Karanlık Suların Sesi

Yıllar önce, daha bir çocukken, ailece adeta kovuldukları bu kasabadaki ilk ayı dolmuştu Doğan'ın. Ve her sabah olduğu gibi bu sabah da o günleri anımsıyordu acıyla.

Doğan'ın babası, Alsular Zekâ ve Ruh Eğitim Merkezi'ni ve bu merkeze bağlı Suların Sesi gazetesini kurmuş olan Ferhat Atasayan'dı. Kasabaya verdiği hizmetlerin karşılığı sadece gazeteden aldığı maaştı. Ve bu küçük kasabada o maaş geçinmek için yeterliydi. Başka hiçbir karşılık beklemeden, tüm kasabanın yardıma muhtaç ailelerinin çocuklarını ve çevre ilçelerden de gelen benzer durumdaki çocukları bu merkeze yerleştirip, onların yetenekleri üzerine eğitim çalışmaları yapıyordu merkez. Birçoğunu üniversitelere hazırlıyor, pek çok insana iş imkânı sağlıyordu. Bütün bunların finansmanı nasıl sağlanıyor, bilmiyordu Doğan. Ama babasının sık sık, sponsor arayışına girdiğini ve bunun için İstanbul'da çok fazla görüşme yaptığını biliyordu.

İşte anlam veremediği ve o günkü küçük gözleriyle anlayamadığı gibi, bugünkü yetişkin algılarıyla da kavrayamadığı o acı dönemi her gün hatırlıyordu. Babası kasabada çıkan büyük bir yangından sorumlu tutulmuştu. Tüm yakın dostları birden karşısına geçmiş, onu suçlamıştı. Ferhat Bey altı ay süren mahkeme süreci boyunca cezaevinde yatmıştı. Mahkeme sonuçlandığında da suçsuz bulunmuş ve serbest bırakılmıştı. Ancak hiçbir şey burada bitmedi. Ferhat Bey ve ailesine yönelik bir karalama kampanyası hız kazanmaya başladı. Tüm bu iddialardan aklanmış olmasına rağmen, kasabada bir düşman ilan edilmişti Ferhat Atasayan.

Öyle ki sokaktaki hiçbir oyuna giremedi Doğan. 'Git buradan, baban evlerimizi yakacak. Siz şeytan bir ailesiniz.'dedi çoğu kez tüm çocuklar. Çok acıydı o yaştaki bir çocuk için. Bir yandan da babasına yönelik baskılar, annesi Süreyya Hanım'ın mahallede adeta dışlanması, Ferhat Bey'i bir karar vermeye itmişti. Bütün bunlar olurken Ferhat Bey'in yanında olan tek arkadaşı Necip Bey, İstanbul'da büyük bir gazetede yazarlık ve muhabirlik işi ayarladı ona. Ve bir eylül sabahı, sabahın terk etmeye elverişli saatlerinde, kasabadan ayrıldılar.

Peki, yıllar sonra neden döndü Doğan Alsular'a? Bu süreç de acılı ve yakın bir dönemi ifade ediyor. Ferhat Bey, Doğan Alsular'a dönmeden altı ay önce bisikletiyle yaptığı gece gezintisi sırasında bir kamyonun altında kalarak hayatını kaybetti. Önce cinayet olabileceği kuşkusu oluştu. Ancak çok geçmeden, mobese kameralarınca bunun bir kaza, hatta intihar olabileceği tespit edildi. Kaza ve intihar ihtimalleri üzerinde durulurken, evin oturma odasında, koltuğun altına düşmüş bir not buldu Süreyya Hanım. Notta şu yazıyordu:

' Artık bu yol ölüme sebep tüm sevdiklerim! Bugün o yolları kanımla sulayacağıma yemin ettim. Beni affedin. Elveda...'

Evet, intihardı! Doğan ve Süreyya Hanım, emniyet birimlerine bu notu teslim ettikten sonra dosya kapandı.

