Geçicinin Hikâyesi

Issızlık bazen bir köy kadar kalabalıktır. Hele de geçmişin bütün gölgeleri bir bir önüne düşmüşse… Osman, dedesinden kalan köhne evin taş duvarlarına yaslanmış, yorgun omuzlarını geçmişin ağırlığından ayıramıyordu. Midyat’ın kıyısında, taş evlerin sarardığı bir yokuşun başında, zaman sanki burada donmuştu. Evin içindeki saat çalışmıyordu ama kalbindeki zaman hiç durmadan işliyordu.


İnsanlardan uzak durmak, onun için bir tercih değil, bir zorunluluk olmuştu. Ne çok kalabalıkta yalnız kalmıştı, ne de yalnızken kalabalık hissetmişti. Fakat bu kez başkaydı. Bu yalnızlık, iç içe geçmiş bir gurbet gibiydi. Gençliğini bıraktığı şehirler, arkada kalan sevdalar, küsmeye vakti bile olmamış dostlar… Hepsi birer ses olmuş, geceleri yastığının ucundan kalbine sızıyordu.


Köyün arkasındaki yamaçta, asırlık bir çınarın gövdesine yaptığı küçük kulübeye çıkardı bazen. Üstü açıktı, çünkü Osman göğe hep açık olmak istemişti. Orada yatarken yıldızlarla konuşur, dalların hışırtısında dedesinin dualarını işitmeye çalışırdı. O gece de öyleydi. Gökyüzü pürüzsüz bir karanlıktı. Sessizlik, kelimelerin bile kıyısından geçemeyeceği bir derinlikteydi.


Rüzgâr yaprakları değil, zamanın perçeminden tutmuştu sanki. Bir fısıltı geldi uzaktan — ne bir hayvan sesi, ne de doğanın kendi diliydi bu. Bu, kaybedilenlerin sessizce konuşmasıydı. Osman, “Benim neyim varsa elimden kayıp gitti,” dedi kendi kendine. “Ve şimdi bu çınarın altında, sadece ben değil, onların da hüznü yatıyor.”


Yaşlılık, artık yalnızca aynadaki çizgilerde değil, geceleri içine dolan karanlıkta da kendini belli ediyordu. Her şey dönüşüyordu. Gündüz geceye, yaz kışa, ömür kabre… Bu evreleri sıralarken kalbine bir ses daha değdi:

“Bir gün, bu ev de yıkılacak Osman. Tıpkı senin gibi. Ama iman varsa, her yıkılış bir doğuş olur.”


İşte o an, karanlık yırtıldı sanki. Osman, başını kaldırdı. Gökyüzünde titrek bir yıldız, diğerlerinden daha çok yanıp sönüyordu. O ışığa baktı uzun uzun. Çocukken dedesinin öğrettiği bir ayeti hatırladı: “Allah kuluna kâfi değil mi?”


İşte o anda, iman bir teselli değil, bir yurt olmuştu. O yurdun duvarları yoktu ama güveni vardı. O an, yalnızlık bin kat artsa bile, Osman’ın içinde bir boşluk değil, bir sonsuzluk doğuyordu.


Artık korkmuyordu. Çünkü dünyadan ayrılmak, bütün sevdiklerinden bir kez daha ayrı düşmek değildi; hepsiyle tekrar buluşmaktı.


Ertesi sabah, Osman yine o kulübedeydi. Gözleri uzaklara dalmış, çınarın köklerine fısıldıyordu:

"Ben buradayım, ama geçiciyim. Ve her şey geçici. Asıl olan, içimizde sakladığımız ışık."


Midyat

08 Ağustos 2025 2-3 dakika 27 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar