Gerçeğin Ekmeği Hayalin Ekranı

On iki, belki on üç yaşlarındaydım. Çocuk aklımın en derin yerine kazınan o sabahı hâlâ unutmam. Annem kahvaltıyı hazırlamıştı: bir tabak peyniri ikiye bölmüş, küçük bir kaseye birkaç zeytin koymuş, dolapta kalan iki yumurtayı da kaynatmıştı. Sofrada eksik olan sadece ekmekti. Babam işteydi, cebinde ya hiç para yoktu ya da olsa bile ekmek alacak kadar değildi. Annem, utangaç bir sesle bana dönüp,
“Komşuya git, bir ekmek al. Baban gelene kadar idare ederiz,” dedi.

Kapıdan çıkıp komşuya vardım. Onun da elinde yalnızca iki ekmek vardı; yine de birini bana uzattı. O yumuşak ekmeği kucağıma aldığım an, çocuk kalbimde garip bir ağırlık hissettim: hem minnet hem de utanç.

Akşam olduğunda babam eve döndü. Bir depoda, sabahtan akşama yük taşıyan yorgun bedenini sürüklemişti. Terlemişti, nefesi kesik kesikti, yüzünde taşıdığı yorgunluk bir başka insana aitmiş gibi ağırdı. Banyo yapmak istedi ama sabahtan beri elektrikler kesikti; kazanda su ısınmamıştı. Elektrik nihayet gelmişti ama babam, sıcak suyu bekleyecek hâlde değildi. Azıcık yemek yedi, sonra kendini yorgunluğun karanlığına bırakarak uyudu. Horlamaları, evin sessizliğinde ağır bir yankı gibiydi.

Bizim eski püskü kanepeye sıkışmış halde annem, ablam ve işsiz ağabeyim oturmuşlardı. Taksite zor bela aldığımız tüplü televizyon, odanın tek ışığıydı. Yeni başlayan bir diziyi pür dikkat izliyorlardı. Çıt çıkmıyordu. Dizi ağlatıyor, dizi güldürüyordu. Yüzlerindeki ifadeler, sanki gerçek yaşamı değil de ekranın icat ettiği bir hayatı yaşıyor gibiydi.

Benimse gözlerim o ekrana değil, sabahki kahvaltıya takılıydı. Peynirin küçücük parçası, zeytinin tuzlu tadı, ikiye bölünüp paylaşılan yumurta… O sofranın eksikliği zihnime kazınmıştı. Televizyonun renkli dünyası bana yabancıydı; zihnimdeki siyah-beyaz tek görüntü, ekmeksiz bir sabahın açlığıydı.

Evimiz iki odalıydı. Kış ayıydı; soba sadece bir odada yanıyordu. Hepimiz o odada toplanmıştık. Sobanın çıtırtısı, televizyonun sesi ve babamın horlaması birbirine karışıyordu. Fakat benim için zaman durmuştu. Çocuk aklımla fark ettiğim şey, yıllar sonra dahi değişmedi:

Aradan yirmi yıl geçti. Tüplü televizyonların yerini akıllı televizyonlar, akıllı telefonlar aldı. O zamanlar sadece akşamları ekran karşısına geçerken şimdi ekran ceplerimizde, gözlerimizin önünde, elimizden hiç düşmüyor. Ama ekmeği hâlâ ağır iş koşullarında çalışan babalar, anneler kazanıyor. Ekmek hâlâ alın teriyle, ekmek hâlâ yoksunlukla geliyor.

Evet, değişen çok şey oldu. Ama aslında değişen hiçbir şey olmadı.
Ekmek aynı ekmek. Ekran aynı büyü.

27 Eylül 2025 2-3 dakika 18 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • Çok gerçekçi çok hüzünlü buldum. Hayaller hayatlar içinde avunmak bile bir zihin oyunu iken siz görmeyi seçmişsiniz. Alın teriyle ekmeğini kazanan o ana babalara selam olsun. Çok tebrik ediyorum Serdar bey. Selamlar 🌾