Kalemdan'ın Önsözü

           Yedi ay oldu daha hiç nefes almadı, dediler.

            Fakat hepimiz gibi yaşıyor hala?

            Nasıl olabilir, diye düşündüler.

            Aldığı son nefesi de vermedi!

            Nasıl bir ölülük halidir bu! Ölüden beter.

            Adı Kalemdan, asıl adı yok. Nereden geldiği nereye gittiği bilinmiyor. Uzunca saçları var, boyu da uzunca… Karnı zayıflıktan içine çökük, avurtları da öyle. Ahali halini gördüğünde üşümesin diye ona söküğü içinde eski bir palto giydirmiş(ler). Bu palto hala üzerinde. Hala çamurlu ve siyah, siyahı soluk.

           Şarap içmeyi sever. Şiir taşımayı da… Akıllı telefonlardan nefret eder. Akıllı olan her şeyden… Bir gün kafası atmış; on dört katlı bir apartmanın on dördüncü katına kadar çıkıp ortalığa Allah ne verdiyse ‘sığamıyoruuuuuuuum’, diye bağırmış. Öyle bağırmış ki civarda ne kadar uyuyan bebek varsa hepsi uykusundan sıçramış; ne kadar alarm varsa hepsi boşlukta çınlamaya başlamış. Sonra da kendini atmış aşağıya. Nasıl olduysa yer minder olmuş, derler. Efsanedir belki, kim görmüş, derim bende: Belki de düşen Kalemdan değildir de zamanın boşluğunda savrulan ete kemiğe bürünük bir adamın iç sıkıntısıdır. O günden sonra Kalemdan’ı yıllarca civarda gören olmamış. Kalemlerini takip edenler demişler ki; ‘bir kuyu var şehrin bittiği yerde, kalemlerin de bittiği yer orasıdır. Dipsiz bir kuyu; evrende hâsıl olan koca bir kara delik gibi, bakanı içten içe alırmış içine. Hah işte Kalemdan bu kuyunun içine düşmüştür. Kulağımıza gelen iniltilerden bildik.’ Böyle diyenlere inanmayanlar Kalemdan’ın bıraktığı izlere bakılırsa buralardan gittiğini bir daha da dönmeyeceğini iddia etmişler. Siz nereden bileceksiniz, diye soranlara, daha çok kalemlerden, diye cevap vermişler: Kalemdan’ın adını Kalemdan koyan kalemlerden…

          Enikonu eline geçen her paradan kalem alırmış kendine. Bu kadar kalemle ne yaptığını da kimse bilmezmiş. Bu konuda da Kalemdan’ı takip eden toplumun ileri gelenleri ihtilafa düşmüşler. Kimileri ‘büyük bir yazardır, sonradan kafayı tırlatmıştır.’ derler. Kimileri ise kafayı tırlatmadan önce kalem koleksiyoneri zengin bir iş adamı olduğunu, elindeki varı kaybedince de bu hale düştüğünü ama kalemlerden de vazgeçmediğini söylerler. Gerçek hangisidir, bilemeyeceğiz kanımca.

          Kalemdan’ın ortaya çıktığı gün ılık bir bahar akşamıymış. Düğün dernek kuruluymuş sokakta. Yemekler, içkiler, ikramlar gırlaymış. Onlarca kişi eğlencesine bakar halde keyif sürüyormuş. Hiç sabah olmayacakmış gibi hem de… Saatlerce hiç durmadan büyük bir dairede çiftetelli döndüren gençlerden biri, dönmekten olsa gerek, midesinin bulandığını anlayınca çalgı çenginin olduğu alanın hemen arkasındaki heybetli dut ağacının dibine koşmuş ama ne görsün Kalemdan ağacın dibinde yarı baygın halde öylece duruyormuş. Gözleri açık kendisine doğru bakmakta olduğunu gören bu ipsiz sapsız adamın yanına biraz daha yaklaşıp nefes almadığını da fark edince basmış yaygarayı. Çalgı çengi susmuş. Vaziyeti anlayan etraf oraya doğru koşturmuş. Kalabalıktan duyulan seslerin neticesine göre Kalemdan’ın artık yaşamadığı ortaya çıkıyormuş ki daha ne görsünler Kalemdan heybetiyle gözünü hiç kırpmadan düğün alanına doğru yürümeye başlamışmış. Çalgıya bir el işareti yapmış da çalgıcıların her biri durumu anlamayıp birbirlerine bakakalmışlar. Neyse ki kemanist içtiği yarım şişe rakının etkisiyle durumu hayra yorarak başlamış gaydaya… Sonra saz, sonra org, sonra davul derken düğün kaldığı yerden devam etmiş. Kalemdan sanki kendi düğünüymüş gibi oynuyormuş ortada. Korkudan seri hoş olanların dışında kimse adamakıllı ortaya geçememiş. Kalemdan oynadıkça kalemler saçılmış etrafa… Boy boy, renk renk; uçlusu, tükenmezi, kurşunu, mürekkeplisi… Çocuklar durur mu, iş çıkmış onlara, kalemleri toplamaya koyulmuşlar. Ne var ki bitmemiş bu kalemler. Saçılmış da saçılmış. Ne Kalemdan durmuş, ne kalemler yer gök kalem olmuş. Daha ne kadar sürecek diye bekleyen meraklı insanların arasında döne döne savrula savrula dans eden Kalemdan, sazcının uzunca verdiği kapanış la’sından sonra hicaz bir horoz ötüşü işitmiş de bırakmış oynamayı. Doğan Güneş’i sırtına alıp düzinelerce kalemin arasından yürümüş gitmiş sonra. Tabi bu olaya herhangi bir gerçeklik düsturu getiremeyen oradaki ahali, şaşkınlıklarını da yanlarına alarak bir bir dağılmışlar. Oradan en son geceyi büyükçe bir balkabağının üzerine oturup alman birası içerek geçiren nevi şahsına münhasır tonton bir amca ayrılmış. Olayları oturduğu yerden takip eden bu amca hemen önünde biriken kalemlerden bir tanesine uzanıp ceketinin cebinden de küçük bir defter çıkararak, ‘Mevzuya gel amma hikâye çıkar buradan!’ diye kendi kendine mırıldandıktan sonra koca koca harflerle deftere bir şeyler yazmaya başlamış. Yazdığı ilk paragraf şuymuş hatta: ‘Adam hiç nefes almıyordu, vermiyordu da. Gözlerini de hiç kırpmadı sanırım. Biz gördük, biz yaşadık. Bu muhitte kalem satılmaz artık.’ Aklına yazabilecek başka bir şey gelmeyince defteri cebine koymuş. Oturduğu yerden doğrulmuş. Uzun uzun Kalemdan’ın gittiği yöne bakarak derin bir nefes almış.

Bütün bunları nereden öğrendim diye soracak olursanız sormayın. İnanın ben de bilmiyorum. Öğrenip geleceğim ama. 

09 Ocak 2025 5-6 dakika 14 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (2)
  • 3 gün önce

    Acı ve hüzün doluydu kalemdan'ın hikayesi ki nice benzer hayatlar var bu dünyada Mustafa emeğine sağlık güzel paylaşımlar yapıyorsun sevgiler