uzaklıktaki ilçede idi garip de diğer arkadaşları gibi yazıldı çünkü babası daha önce söz vermişti. Garip Eve geldi sanki yere basmıyor uçuyordu babasına anlattı babası da iyi yaptın demişti, okula kayıt gününün gelmesini iple çekiyordu, ve nihayet kayıt günü geldi herkes ilçeye gitmek için toplandı garip sevinerek babasına koştu baba gidiyoruz, beni bekliyorlar dedi daha önce söz veren baba yok oğlum gidemezsin, bu kadar hayvana kim bakacak deyince garip kurşun yemişe döndü hem ağlıyor hem de babasına yalvarıyordu ama boşuna baba çoktan kararını vermişti.
Garip bir çıkış yolu arıyordu, o zamanlar köyden kamyonlarla başka illere en çokta Çukurova ya adana civarına tarla işlerinde çalışmaya büyüklerin yanı sıra garibin yaşındakiler hatta daha küçükler bile giderdi .garip de kafasın da bir plân yaptı babası görmeden köyün dışına çıkacak kamyon köyü çıktığında kamyonu durdurup binecekti gittikten sonra da geri dönmeyecekti yazın çalışır kışın okurum diye düşünüyordu garip, nitekim beklediği gün geldi kamyon köye gelmişti diğerleri eşyalarını yüklerken garip de kendince hazırlandı kamyon yürümek üzere iken hemen köyün dışına koştu garip hareketlerinden şüphelenen babasının kendisini takip ettiğini bilmiyordu. Garip köyün dışına çıkmak üzereyken babası yakaladı iyice bir dövdü bu arada kamyon da gitmişti. Ama garip pes etmedi ikinci bir fırsat aramaya başladı.
Babası garibe hiç fırsat vermiyor köyde çalışmasına bile izin vermez olmuştu illa da dağlarda koyun güdeceksin diyordu, bu da garibin çok zoruna gidiyordu sevmediği bir işi zoraki yapıyordu.
Aradan aylar geçti bir gün garip bir fırsatını bulup babasının tabancasını evin bir yerinde bulup aldı ve evden kaçmayı başardı, kaçarken son anda babası gördü ama biraz ara uzak olduğu için engel olamadı. Garibin tabancayı kaçırmaktaki gayesi onu satıp iş buluncaya kadar okul masraflarını karşılamaktı, bir çok zorluklardan sonra ilçeye varmıştı. İlçeye yakın bir köyde daha önceden görüp tanıştığı bir silah tamircisi varidi doğruca onun yanına gitti durumu anlattı bu benim hayatımı kurtaracak ne olur bunu sat diye yalvardı. Usta bu benim işime yarar hem de senin işin bitsin, ama bende para yok diyerek para bulmaya birkaç kapıya gitti ama eli boş döndü, garip çok üzülmüştü çünkü bu onun için son fırsattı.Tabancayı satamayınca bütün umudu yok oldu o civarda bulunan bir yakınının evine vardı durumu anlattı onlarda, kolay biz sana para buluruz birkaç gün burada kal dediler garip bilmiyordu ki bunların oyalamak için söylediklerini, zaten başka da çaresi olmadığından kabul etti o yakınları köye haber göndermişler garibin babası da bir yakınını gönderip garibi yakalatıp köye götürmüşlerdi
Köy orada kalmak isteyenler için güzel olabilirdi ama garibin ideali başkaydı illâki okumak ama kısmet olmadı köyde artık istemediği işleri mecbur yapmak zorundaydı. Okumayı çok seven garip yerde bir yazılı kâğıt bulsa iyi kötü demez mutlaka okurdu dağda koyunların peşinde gezerken defter ve kalemini hiç eksik etmezdi hep bir şeyler yazar en çokta şiir yazardı ve birkaç gün sonra geri yırtıp atardı.yıllar geçti yirmi yaşına gelen garip asker olacaktı, köyde askere gidecek gençler günlerce davul zurna eşliğinde eğleniyordu, garip ise son güne kadar koyunların peşindeydi zaten hep öyle olmuştu köydeki eğlencelere