Büyükanne

Büyük anne deyince, annenin büyüğü küçüğü olur mu diyor insan, ama torunları öyle duymuşlardı, öyle biliyorlardı.
Aslında anneanne diye bildiğimiz insandı o, ama gerçektende büyük bir anneydi.

Osmanlı döneminde Antalya'da, Antalya'nın bir köyünde dünyaya gelmiş, o zorlu savaş yıllarını daha çocuk denilebilecek yaşlarda yaşamıştı.
Ailenin tek kızıydı anne ve babası ona Kübra adını vermişti.

Halk yoksuldu,
Aileler kalabalık olsun olmasın geçim sıkıntısı çekiyor, savaş korkusu kol geziyordu.
Sağlık sorunları olan insanlar doktorsuz hastanesiz biçare kıvranıyorlardı.
İnsanlar kaderlerine razı oluyor, çoğu zaman hayat ölümden daha çok acı veriyordu. Yer yer salgınlarla insanlar kırılıyordu.
Köye giren bir salgın sonucunda birçok insan hayatını kaybederken babasını ve kısa bir süre sonra annesini de kaybetmişti.

Kardeşleriyle birlikte annesiz babasız bakıma muhtaçtılar. Akrabaları onlara yardımcı olabilmek için kolları sıvamıştı. Güç koşullarla yapılan haberleşmeler neticesinde olaydan haberdar olan, İzmir'de yaşayan teyzesi ona sahip çıktı. Yanına alıp bakımını üstlenecekti.

Teyze:

Ulaşımın çok zor olduğu o yıllarda demiryolu ve kağnı vasıtasıyla yeğenini almak üzere Antalya'ya ulaştı. Kübra teyzesini hayatında ilk defa görüyordu.
Teyzesi annesine çok benziyordu. Onu görünce bir an annesini görmüş kadar duygulandı. Aralarındaki kan bağı ve annesine çok benzemesiyle Kübra teyzesine hemen ısınmıştı. Kardeşlerinden ayrılmak zor olacaktı, ama teyzesinin teklifine hayır diyemedi.
Kardeşlerin ile vedalaşıp teyzesiyle birlikte İzmir'e doğru zorlu bir yolculuğa çıktılar. Günler sonra hiç tanımadığı yabancı bir yere gelmişti.

Teyzesi eşi ve küçük bir kızıyla birlikte yaşıyordu. Fakat teyzesinin eşi eniştesi de hastaydı sürekli rahatsızlanıyordu.
Ve kısa bir zaman sonra oda hayata gözlerini kapadı.
Kübra, teyzesi ve kuzeni bir başına kalmış, birlikte yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bu yıllarda Osmanlı imparatorluğu çökmüş ve verilen savaşlar sonucunda Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
Savaşın bitmesine rağmen yorgun düşen ve yoksullaşan halkı zor günler bekliyordu.
Tabi eniştesinin ölümünden sonra onlar için hayat daha da zordu.

Teyze, kadın haliyle çalışmak zorundaydı. Şehirde yapabileceği işler kısıtlıydı.
O yıllarda bölgede ekilmeye başlayan tütünün işlenmesi için fabrikalar kurulmuştu. Yaprak işletmelerine gidip çalışıyor evin geçimini sağlıyordu.
Kübra evin ekonomisine katkıda bulunmak ve teyzesine fazla yük olmamak için çalışmak istiyordu. Bu fikrini teyzesine söyledi

Teyze genç bir kız olan Kübra'nın çalışmasını istemiyordu.
Kübra teyzesini ikna etmeyi başarmıştı. Oda tütün fabrikasına girip çalışmaya başladı. Artık kendini daha rahat hissediyordu.
Fabrika mevsimsel tatile girse de sezon başlar başlamaz Kübra ve teyzesi hemen işbaşı yapıyorlardı. Aradan birkaç yıl geçmişti.
Ulaşım için herhangi bir vasıta olmadığı için işe mesafe gözetilmeden yürüyerek gidiyorlardı.
Her sabah kullandıkları güzergâhı kullanan bir delikanlı Kübra'yı görmüş ondan hoşlanmıştı. Delikanlı da Kübra gibi anne babasız öksüzdü, tanımadığı bu kızı merak etse de kimseden bilgi alamıyordu, tabi yanına yanaşması dahi mümkün değildi.

