Dönerci Öner

Açlığın tavan yaptığı bir sonbahar gününün akşama meyletmeye başladığı zaman dilimindeydim. Mersin’in tantunicileriyle ünlü Bahçelievler’deki bir internet kafeden çıkıp biraz ilerdeki kitapçıya girmiştim. Kitapçıda kitapları inceleyip kitapların muhteviyatı hakkında fikir edindiğim anlarda gözüme mutfakla ilgili bir kitap ilişti. Hemen incelemeye koyuldum. Anadolu’daki 3. sınıf restoranları ve mönülerini değerlendiren, restoran tavsiyelerinde bulunan içeriği sağlam bir kitaba benziyordu. Kitabın sayfalarını çevirdikçe acıktığımı ve başımın bu nedenle ağrıdığını hissettim. Evvela açlığımı giderip kendime gelmeliydim.

O gün Kaplan ile bir dönercide görüşmek niyetiyle telefon vasıtasıyla randevulaşmıştık. Tavuk döner’den iyi anlayan ve beğenmediği döneri eleştirmekten hiç çekinmeyen birisi olan Kaplan, o gün yeni bir restoran deneyeceğini söylemişti. Çevre yolu üzerinde Kaplan’ın buluşma yeri olarak belirlediği feşmekân dönerci Hilmi’nin yerine geldim. Kaplan, ben vardığımda sipariş ettiği dönerin son lokmasını çiğniyordu. Ayranının son yudumunu da bir hamleyle kamış vasıtasıyla hüp diye içine çeken Kaplan, beni görünce ayağa kalktı ve bir derviş selamı verdi. Beni beklerken acıkmıştı ve siparişini vermişti. Sabırsızdı.

- Huu! Nerdesin baboş? Bak dayanamadım, seni beklemeden yedim.

- Valla kitaplara dalmışım Kaplan. Geciktim.

- Neyse salla. Garson, ordan bir somun arası tavuk döner yanına da ayran. Kuru olmasın ha! Ayran da köpüklü olsun.

- Ağzımdan aldın. Neyse sağol. Ağzımın tadını biliyorsun.

- Neyi ağzından aldım baboş? Hayırdır sen bir şey yemeyecek misin?

- Ben bana söyledin sanmıştım. Sen de pek açsın galiba.

- Bugün iştahım kabarık. Havalardan mıdır nedir? Garson, döner 2 oldu.

Siparişlerimiz masaya gelirken Kaplan ile şehir ve yemek üzerine sohbetlerimiz devam ediyordu. Tavuk dönerler nihayetinde masaya geldi. Ne yavaş, ne hızlı ortalama bir tempoda döner yerken sohbetimiz, aynı koyuluğunda devam ediyordu. Doymaya başladığımızı anlar anlamaz sohbetin koyuluğundaki ton bir kademe daha artmıştı. Kaplan, denediği bu mekândan yemek süresince hal ve tavırlarından anladığım kadarıyla memnun görünüyordu. Doyunca bir gurme edasıyla ilk eleştirisini yapmıştı. Döner ekmeğini çok kuru bulduğunu söyleyen Kaplan, döner sosunun olmamasını eleştirdi. Defalarca Antakya döner yiyen birisi için elbette sossuz bir döner, pek uyduruk gelmişti. Sanki kendini baştan savılmış hissetmişti. Tokluğunu anlayana kadar ‘’ye ve git’’ atmosferini soluyamamıştı. Bu, resmen bir aldatılıştı. Ben de tavuk dönerden pek anlamamama rağmen pek yavan bulmuştum. İlk eleştiri ondan gelince bana da onu onamak düşmüştü. Üstelik piyasadaki rakip dönercilere ödediğimiz meblağıyla burası arasında fark olması da içimize oturmuştu.

