İçinden Geldiği Gibi
Bu öykü, 18.08.2025 tarihinde
günün yazısı seçilmiştir.
Oldum olası, sabahları zar zor kalkardı yataktan. Sabah erken kalkmak, Hatun’a göre bir şey değildi. Bu yüzden annesinden az azar dummamıştı gençliğinde. Bu sabahta kalkmaya niyeti yoktu. Hatun ya, kıyamadı hatunluğuna.
Önce bi güzel gerindi yatağında. Evet evet! Kolları bacaklar, kalçaları yerliyerindeydi. Kasları itiraz etmeden çalışıyordu. Bir ağrı bir tutukluluk hissetmiyordu bir yerinde. En azından şimdilik böyleydi.Yastıktan düşen başını çevirdi saatin olduğu tarafa. Boynu, itiraz eder gibiydi. Bu yüzden bir kaç kez sağa sola çevirdi başını; bir sınavdan geçirdi. Neyse ki, taş gibi sert değildi. Gözleri kapalı olduğu halde, saatin bulunduğu yönü biliyordu Hatun. Bu da hatun’luğundandı!
Kırpıştıra kırpıştıra ince bir çizgi gibi araladı gözlerini. Rakamların kırmızı ışığında dondu bakışı. Bir türlü algılayamadı saatin kaç olduğunu. Bu sefer, omuzlarından destek alarak kaldırdı başını. Yine tık yoktu algıda. Sanki zihni bir deprem sonucu kolonlarını kaybetmişti. Birden paniklendi Hatun: homurdanarak çarçabuk oturdu kıç üstü. Uzanıp gözlüğünü aldı. Gözleri hala yarım açıktı.
Saat 06:47’yi gösteriyordu. Pencerenin jaluzeleri arasından sızan güneş, kalkması için iyi bir nedendi aslında, ama bu saatte yataktan kalkmaya mecali yoktu. Zaten gece de bi doğru uyuyamamıştı sıcaktan.
“İş!” dedi içinden. “İş, bir tanrı cezasıdır!”, dedi küfreder gibi. Yatağın orta yerinde, bir sağa, bir sola baktı. İncecik yorganı doladı boynuna. Başını gömdü içine. Belki de kalkmak için güç toplamaya çalışıyordu. Gerçekte ise motivasyonu sıfırdı. Bir süre çaresizce öylece kalakaldı. Kıpırdamıyordu hiçbir yanı. Gözleri tamamen karanlığa gömülüydü.
Fakat birdenbire, depolanmış bir istekle, komidinin üstündeki telefonu aldı. Nefesini tutarcasına bir mesaj yazdı çarçabuk:
“Günaydın S...
Çok ateşim vardı bu gece.
Maalesef gelemeyeceğim bugün.
Görüşmek üzere,
Selamlar!”
Gönderme tuşuna bastıktan sonra, tık sesini aldı. “Aaa! Yeter be! Bugün köleliği reddediyorum!” dedi içinden. Hatta o iç sesi, bedenine yansımıştı; beden dili çevikleşmişti...
Ama az sonra, iyi bir iş yapmış da yorulmuş gibi, hışımla çıkardı gözlükleri ve komedinin üstüne hoyratça bıraktı.
Derin bir “of”, çekti. Kuş tüyü yastığını bir sağdan bir soldan bi güzel tokatladı. Hırsla onu evirdi çevirdi. Dinginliğine karar verince başını üstüne yerleştirdi. Yorganı kulaklarının dibine kadar çekerek, yan dönüp yattı. Gözleri, aydınlıktan nefretle kaçar gibi kapalıydı.
Hatun, yatmasına yattı, ama iki dakika sonra, huzursuzlukla ofladı pufladı. Diğer yana döndü. Bu sefer de jaluzelerin arasından sızan güneş ışınlarına taktı kafayı. Halbuki sıkı sıkı yummuştu gözlerini. Yok, bu da olmadı!
Neydi bu olmayan?
Onu o yatakta sıkboğaz eden sebep nesiydi?
Hani uyuyacaktı adam akıllı; hanı köleliği red edecekti, huzur içinde uyuyacaktı, eee?
Sabahın bu saatinde, neyin nesiydi bu azap?
---
Sonunda dayanamadı: Kalktı Hatun. Biçare bir hali vardı. Sanki pişmandı! Arap saçı gibi bir görünüm arz eden gri saçları, dağınıklığı; onun ruh halini anlatıyordu zulasının soğuk duvarlarına. Ve duvarlar da, onun üstüne üstüne yürüyordu sanki...
Nihayet ayaklandı Hatun: Hatun’luğundan ödün vermek zor gelse de, eli mahkumdu. Ayaklarını istemsizce geçirdi terliklere. Sabahlığı geçirdi sırtına. Derin bir iç çekti, sırtındaki bir ağırlığı boşaltır gibi...
Yüzüne dökülen saç kalabalığını, kulaklarının arkasına iliştirdi iki eliyle. Pencereye doğru yürüdü ve gıcırdayan kanadını “cart” diye açtı. "Öff, bu da!" dedi öfkeyle., ama içinden.
Başını dışarıya uzattı. Bir deryanın içine düşer gibi, ormanın kalbine düştü tüm benliği. Gözleri ve ruhu, ormanın alacalı yeşiliyle olabildiğince sevişebilirdi artık...
Derin derin içine çekerken oksijeni, kuş cıvıltılarına eşlik eder gibiydi. Göğün karşı ucundan gelen bir uşağın sesi, kuşların sesine hükmetti. Bu canını sıktı Hatun’un, ama istifini de bozmadı. Hafif esen yel, ormanın nabzını yoklarken, onun gözleri uzağın derinliklerine dalmıştı...
“Evet, yaşıyorum: Bugün de yaşayacağım! Köle sahiplerinin dayattığı gibi değil, içimden geldiği gibi yaşayacağım bugün” diyordu içinden. Bu duygu, bu inanç, bu başkaldırı; onu oracıkta teselli ediyordu sanki...
Pencereyi kapatmadan zulasının diğer alanlarına yöneldi.
Geçerken balkona doğru, küçük çocuk seven bir sesle: “günaydın, günaydın canlarım, günaydın ciğerler! Oy benim bitanelerim! İyisiniz değil mi? İyi olun tabii, iyi olun! İyi olmaya mecbursunuz çünkü...” dedi, çerçeveli fotoğraflara. Gülümseyerek eğilmişti. Oracıkta, mırıldanıp duruyordu habire...
O an, içine bir sevinç, bir ferahlık yayıldı. Bir yaşama sevinci ki, tüm bedenini bir tüy gibi hafifletti.
Evet, gerçekten yaşıyordu Hatun. Başkaları için değil, kendisi için yaşıyor olacaktı bugün.
Sesini kuşatan sevinç, ruhundaki sükunet, buna en iyi kanıttı.
H. Korkmaz
Ağustos 2025 Sthlm