Ona da göz kulak olan akrabaları vardı.
Bir süre sonra konuyu akrabalarına açtı.
Bu kızın kim olduğunu soruşturan akrabalar bir müddet sonra Kübra'nın teyzesiyle irtibata geçtiler. Kübra'da meseleden haberdar olmuştu.

Bir gün tanrı misafiri olarak eve gelen yabancı bir hanım konuyu arz ederek Kübra'ya talip olduklarını söyledi.
Allah'ın emriydi bu Kübra'yı Ali'ye istiyorlardı.
Artık her ikisi de işe giderken birbirlerine göz ucuyla da olsa bakıyorlardı. Kısa bir süre sonra aileler kavilleşip gençleri evlendirmeye karar verdiler.
Kendi aralarında yaptıkları nikâh töreniyle gençler evlenmişlerdi.

Üç beş çanak çömlek bir yatak yorgandan başka eşyaları olmasa da bir oda bir banyodan ibaret sımsıcak bir yuvaları vardı.
Ali limanda vinçte operatör olarak çalışıyordu, Kübra'da aile ekonomisine katkı sağlamak için çalışmaya devam etti.

Aradan geçen bir süre sonra bir erkek bebekleri olmuştu. Bebek henüz doğru düzgün konuşmaya başlamamıştı, ateşli bir hastalık onun hayatının son bulmasına neden oldu.
Ardından bir erkek bebekleri daha oldu fakat onu da kaybettiler.
Her ikisi de kahroluyorlardı evlat acısıyla kıvranıyorlardı.
Kübra üçüncü kez hamile olduğunu fark etmişti fakat bebek daha doğmadan onu da kaybetme korkusu her ikisini de sarmıştı.
Bu defa dünyaya gelen bebekleri bir kızdı her ne kadar sağlıklı olsa da onu gözlerinden dahi sakınır olmuşlardı.

Kızları dünya güzeli bir kızdı oda yokluk ve yoksulluk içinde büyüyordu. Kübra kendisi okumayı bilmiyordu. Kızını okutmak için saçını süpürge etmeye razıydı. Kızı okulunu başarıyla tamamladı.
O yıllarda dünyayı yeni bir savaş korkusu sarmıştı. Ve geniş bir coğrafyada ikinci dünya savaşı başlamıştı.
Türkiye her ne kadar savaşa fiilen katılmasa da bu savaştan büyük zarar görmüştü. Ekonomi çökmüş insanlar açlık ve kıtlıkla boğuşuyordu. Bir ekmek alabilmek için dahi kuyruklar oluşuyor ekmek karne ile kayda alınarak dağıtılıyordu.

Zamanında acılarla büyüyen Kübra biricik kızının acı çekmesine dayanamıyordu.
Kızının aç kalmaması için kendi sofradan aç kalkıyor, yavrusunun bir gülücüğü olsun onun gönlünü doyuruyordu.
Belki bu savaş bir gün bitecekti ama gelecekleri muamma, istikbal vaat etmiyordu. Umutsuzluk içindeydi...




Bir gün daha önce evlenmiş olan komşularının kızı evlerine geldi. Ağzında bir şeyler geveliyordu. Kübra merak etti, ''hayrola nedir ağzına doladığın'' diye sordu.
Konuyu açan komşu kızı Kübra'ya kızını taşrada yaşayan kaynına uygun gördüğünü söylüyordu.
Konu o an kapansa da kısa bir süre sonra kızını görmeye geldiler.
Önceleri kararsız olan anne ve baba kızlarını vermeye razı olmuşlardı.
Karşı tarafa kabul ettiklerini bildirdiler kısa bir nişanlılık döneminden sonra aile arasında yapılan bir törenle kızları evlenmişti.