İşte o acı her ikisini de daha çok kavurmaya başladı. Ferhat Bey onları yalnız bırakmıştı. Her şeyin normal ve hatta iyi olduğu düşünmelerine rağmen, Ferhat Atasayan'ın intihar etmesi, hem de bu şekilde bir not bırakıp gitmesi, Doğan'ı hem acı hem de şüpheye sürükledi. Neden? Hep bunu sordu altı ay boyunca. Ancak ayağa kalkıp babasının izinden gitmesi gerektiğini düşünüp, Süreyya Hanım'ın tüm karşı çıkmalarına rağmen Alsular'a dönme ve babasının bıraktığı 'Suların Sesi' gazetesine girme kararı kaldı. Bu kararını Alsular'daki tek dostları olan Necip Bey'e ilettiğinde, Necip Bey hiç düşünmeden kabul etmiş, hatta çok iyi bir başlangıçla gazetede çalışmasını istemişti. Necip Bey babasının işini yıllar önce devraldığında da zaten bu teklifi ona sunduğu için, bu kararın uygulanması hiç zor olmadı.
Kasabaya geri döndüğünden beri, üzerinde çalıştığı bir seri cinayet vakası vardı. Hatta bu olaylar babasının Alsular'da olduğu zamanlar başlamış, o günlerde de asla aydınlatılamamıştı. Tüm kurbanların ortak bir özelliği vardı. Hepsi birer suçluydu. Kimisi uyuşturucu, kimisi zina, kimisi de dolandırıcılık gibi suçlarla aranmaktaydı. Cinayetler bir işkence sonucu gerçekleşmiş ve kurbanların yanına edebi bazı metinler bırakılmıştı. Sanki cinayetlerin gerekçesi, var olmayan bir dine dayandırılıyordu. Yazı karakterleri ve diğer bulgular, katilin hem bir kişi ve bu olayların bir seri cinayet olduğunu işaret etmişti. Ancak katil bulunamadı.

Bir daha yıllarca ortaya çıkmayan bu katil yaklaşık yedi ay önce tekrar ortaya çıkıp cinayetler işlemeye başlamıştı. Yine benzer notlar bırakılıyordu. Ama bu sefer cinayetlerden önce kurbana gönderiliyor, ya o gün ya da ertesi gün cinayet işleniyordu. Yöntemler de birbiriyle benzerlik göstermiyordu. O sırada nasıl isterse o şekilde öldürüyordu katil.

Doğan gazeteye gelmeden, daha önce randevulaştığı komiser Ahmet'in emniyetteki bürosuna gitti. Son cinayetin detaylarını öğrenecek ve haber yazısını kaleme alacaktı. Komiser Ahmet büyük bir beceriyle elleri arasında çevirdiği kalemi masaya bırakıp konuşmaya başladı.

'Doğan Bey, siz de çok iyi biliyorsunuz ki, böyle bir davayla ilgili detay vermem imkânsız. Ama inadınız da beni etkiledi. Size en azından son kurbanın bir gün önce evine gönderilmiş nottan bahsedebilirim.'

Doğan hemen karşılık verdi. 'Teşekkür ederim komiserim. Bir de maktulün yıllar önceki cinayet kurbanlarında olduğu gibi suç bağlantısı var mı?'

Komiser, masanın çekmecesinden bir kâğıdı çıkarırken kafasını ?hayır' anlamında sallarken belli belirsiz homurdanmakla yetindi. Notu çıkarıp Doğan'a uzattı. Notta şunlar yazıyordu.

'Ey bu yola baş koyan! Sen ki günün birinde benden şüpheye düşersen ve yolumdan ayrılırsan, öncekilere benzeyecek sonun. Bunu bilmez misin? O zaman sen de ölümü tat ki bu yolda ihanet edenler arasına katıl!'

Kanı donmuştu. Sanki sahte bir dinin sözde kutsal kitabından bir alıntı gibiydi bu yazanlar.

'Her bir cinayet için farklı metinler var Doğan Bey. Bütün bunları yazan tam bir psikopat olmalı.' dedi komiser sessizliği bozarak. Ve bir kâğıt daha çıkardı. Söylediklerini kanıtlamak istiyordu. O kâğıtta yazan da şuydu.