düğünlere hiç katılamamıştı. Onun için askere gitmekten daha büyük eğlence olamazdı, nitekim gün geldi askere gitti onun için askerlik zor değildi çünkü istemeyerek yapılan iş kolay bile olsa zor olur diyordu, istemeyerek yaptığı bir işi bırakarak gelmişti askere, kendi gibi köyden dağdan gelen çok insanlar vardı orada ama o insanlar köylerine dönmek için can atıyorlardı, garip ise değil memlekete izine gitmek, bir kez olsun çarşı iznine bile çıkmamıştı. Çok fakir olduğu bilinen bazı askerlerin harçlığı geliyor, mektubu geliyor hatta anne,babaları görmeye bile geliyorlardı, bunları gören garip içini çekiyor, acaba benim babam neden bu kadar duyarsız diyordu,çünkü geriye dönüp düşündüğünde yirmi yılın içinde ne acılar görmüştü, gün olmuş dağlar da eşkıya ile çatışmaya girmiş, gün olmuş karlar altında yatmış donma tehlikesi geçirmiş, gün olmuş aç kalmış, susuz kalmış, yağmur birikintisi kurtlu suları içmiş, sanki bunların hepsini babası istemiş gibi hissediyor, neden diyordu,nedeni acaba babam kendisi biraz daha rahat etmesi için mi diye düşünüyordu. Geride kalan yirmi yılı garip şöyle anlatıyordu o yıllarda köyümüzde otomobil veya traktör yoktu, tarlalar kara sabanla sürülürdü, kara saban ağaçtan yapılan ucuna sivri bir demir takılan öküz veya mandayla çekilen bir alet idi. Orak veya tırpanla biçilen ekinler ise birkaç tahtanın yan yana getirilip altına sivri taşların çakılmasıyla yapılan döven adı verilen aletle yine hayvanlar tarafından çekilerek işlenirdi. Biraz koyunu keçisi veya toprağı olanlar zengin sayılırdı,biz köyün zenginlerinden biri sayılıyorduk, para nedir bilmezdik. Dedemin babasının çok altınları varmış, eşkıyalar köyü basmış dedemin babasının boynuna kızgın sac ayağı takmışlar (sac ayağı yufka ekmek pişirmek için yapılan sacın altına konan üç ayaklı demir alet) işkence yaparak bütün altınlarını almışlar. Geriye altınlardan eser kalmamış dedem onunla övünüyordu, geride kalan toprak ve hayvanlar ailenin karnını zor doyuruyordu. Fakir kabul edilen insanlar Çukurova'ya giderler tarım işlerinde çalışırlar, geri geldiklerinde hem paraları olur hem de güzel giysileri olurdu, ben bunlara imrenirdim keşke bizde fakir olsaydık derdim, çünkü onların çocukları gider bir meslek sahibi olurlardı, o yıllara kadar köyde kimse yüksek okul okumayı düşünmemişti birkaç tane liseye kadar okuyan olmuştu bu yüzden olmalı ki köye gelen en küçük bir devlet memuruna olan saygı iki binli yıllarda ki cumhur başkanına olan saygıdan çok daha fazlaydı hele, hele köylerle ilgili bir memur mesela orman bakım memurları, tahsildar gibi memurlara saygı başka idi. Anlatırlar da komşu köye bir gün bir keşif için kaymakam gelmiş, kaymakam adını pek duymayan köylünün biri kaymakam bey birkaç yıl daha okusaydın da ormancı olsaydın olmaz mıydı demiş çünkü orman köylerinde orman memuru ilk okul mezunu da olsa büyük bir devlet memuru kabul edilirdi bu da köylerimizin kültür seviyesinin bir göstergesi değimli diyordu garip.

O yıllarda köylerde elektrik yok, telefon yok, televizyon yok, radyo alıcısı yüz elli haneli köyde yalnızca üç evde bulunuyordu, gariplerin radyosu vardı ama onu dinlemeye fırsatı olmuyordu hem iş çokluğundan hem de babasının izin vermemesinden yakınıyor ah bir kendi radyom olsa diyordu çünkü radyo ile dünyaya bağlantı kuracağını sanıyordu.