Lokantadan ayrıldıktan sonra Kaplan, bana tantuniden şaşmamak gerektiğini pişman bir üslupla söyledi. Ben de bazı dönercilerin lezzet katma konusunda acemi olabileceğimi hatırlatıp, geniş mönü seçeneğini rafa kaldırmamasını öğütledim. O an aklıma kitapçıda okuduğum mutfak kitabı geldi. Lokanta tavsiyeleri kısmında Mezitli’de Dönerci Öner adı altında bir yer olduğunu hatırladım. Aklımın bir köşesine bir ara giderim diye not almıştım.

Kaplan ile Mezitli’de 2 gün sonra açılacak bir hipermarketin eşantiyonlarını kapışmak için yeniden randevulaşmıştık. Dönerci Öner’i denemek maksadıyla ona o gün atıştırmalık bir kurabiye bile yemeden Mezitli’deki buluşma koordinatına gelmesini söyledim. Çünkü yiyeceği her lokma, açlığını bir nebze azaltıp dönerden alacağı marjinal faydayı azaltabilirdi. Bu, hem erken tıkanmasına, hem de eksik değerlendirme yapmasına neden olurdu. Nihayetinde o gün geldi. Yeni bir öğün, yeni bir heyecandı. Pompeipolis antik kalıntıları yakınlarında kendisiyle karşılaştık.

- Pek aç görünüyorsun Kaplan. Bir şey yemediğin yüzünden belli.

- Çok mu belli oluyor? Şu Dönerci Öner’i çok methettin. Hiç ümidim yok; ama hele bir deneyelim bakalım.

- Ben güveniyorum. Kitapçıdaki kitapta öyle övgü dolu sözler vardı ki…

- Ee kitaplar bazen mübalağa edebilir, bunlar laf cambazı baboş.

- Neyse hadi gidelim bakalım, karnımızı doyurduktan sonra marketin açılışına gideriz.

Dönerci Öner’e varmıştık. 3. Sınıf bir lokanta olmasına rağmen, dış görünüşle 1. Sınıf pahalı bir lokantayı andırıyordu. O an işlerini ciddiyetle yaptıklarını anlamıştım. İlk izlenimde notum pekiyiydi. Gidip cadde manzaralı bir masaya oturduk. Mekânın iç dizaynı pek estetikti. Sağlık kurallarına uygun davranışlar sezinlemem, kıvanç duymama sebep olmuştu. Bu sırada tavuk döner siparişini de vermiştik. Kaplan, bu sırada beden diliyle beni takdir edercesine hareketler yapıyordu. Sıra tavuk dönerin sunumu ve lezzetindeydi. Masaya porselen tabak içerisinde ısıtılmış küncülü somun ekmek içerisinde soslu gelen tavuk dönerin görüntüsü bizi büyülemişti. İçi de boldu hani. Lokmalar lokma üstüne bindi. Bu yediğimiz döneri oldukça beğendik. Yanında içtiğimiz süzme yoğurttan yapıldığı belli olan el yapımı ayran, tamamlayıcı bir unsurdu. Bir beğeni nidası olan ‘’Hım’’ aynı vurgularla Kaplan, tarafından sıklıkla tekrarlandı. Kendisi bir öğün sonunda daha doymuş ve mutlu olmuştu.

Dönerci Öner’den ayrıldıktan sonra Kaplan, beni tebrik etti. Lokanta fihristine yeni bir mekân kazandırdığım için şükranlarını sundu. Oradan hipermarketin açılışına gittik. O gün kitapçıda gözüme takılan bu kitabı, satın alma kararı aldım.1 hafta sonra kararlı adımlarla yerdeki kurumuş yapraklara basıp çıtırdatarak, Bahçelievler’e gittim ve buraya yakın kitapçıdaki mutfak kitabını pekte fahiş bulmasam da aldım. Kim bilir daha önerilecek ne gibi yerler, tadılacak ne güzel yemekler vardı…

Emir Erten 

30 Mayıs 2019 5-6 dakika 11 öyküsü var.
Yorumlar