'Ey bu yola baş koyan! Eğer bir gün ben de ihanet edersen davamıza, hiç gözümü kırpmam. Bu kadar açıkken sana acımamı bekleme. Sen de diğer hainlerden oldun. O zaman başına geleceklerden kendin sorumlusun'

Yeni bir şok dalgası yayıldı vücuduna. Yine sessizliği bozan komiser oldu. 'Bu da bir önceki cinayetin delillerinden...' dedi ve devam etti. Yedi ayda on beş cinayet işlendi. Ve birbirinden farklı on beş metin bulundu. Ve bir metin daha...' Bu son cümleyi tamamlayıp tamamlamamak arasında gidip geldi kısa sürede komiser. 'Ancak Doğan Bey, o metini size göstermem imkânsız... İşin garibi polis merkezine gönderilmiş olması... Düz bir metin değil, bir şiir... Henüz işlenmemiş bir cinayetin önceden duyurulması gibi... Katil sanki son işine hazırlanıyor.'dedi ve devam etti. ' Sizden ricam bu son bilgiyi haber yapmamanız...' diye sözlerini bitirdi.

Doğan bu ricayı önemseyeceğini belirtip güvenmesini sağlayacak cümleler söyleyip komisere veda etti.

Komiser Ahmet, Doğan'ın garip bir havası olduğunu düşünüyordu, O odadan çıkarken. Hayat hikâyesini biliyordu. Ne işi vardı böyle bir geçmişin ardından bu kasabada? İçgüdüsel olarak bir hareket yapacaktı. Telefona sarılıp savcılığı arayacaktı.

Doğan gazeteye ulaştığında öğle saatleriydi. Necip Bey'in odasına yöneldi. İçeri girdi. Necip Bey güleç ve babacan yüzüyle onu karşıladı. Sesi güleçliğine tezat, ama babacanlığına yakışır bir tokluktaydı. ' Gel bakalım oğlum. Nasıl geçti görüşmen?'

Doğan koltuğa oturup konuşmaya başladı. ' Garip... Komiser cinayetlerin delili olan metinlerden birkaçını bana gösterdi. Çok dehşet verici...' dedi ve bir an son gizemli metin hakkında konuşup konuşmamayı düşündü. Konuşmayacaktı.

'Evet, haklısın... Tüm kasaba korkudan mahvoldu. Kurbanların çoğunun AZREM (Alsular Zekâ ve Ruh Eğitim Merkezi) çalışanlarından olması da çok garip...' dedi Necip Bey. Ve davam etti. 'Sanırım, hepimiz tehlikedeyiz.'

Doğan bu detayı atlamıştı. Öyle ya, her kurbanın bir şekilde AZREM bağlantısı vardı. Aslında Alsular'da bu bağlantısı olmayan kalmış mıydı? Kafası karışmaktaydı Doğan'ın.

'Çok fazla bulaşma Doğan' dedi Necip Bey. Sesi kararlı ve sertti. Bu değişim Doğan'ı da şaşırtmıştı. Ama cevap vermeyerek sadece izin isteyip odadan çıktı. Masasına oturup haberini yazmaya koyuldu.

***

Doğan o akşam evinde oturup babasına ait dosyalarını inceliyordu. Haber yazıları, gazeteden kesilmiş yazıları, makaleler, notlar... Ve babasının yazdığı bir şiir geçti eline. Karalama gibiydi ve daha önce hiç dikkatle okumamıştı. Ama şimdi okurken dehşete düşmekteydi.

'Bir gün ölümün gerçekleştiğinde,
Acıları tanıdığında ve gerçeği gördüğünde,
Doğumuna benzeyeceksin.
Baş koyduğum yola, baş koymadığında,
Ölümün de doğumun gibi olacak.
Suların Sesi karanlık olacak'

Hıçkırarak ağlamaya başladı Doğan. Bu şiir... O metinler... Bu bir kâbustu. Bunları düşünürken yorgun düşüp uykuya daldı. Adeta bayılırcasına...

***

Morgun soğuğunu hissediyordu. Masalarda yatan cesetlerin üzerleri örtülüydü. Ama Doğan sanki bir hedefe kilitlenmişti. Odanın sonunda başka bir masaya doğru ilerliyordu. Soğuk gittikçe artarken ayaklarının çıplak olduğunu ve tabanlarının da çamura bulanmaya başladığını fark etti. Bir süre sonra bir demir yığınına takıldı ayağı. Düşmemek masaya tutundu. Yerdeki demir yığınının babasının beyaz ve bisikleti olduğunu fark etti. Bisiklet çamurlu ve kanlıydı. Tutunduğu masadaki cesedin örtüsü aşağı düşmüştü. Masada yatan babasıydı. Eliyle Doğan'ın kolunu kavramış, af diler bir bakışla Doğan'a bakıyordu.

