Bir Sevda Davası

Güneş efkarlı bir yalnızlıkla çekti üzerine karanlığını dağların. Gece saklıydı dağlarda, onlar dağda bir mağarada açtılar. Uçan bir kuşu ayırıp da gökyüzünden doymayı öğretmemişlerdi kendilerine, bir yavrunun umursamadan gözyaşlarını.



Elleriyle tuttu yüzünü Dilan'ın adam...



- Dilan bu geceler ki doğurur günü üzerimize. Dilan bu yol ki varır şehirlere. Daha dokunmamışken tenin tenime, gözlerin neden böylesi bir sağanağa gebe?



Adamın göğsünde ağlarken Dilan bir dağ mağarasında, iki kaçağı gizleyen karanlığa lanet ediyorlardı adamlar.



- Düşün Dilan. Düşünde bir mavi kaplasın göğü, düşün ki her yeri masmavi bir vatan, düşün ki heyecanlansın yüreğin, düşün ki artık cahil değil benim milletim...



- Ey adam, bu toprağın bereketini neden beraber sürdürmediler? Neden ellerinde iken pahalı taş binaları, neden kırmızı aç gözlerini, neden üzerimize diktiler? Oysa paylaşsaydık başağında buğdayı, oysa ölümlere tutulmasaydı bu kalp, bu toprak, bu barış, bir kara cehalet sarmazdı da bizi, şimdi babam katilim olmaya etmezdi yemin.



Güneş saklayıp yüzünü utancından, yağmurlu bir sabaha uyandırdı onları. Havada ağırdı kurşun kokusu. Bir mevzide çekerken tenini tenine, hasretlere gebe kalıyordu onsuzluk korkusu...



Yürüdüler hızlı adımlarla şehirlere giden yola. Zulada ikili ölüm korkusu karışmıştı aşklarına.



- Artık bırakamam seni hasretlerine Dilan. Sözümdür ki sana doğacak çocuklarımız güzel bir günün üzerine. Onlara her yeni günde yeniden, yeniden öğreteceğiz sevmeyi...



- Üzerimize bırakılan bu kara sisi dağıtacaksa gözlerin gerçekten, bana verdiğin umuttur ki bu umuda ölmeye değer. Ey adam; bu kara sis ancak, umutla dağılırmış meğer...



Kuş sesleri susmuş, rüzgar dindirmişti esintisini. Uzak bir denizin kıyısında üşüyen tenlerini ısıtmak isterken elleri, durdular oldukları yerde. Bir ayrılık kesmişti önlerini...



Derin kederlerdeydi güneş. Bulutlar ağlarken üzerlerine, bir yasak mermi girmişti Dilan'ın sol göğsünün içine. Kızının sol göğsünden sızan kana baktı babası, acımadan, kanamadan öyle dosdoğru baktı o da, indirirken tabancasını.



Yere düştü Dilan. Birdenbire gök düştü yere. Bir damla kan sızdı bacaklarından, derin kederler düştü yüzüne. Yeryüzü alabildiğine rezil bir cehennemdi ve cennete giderken Dilan ardına bırakmıştı bu kez adamını...



Velhasıl adam Dilan'ı vuranı vurdu. Dilan'ın karnındaki bebesini vuranı vurdu. Kara bir cehaleti tutup orta yerinden hesap sordu o dengesizliğe. Otuz iki yıla hüküm giydi, yakınsız uzaksız bilmem hangi şehrin hangi cezaevinde...



Solan umutlardı
Güneş karalara boyamıştı yüzünü
Güneş ancak duvarlardı...
...





Not: Bu yazımı kaygıyla yazdım. Kısacası kim ne anlamak isterse onu anlayacak gerçekten ama umarım ne anlattımsa o anlaşılabilir...

16 Eylül 2013 2-3 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (5)
  • 10 yıl önce

    şiirsel anlamak istediğimden ziyade anlatmak istediklerini bile hissettim sol yanımda ince bir sızı ile...

    tebriklerimi bırakıyorum sayfana dua ile Mete 😙

  • 10 yıl önce

    Hüzünlü bir öykü ki çoğu zaman toplumumuzun bir kesiminde sıklıkla yaşanan toplumsal olaylar benzeri bir yaşanmışlık. Öykü dünyasına adım atmış Mete... Bence sağlam adımlar devamını da bekleriz Mete...👍

    Tebrikler sana içtenlikle...

  • 10 yıl önce

    iyisin iyiii öykü dilin gibi...👍

  • 10 yıl önce

    Öykü dili akıcı. Betimlemeler vurgular da güzel : ) Anlatılmak istenene gelince iki sonuca çıkar bu hikaye. İkisi de güzel yerlere varır. Kutlarım. 👧

  • 10 yıl önce

    😎Kutlarim gunun oykusunu. Guzel oykulerle aramizda olmani diliyoruz. Sevgiyle kal.