Karanlık Çayhanesi
Tramvay durağında bekliyordum ki, tanıdık bir ses duydum:
—Yine mi burdasın, Defne?
Başımı kaldırdım. Leyla Hanım, o eski mavi montunu giymiş, gözlerinde yorgunluk taşıyan Leyla Hanım.
—Günaydın Leyla Hanım.
—Günaydın diyorsun ama gözlerin iyi geceler diyor, kızım.
Gülümsedim. Hep böyleydi. Her şeyi görürdü.
Tramvaya bindik. İçerisi soğuktu, camlar buğuluydu. Leyla Hanım cebinden mendil çıkardı, camı sildi.
—Defne, sen bugün yine oraya gideceksin, değil mi?
Sustum. Çünkü biliyordu zaten.
—O kadın sana hep aynı şeyi söylüyor. Neden gidiyorsun?
—Bilmiyorum. Belki de bilmemek için gidiyorum.
Leyla Hanım başını salladı. Anlamıştı. Bazı şeyler anlaşılır, açıklanmaz.
Tramvaydan indik. Sokağın sonunda, o eski çayhane duruyordu. Tabelası silinmiş, camları kirli. Ama içeriden duman ve konuşma sesleri geliyordu.
—Leyla Hanım, bir çay içelim mi?
—Ya Defne, orası berbat bir yer. İçerde sigara dumanından nefes alamıyorsun.
—Ama çayı güzel.
—Çayı güzel değil, sen alışmışsın.
Haklıydı. Ama yine de girdik.
İçerisi loştu. Tavanda tek ampul yanıyordu. Masalar eskiydi, tahtalar gıcırdıyordu. Ama köşedeki masa, hep boştu. Sanki biri için ayrılmıştı.
Oraya oturdum.
Leyla Hanım itiraz etti: —Defne, orası...
—Biliyorum.
Çaycı geldi. Kara bıyıklı, sessiz bir adam.
—İki çay.
Başını salladı ve gitti.
Leyla Hanım masaya baktı. Üzerinde çizikler vardı. Kelimeler, isimler, tarihler.
—Bu masada kim otururdu?
—Bilmiyorum. Ama hep buradaydı. Çaycı söyledi.
—Ne oldu ona?
—Öldü. Üç ay önce. Kalp krizi.
Leyla Hanım sustı. Çaylar geldi. Sıcaktı, acıydı.
—Defne, sen neden bu masada oturuyorsun?
—Çünkü bu masa, benim gibi.
—Nasıl yani?
—Boş ama dolu. Görünüyor ama görünmüyor. İnsanlar bakıyor ama görmüyor.
Leyla Hanım çayını içti. Sonra sordu:
—Sen ne zaman bu kadar kaybolmuştun?
—Leyla Hanım, siz dün "bazı şeyler ertelenir" demiştiniz.
—Evet, dedim.
—Peki, ertelenen bir yara nasıl iyileşir?
Leyla Hanım bardağını bıraktı. Gözlerime baktı.
—İyileşmez.
—O zaman neden erteliyoruz?
—Çünkü şimdi dayanamıyoruz. Gelecekte de dayanamayacağız. Ama en azından, şimdiyi biraz daha uzatmış oluyoruz.
—Bu bir kaçış değil mi?
—Hayır. Bu bir nefes alma.
Sustum. Çayımı içtim. Acıydı.
—Peki Leyla Hanım, nefes alıp durursak, nefes vermeyi unutmaz mıyız?
Leyla Hanım gülümsedi. Ama acı bir gülümsemeydi.
—Defne, sen çok akıllısın. Ama akıllı olmak, mutlu olmak değil.
Çaycı geldi. Bardakları topladı. Sonra bana baktı:
—Sen her gün geliyorsun. Neden?
Şaşırdım. Hiç konuşmazdı.
—Bilmiyorum.
—O adam da her gün gelirdi. Aynı masaya otururdu. Aynı çayı içerdi. Sonra öldü.
—Peki, neden geliyordu?
Çaycı omuz silkti. —Bilmiyorum. Ama son gün, bir şey söyledi. Dedi ki: "Burası benim mezarım. Ölmeden önce her gün gelip, kendimi gömüyorum."
Tüylerim diken diken oldu.
Çaycı gitti.
Leyla Hanım elini masaya koydu. Çiziklere dokundu.
—Defne, sen de kendini mi gömüyorsun?
Gözlerimi kapadım. Düşündüm. Sonra açtım.
—Belki. Belki de sadece... burada olmak istiyorum.
—Neden?
—Çünkü burada, kimse bana sorular sormuyor. Kimse benden bir şey beklemiyor. Burada, sadece bir bardak çay ve bir masa var. Ve bu, yeter.
Leyla Hanım başını salladı.
—Ama Defne, bir gün bu masa da yıkılacak. Bu çayhane de kapanacak. O zaman ne yapacaksın?
—O zaman, başka bir karanlık yer bulurum.
—Ya yoksa?
—O zaman, kendi karanlığımda otururum.
Leyla Hanım ayağa kalktı. Cebinden para çıkardı, masaya bıraktı.
—Defne, ben gidiyorum. Sen kalabilirsin. Ama bil ki, karanlık çayhaneler, sadece karanlık insanları tutar. Ve sen, karanlık değilsin. Sadece yorgunsun.
—Yorgunlukla karanlık arasındaki fark nedir Leyla Hanım?
—Yorgunluk geçer. Karanlık kalır.
Ve çıktı.
Ben kaldım. O boş masada. O loş çayhanede. O eski tahtaların üzerinde.
Ve düşündüm:
Belki de ben, ertelenmiş bir insanım.
Belki de ben, kendimi her gün biraz daha gömüyorum.
Belki de ben, o ölen adamın hayaletiyim.
Çaycı geldi. Bir çay daha koydu önüme.
—Ismarladım, dedi.
—Neden?
—Çünkü sen, onun gibisin. Sessizce acı çeken. Sessizce yok olan.
—Peki, o öldü. Ben de ölecek miyim?
Çaycı gülümsedi. Ama gülümsemesi, bir mezar taşı gibiydi.
—Herkes ölür. Ama bazıları, ölmeden önce çoktan ölür.
Ve gitti.
Ben çayı içtim. Acıydı. Soğuktu. Ama içtim.
Çünkü bu, benim ritüelimdi.
Benim yalnızlık ayinim.
Benim ertelenmiş intiharım.
Turgay Kurtuluş