Kübra'nın buna alışması çok zor olacaktı

Damadı geçimlerini bölgede yaygınlaşan tütün üretimiyle sağlıyor kendi ihtiyaçları olan ürünleri de yetiştiriyorlardı.
Onu rahatlatan konu kızının tarım bölgesine evlenmiş olmasıydı.
Düşüncesine göre orada her şey ekilip biçildiği için kızı kıtlıktan etkilenmeyecekti.
Her ne kadar olsa taşra yaşamı şehir hayatına göre daha kolaydı.

Yıllar geçip giderken savaşlar sona ermiş yaşam koşulları değişmeye başlamıştı.
Bu arada kızının çocukları dünyaya geliyordu.
Artık bir anneanne olmuştu. Torunları onlar için her şeydi. Ulaşım her ne kadar zor olsa da her fırsatta onları görmeye gidiyorlar imkânlarına göre bir çıkın hazırlayıp soluğu torunlarının yanında alıyorlardı.

Kızının aralıklarla yedi çocuğu olmuş, Kübra ise yılların yorgunluğunu iyiden iyiye hissetmeye başlamıştı.
Bu arada Ali limanda maruz kaldığı çalışma koşullarından dolayı rahatsızdı, yorgun düşmüştü, çalışamaz haldeydi.
Rahatsızlığının artması Kübra'yı ve kızını tedirgin ediyordu. Doktorun verdiği ilaçlar etki etmiyordu.


Kızı ile ailece haber alabilmek için çırpınıyorlardı. Eve gelen postacı onları korkularına yenik düşürmüştü. Gelen telgrafta Ali'nin ağır hasta olduğu yazıyordu fakat acı haberi almaları ancak birkaç saat sürdü. Hemen yola çıkıp şehre gittiler.
Yapılan cenaze hazırlıklarından sonra Ali toprağa verildi.


Kübra bir başına yapayalnız kalmıştı. Damadı onu yanlarına almayı teklif etti. Onun için zor olsa da bunu kabul etmek durumundaydı.
Evinde bulunan üç beş parça eşyasını toplayarak kızının yanına gitti.


Artık tütün fabrikasında çalışmasa da yine tütün içindeydi. Her ne kadar tarlada çalışmasa da
Yaprakların dizilmesine yardım ediyordu.
Yıllarca işlediği tütün yine elindeydi. Beklide yıllardır nefes nefes çektiği Bafra sigarası da ellerinden geçiyordu.


Koca bir hayat geçmişti yokluk ve sıkıntılarla, o okumayı bilmese de gönül gözüyle okuyor yazmayı bilmese de gözleri anlatıyordu.
Artık çok yorgundu...
Sigara tabakası masanın üzerinde yarım kaldığı gün seksen beş yaşındaydı.

15 Kasım 2013 8-9 dakika 30 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (3)
  • 10 yıl önce

    Acı sıkıntı ve üzüntü ile dolu bir hayat hikayesi. Yokluklarını her zaman insan hissediyor...

    Hüzünlüydü kutlarım Mustafa...

  • 10 yıl önce

    / Tebrik ederim Mustafa bey...👍

  • Geçmişin izlerini ne kadar silmeye çalışsalar da o günlerin
    acılarla ,hüzünlerinin ortak olduğu bir hayatı böylesi naif bir kalemin yazılarıyla gözlerimizin önüne serpilişi !. Bu güzel yazıya konu olan kişilerin ellerinden öpmek gerekir hala böylesi değerlerin hayatta var olması ne güzel usta bir şairin Şiirlerinden sonra öykü dalında da başarılarını devam ettirdiğini görmek çok güzel..Kutlarım üstat güzel bir yazı ve geçmişin Acı, Hüzün, ve yaşanmışlarla dolu bir hikayeyi belleklerimize sunduğun için...😙😙👍