Sıçrayarak ve çığlık atarak yerinden doğruldu Doğan. Bir kâbusta uyuyup yeni bir kâbus görmüştü. Babası... Ferhat Atasayan... Bu yola baş koyma da neyin nesiydi? 'Allah'ım aklımı koru!' derken kapının vurulmakta olduğunu duydu. Tereddütle kapıya yöneldi. Gözetleme deliğinden baktığında kapıda iki polisi ve bir de komiser Ahmet'i gördü.

Kapıyı açtığında komiser, Doğan'a arama emrini uzattı. 'Kısa bir arama yapmamız gerekiyor, içeri girmeliyiz.' dedi. Saat gecenin on biriydi. Ama karşı çıkmadan polisleri içeri aldı Doğan.

Komiser için bu arama emrini çıkarmak hiç zor olmamıştı. Davanın çözülmesi için her yol kolaylaştırılmıştı çünkü. Komiser salona yöneldi. Diğer polisler ise evin diğer yerlerine dağıldı. Komiser Ahmet, salonda koltukta bulunan kâğıtları fark etti. İncelemeye başladı. Ancak bu incelemesi kısa sürecekti. Çünkü Doğan'ın uykuya dalmadan az önce okuduğu kısa şiir en üstteydi. Ve kesin kararlı bir ifadeyle 'Doğan Bey bizimle merkeze kadar gelmeniz gerekiyor' dedi.

Hiçbir itiraz fayda etmeyecekti.

Doğan sorgu sırasında şiirin babasına ait olduğunu söyledi. Bu da apaçıktı. Cinayetlerle ilişkisi olmadığını kanıtlaması kısa sürse de babasının yıllar yılı bir bağlantısı olduğu kanıtlanmıştı. Komiser AZREM'de bir arama yapmak için de aldığı izin belgesiyle yola çıkarken, Doğan serbest bırakıldı. Alsular'ı terk etmesi halinde tutuklanıp cezaevine konulacaktı. Yapacağı bir şey yoktu. Eve de gitmek istemedi.

Düşünmek için en ideal yer olduğunu kasabaya geldiği gün keşfettiği Zeytinli Tepe'ye çıkacak, tehlikeli de olsa orada oturup düşünecek, belki de avazı çıktığı kadar bağırıp ağlayacaktı. Zeytinli Tepe, limanın sonunda yükselen eski bir kale kalıntısıydı. Arka tarafı hırçın denize bakmaktaydı. Koşarcasına tırmandı adeta. Yukarı çıktığında yere attı kendini. Nefes nefese kalmıştı. Ancak bir süre sonra bir karaltı gördü. Orada yalnız değildi. Bu babacan ve tok sesi tanıyordu.

'Merhaba, Doğan.'dedi ses. Konuşan Necip Bey'di.

Merhabaya karşılık verecek durumda değildi Doğan. 'Burada olduğumu nereden bildiniz?' diye sorabildi.

'Hayır, burada olduğunu değil, buraya geleceğini bildim. Seni bekliyordum Doğan' dedi ciddi bir ses tonuyla.

Doğan'ın şaşkınlığı, hüznü, hayal kırıklığı onun bir şey söylemesine engel oluyordu. Ama Necip Bey zaman kaybetmeden devam etti. 'Her davranışınla babana benziyorsun, Doğan. O da dara düşünce buraya gelirdi. Sen de buradasın işte.'

Doğan gücünü toplamıştı. Konuşmaya karar verdi. 'Necip Bey, babamın bütün bu olanlarla ne ilgilisi var? Ve de sizin...' dedi ve cevap beklemeye başladı.