Garip diyordu ki beni en çok düşündüren ve üzen babamın bana karşı olan tavrı idi tabi ki babamı seviyordum ondan sevgi görmüyor sürekli baskı ve sopa görüyordum, bu yaşlara kadar geldim geri dönüp baktığımda bir kere yavrum dediğini hiç hatırlamıyorum buraya gel diye çağırırken bile adımı söylemez küfürle çağırırdı, çok zamanlar sesiyle birlikte bir sopanın da geldiğini görürdüm, buna bir anlam veremezdim bu yüzdende babamdan uzak kaldığım zaman en mutlu zamanım olurdu, uzak kaldığım zamanların bile hesabını vermeyi düşünmek zor olurdu diyen garip şöyle devam ediyordu. Başka çocukların kendi babalarının yanında güven ve huzur içinde olduklarını gördükçe ben niçin onlar gibi değilim acaba babam beni sevmiyor mu, yoksa ben mi çok kötü bir çocuğum diye küçük beynimde bunun muhasebesini yapıyordum, şimdi bile çözebilmiş değilim çünkü yirmi yılın içinde bir mutlu günüm olmadı. Günlük tutsaydım okuduğum en acıklı romanlar benim hayatımın yanında çok neşeli bir hayat hikâyesi gibi kalır diyen garip anlatmaya devam ediyordu. Nihayet askerliği bitince geri köye dönmek zorunda kalan garip babasına dedi ki kendimi özü alınmış bir meyve gibi hissediyorum çünkü ya bir inşaat işçisi ya da bir fabrika işçisi olabilirim, onu da bulabilirsem daha ileri gidemem. Amacım bu işçiliği küçümsemek değil de, benim idealim başka olduğu için bu görevlere sığmıyordum diyordu garip, babası da ister koyun güt istersen bildiğin yere git diye cevap verince garip de artık köyde çalışsam tarlalarla uğraşsam dedi, baba kabul etmedi, garip de İstanbul,a giden bir tanıdığın yanına takıldı gitti.yıllar önce garip gilin köyünde öğretmenlik yapmış olan yaşlı bir amca İstanbul da bir okulda müdür idi onu buldu ondan yardım istedi o da garibe bir fabrikada iş buldu garip işlerinde başarılı oluyordu bu fabrikada iki yıl olmuştu ama orada bir aksilik varidi, o fabrikadaki işçi ve ustaların tamamı Artvin ve Sinoplu olduğu için içlerinde yabancı istemiyorlardı buna rağmen garip direniyor işindeki başarı grafiğini yükseltiyordu kısa sürede fabrika müdürünün takdirini kazanan garip ustabaşı olmuştu. Garibin kaldığı mahalle Sefa köye bağlı Söğütlü çeşme adında on bin nüfuslu bir mahalle idi, o yıllarda sağ- sol diye siyasi çatışmalar çok alevlenmişti bu küçük mahallede garip çabuk tanınmıştı arkadaşları birer, birer vuruluyor yok oluyordu,garip çok üzülüyor huzursuz oluyor bir gün sıranın kendine geleceğini düşünüyordu. Güvene bileceği çok kimse yoktu amca dediği okul müdürünü seviyordu ama fazla güvenemiyordu çünkü içki kumar değişik kadınlarla düşüp kalkmak hatta rüşvet bile alan bu adama iş bulduğu için minnettar idi ama pek görüşmek istemiyordu böyle şeyler garibe ters düşüyordu, bir gün kararını verdi bazı yakınlarının bulunduğu kayseri,ye gitmek için yola çıktı kayseri de bulunan bir amcası varidi zaten amcası kayseri,ye gelmesini istemişti kayseri ye gelen garip birkaç ay boş gezdikten sonra bir fabrikada iş bulundu ve de evlenen garip daha çok çalışmak mecburiyetinde olduğunu biliyordu fabrikadan artan zamanlarını bağ bahçe belleyerek odun kırarak para kazanıyor uykuya bile çok az zamanı kalıyordu bu kadar çalışmasa fabrikadan aldığı para yetişmiyordu çünkü ev yok, eşya yok, sıkıntı çok, garip böyle geçinip gidiyordu.
Bu hikayeyi fazla uzatmak istemeyen ve daha çok sıkıntıya girmek istemeyen garip şöyle diyordu. Çocuklar sonuna kadar okusun, okutulsun ilim adamı olsunlar, bilim adamı olsunlar cahil kalmasınlar. Eğer okumak bu kadar önemli olmasaydı yüce ,Allah oku emrini verir miydi? Diyen garip bazen imkânı olup ta okumayan, kahvehane köşelerinde veya buna benzer yerlerde vakit öldüren insanları görünce acaba bunlar dünyanın güzelliğinden yararlanmak istemiyor mu? diye düşünüyorum diyordu.çünkü tahsil yapamamam bir ömür boyunca yaşamam için karşıma çıkan bütün iyi fırsatları göz göre, göre kaçırmama sebep olmuştur diyordu.

15 Mayıs 2010 16-17 dakika 2 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar