Cam Kapının Arkasında
Ayşe'nin elindeki fincan soğumuştu çoktan. Camdan içeri süzülen güneş ışığında buhar çoktan kaybolmuş, sadece kahvenin dibindeki telveler kalmıştı. Karşısında oturan Deniz'in lafları da öyle... Havada asılı kalıyor, bir yere konmuyordu.
"Ya sen hiç düşündün mü," diyordu Deniz, "neden hep aynı kafede buluşuyoruz?"
Ayşe biliyordu aslında. Bu kafenin cam kapısından görebildikleri her şey onları güvende tutuyordu sanki. Dışarıdaki koşuşturma, araba sesleri, geçip giden insanlar... Hepsi bir cam arkasındaydı. Dokunabilecek kadar yakın ama yeterince uzak.
"Alışkanlık herhalde," demişti. Ama aslında değildi. Bu cam kapının arkasında kendini eksik hissetmiyordu. Başka yerlerde hep bir parçası eksikmiş gibi gelirdi. Sanki yarım kalmış bir cümle gibiydi hayatı.
Geçen hafta Murat aramıştı. Sesi telefonda o kadar yakın gelmiştiydi ki, neredeyse uzanıp dokunabilecekmiş gibi hissetmişti. "Görüşelim," demişti. "Konuşacak çok şeyimiz var."
Ama Ayşe biliyordu; konuşacak hiçbir şeyleri yoktu aslında. Çünkü asıl konuşulması gerekenleri hiç konuşamamışlardı. O suskunluklar, o yarım kalan bakışlar, o "neyse, boş ver" diye geçiştirilen anlar... Bunların hepsini nasıl kelimelerle anlatabilirlerdi ki şimdi?
"Sen dinliyor musun beni?" Deniz'in sesi daldığı yerden çekti onu.
"Dinliyorum tabii," dedi. Ama dinlemiyordu. İçinde bambaşka sesler vardı. Murat'ın kahkahası, onun "sen çok komiksin" deyişi, beraber yürüdükleri o dar sokakta ayak seslerinin nasıl da uyum içinde çıktığı...
Deniz anlamıştı. Arkadaşının o dalıp gidişlerini çok iyi tanıyordu çünkü. "Yine onu mu düşünüyorsun?" diye sordu. Ses tonunda ne kızgınlık vardı ne de şaşkınlık. Sadece yorgunluk.
Ayşe başını kaldırıp baktı ona. Deniz'in gözlerinde o tanıdık ifade vardı yine. "Sen de yaşamışsın böyle şeyler" diyen o bakış. İkisi de biliyorlardı; bazı insanlar öyle geçiyor ki hayatınızdan, arkalarında öyle derin izler bırakıyorlar ki, yıllarca o izlerin üzerinde yürüyorsunuz.
"Bilmiyorum," dedi Ayşe. "Bazen sanki hâlâ burada gibi geliyor. Şu kapıdan girecekmiş, bizim masaya oturacakmış gibi..."
Deniz elini uzatıp Ayşe'nin eline dokundu. "Ama gelmeyecek," dedi yavaşça. "Ve sen de biliyorsun bunu."
Dışarıda bir çocuk bisikletiyle geçti. Annesi arkasından koşuyordu, "yavaş ol!" diye bağırarak. Hayat devam ediyordu işte. Herkesin kendi küçük dramları, kendi küçük mutlulukları vardı. Ayşe'nin içindeki o eksiklik duygusu da bunlardan sadece biriydi.
Fincanını eline aldı yeniden. Soğuk kahve damağında acı bir tat bıraktı. "Hadi gidelim," dedi. "Hava çok güzel, yürüyelim biraz."
Deniz gülümsedi. Bu tarz ani karar değişiklikleri de Ayşe'den belliydi. "Tamam," dedi. "Ama bu sefer sen seç yolu. Ben hep aynı yolları seçiyorum."
Kalktıklarında cam kapının kolunu Ayşe çevirdi. Dışarı çıktıklarında güneş yüzlerine vurdu. Sıcacık, yumuşacıktı. Sanki bir örtü örtülmüş gibi hissetti sıcaklığı.
"Biliyor musun," dedi yürürlerken, "belki de o cam kapının arkasında kalmak istiyorum ben. Dışarısı çok... çok gerçek geliyor bazen."
Deniz koluna girdi. "Ama sen zaten dışarıdasın," dedi. "Fark ettin mi? Cam kapıyı açtın, çıktın. İşte bu kadar basit."
Ayşe durdu. Etrafına baktı. Gerçekten de dışarıdaydı. Güneş yüzünde, rüzgar saçlarında, ayakları yerdeydi. Ve bu kadar basitti işte. Bazen kapıyı açmak yetiyordu.
"Haklısın," dedi. "Ben zaten dışarıdayım."
Ve o gün ilk kez, çok uzun zamandır, eksik hiçbir şey hissetmedi.
Turgay Kurtuluş