'Doğan... Kısaca anlatayım. Baban cinayet metinlerini itinayla yazmaya başladığında hepimiz kasabadaki suç örgütlerini bitirmeyi planlıyorduk. Yok ettik de... Hem de bir tarikat oluşturduk bu yolda. AZREM'deki bazı ruhsal sorunlu insanları bu cinayetlerde kullandık. Yani sandığın gibi tek bir katil yoktu. Hep başka katiller vardı. O yüzden açık vermeleri zorlaşıyordu. Hem de kasaba halkının güvenliği için de çok olumlu sonuçları olduğundan halk tarafından da desteklendi cinayetler. Çünkü suçluları temizliyorduk. Ancak bir süre sonra tüm gücün elimize geçtiğini fark ettik. Artık biz de o yolda yürüyorduk. Yani kendimizce yok etmeye çalıştığımız suçların artık uygulayıcısı olacaktık. Uyuşturucu ticareti bizim elimize geçti. Uygulamaya başladık. Ancak baban bu süreçten memnun kalmadı. Bütün bu saçmalığı bitirmemiz gerektiğini söyledi. Biz de ayak bağı olacağını düşünüp bir yangın çıkardık. Yangını onun üzerine atacaktık. Ama yangın beklediğimizden büyük oldu. O da işin cilvesi... Baban tutuklandı. Sonra avukatları yoluyla ona bir anlaşma gönderdik. Eğer sesini çıkarmazsa onu aklayacak deliller ortaya çıkarıp serbest kalmasını sağlayacaktık. Öyle de oldu. Sonra da işi garantiye almak için kasabayı terk etmesine neden olacak girişimlere başladık.'

Bu uzun konuşma Doğan'ın içine nefret tohumları serpiyordu. Hiçbir şey konuşamadı. Ama Necip Bey devam etti. 'Ve yıllar sonra içimizde hainler ortaya çıktı. Sonra onları yok etmeye başladık. Yine aynı metinlerle... Öncekilerde kullanmadığımız metinlerdi. Ve bazılarını güncelleştiriyordum. Aslından uzaklaştırıyordum. Gücümüzü korumak zorundaydık. Baban bu olanları duydu. Ve artık durmamızı, söyledi. Yoksa kendini de bizi de ihbar edecekti...'

Sözünü kesti Doğan. 'Ve siz de onu öldürdünüz. İntihar süsü verdiniz ve onu öldürdünüz.' diye bağırdı hiddetle.

'Hayır, Doğan. Hayır... Biz öldürmedik. O, bütün bu olanlardan vicdani rahatsızlık duyarak gerçekten intihar etti.' Diye karşılıklı verdi Necip Bey. Ve rahatsız edici bir gülümsemeyle devam etti. 'Hoş bir yol değil, hiç de yaratıcı değil. Oysa bize söylese onun için harika bir ölüm hazırlardık.' dedi. Bu son söz Doğan'ı çileden çıkarmıştı. Eline büyük bir taş alıp Necip Bey'in kafasına vurarak onu yere düşürdü. İkinci bir darbeyi vuracakken kalabalık bir tırmanış, koşturmaca sesi duydu. Gelen komiser Ahmet ve en az on kişilik bir polis ekibiydi. Taşı elinden yavaşça yere bıraktı Doğan. Polisler ona doğru silahlarını doğrultmuştu. Komiser teslim olmasını söylüyordu. Adımları geriye doğru gitmeye başladı. Çok geçmeden sona gelmişti adımları. Geriye baktı. Arkasında çılgın bir deniz çağlıyordu. 'Yazgı' diye düşündü Doğan. Demek buraya kadardı...

'Cinayete teşebbüsten tutuklusun' diye bağırıyordu bir ses. O ise içindeki sesin karmaşasına düşmüştü çoktan. Geriye doğru son adımı attı. Hırçın denizi boylarken bedeni artık her şey bitmişti. En son annesi Süreyya Hanım'ı düşündü. Dibe doğru süzülürken kayalara çarpıyordu bedeni.

Suların sesi, karanlıktı...

26 Ağustos 2011 14-15 dakika 12 öyküsü var.
Yorumlar (4)
  • Öykün güzel ve alışık olmadığımız bir seri cinayeti işlemiş şiirkolikte..Bu da değişiklik oldu hepimize..Yalnız fatura kahramanımıca çıkmış..üzüldüm okuyunca..Kötülerden kalan kötülük, iyilere de bulaşabiliyor ne yazık ki..en çok onlar ödüyorlar zararlı işlerin bedelini...Tebrikler Doğan arkadaşım..emeğine değmiş..👍👍👍👧

  • 12 yıl önce

    çok teşekkür ederim Şule :)İyi geceler...

  • 12 yıl önce

    Değişik bir hikaye, akıcı ve başladığı gibi devam eden bir performansla kaleme alınarak konudan ayrılmadan tamamlanmış. Ben de isterdim ki suçlular cezasını görsün, final hüzünlü bir sürprizle bitmiş. Kutlarım Doğan Bey. Nice öykülerinize, Sevgiler..

  • 12 yıl önce

    Teşekkür ederim Hayrettin Bey...