Kaybolan Yıllar 2 / Demli Çay

'Bir şeyi o anda yaşamakla, anılarını yaşatmak arasında büyük fark vardır. Akif ağabey, zamanında yaşayamadıklarının, başkalarından mahrum ettiği varlığının şimdi kendisinde yaptığı büyük ağırlıkla yaşamaya çalışıyor, bazı şeyler için geriye dönülmez pişmanlıklar duyuyordu...

Ama ne olursa olsun, geçmiş için daima bir telafi yolu olduğuna inanıyor, ahşap evi ve içindeki anıları canlandırmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Artık ona, bunu niçin yaptığını sormuyordum. Asıl yapmadıkları için, acı çekeceğini biliyor, ona yardım ediyordum ben de...

Bugün ahşap ev için pazar alışverişine çıkacağız. Hah Akif ağabey de işte göründü...'

- Merhaba Umut. Çok bekletmedim ya?

- Hayır ağabey, ben de yeni geldim sayılır. Öğrencilerin fotokopi işleri vardı, onları halletmeye çalıştım.

- Çok güzel. Okul nasıl gidiyor Umut? Bahset ara sıra bana...

- Çocuklar bazen canımı yakıyorlar ağabey, ama onları çok seviyorum. Öyle böyle geçiyor işte okul dönemi. Hepsinin farklı yönleri; başarıları, dünyaları var. Hangisini anlatayım ki sana?

- Anlıyorum. Biz de az değildik hani okul sıralarında. Şimdi unuttuk ama az yakmadık öğretmenimizin canını..

- Öyle ağabey, haklısın. Eee, nereye gidiyoruz ilkin?

- Önce Osmanlı Sahaf' a, sonra hale en son da markete uğrarız diye düşünmüştüm.

- İyi düşünmüşsün Akif ağabey. Unuttuğumuz çalışmalara bakar, Osmanlıca birkaç eser alırız istediğimiz gibi bir şeyler bulursak. Bana da ileride lazım olacak onlar...
...

'O gün Sahaf' ta epeyce oyalanmış, kitapları tek tek elden geçirmiştik tabiri- i caizse. Bölümüm edebiyat olmasına rağmen, Akif ağabey benden daha çok kitap okuyor, eski kitaplara oldukça fazla ilgi duyuyordu. Aslında bütün bu ortak noktalar kısa sürede ikimizi birbirimize bağlamıştı. Ahşap ev ise bu puzzle' ı tamamlıyordu sanki.

Güzel geçen bir günün ardından, ellerimizde paket ve çantalarla ahşap evin önüne geldiğimizde, yüreğim güm güm atmaya başlamıştı. Bu gizemli evin sırlarına ortak olacak olmam bende tarif edemediğim duygular uyandırmıştı... Ahşav ev eski usulle yapılmış, çatı katındaki tavana yakın iki oda ve salonla birlikte iki katlıydı...O gün Akif ağabeyle birlikte aldığımız şeyleri yerleştirirken ben de evi bütün odalarıyla görmüş oldum. Şimdilik mevsim güzdü ama kış gelmeden soba da kurmalıydık. Akif ağabey, işten kalan zamanlarda odun, kömür işini ayarlayacaktı uygun satan bir yer bulup. Ben de sadece yatmak için gittiğim bekar evimden, fazla eşyalarımı elden çıkarıp, gerekli olanları ahşap eve taşıyacaktım okuldan sonra...

Sonraki günler, odun-kömür temin etmek, odunluğa düzenlice ve hepsi sığacak şekilde kışlık malzemeyi istiflemek ve evin içini kullanışlı bir hale getirmekle geçti. Aslında eşyaların yerlerini değiştirmeden, sadece ufak tefek yenilikler yaptık evde. Sobayı kuralı birkaç gün geçmişti ki, bir akşam Akif ağabey elinde kestanelerle odada gözüktü. Yeniye alışmış olan ben, Akif ağabeyimin beni sürekli geçmişe götüren, çocukluğumu hatırlatan bu sürprizleriyle mutlu oluyor, evin eskiliğine rağmen eskimeyen şarkılarla, demleniyordum her akşam çayında...Akif ağabey, onunla kalmamı kabul edişime çok seviniyor, beni kaybetmemek için en ince ayrıntılara bile dikkat ediyordu, dostluğumuzla ilgili konularda...

Bu arada fazla soru sorup onu rahatsız etmemeye çalışıyor, koltuğun önündeki küçük yazı masasındaki defterden bana ne zaman bahsedecek diye sabırla bekliyordum... Defteri istesem okuyabilirdim ama Akif ağabeyin iyi niyetini kötüye kullanmamak için her şeyi dozunda bırakmaya ve onun çizdiği alanın ötesine geçmemeye çalışıyordum...

Sonuçta bir çok insanın içinden, hak etmediğim halde, geçmişin sırlarını paylaşmak için beni seçmiş, tarih kokan bu evde beni, hayatına ortak etmişti. Hem de kan bağıyla olmasa bile, bana candan ağabeylik yaparak...

Saati geldiğinde ben demeden her şeyi anlatacaktı ama kim bilir ne zaman?

Nasıl oldu bilmiyorum ama ben bunları düşünürken Akif ağabey elinde size bahsettiğim kalın defterle karşıma dikildi. Defterden bir sayfayı açmış, ayracı arasına yerleştirmiş okumam için bana uzatıyordu. Başlık adeta akşam ki, çay faslımıza son noktayı koyar gibiydi. Şimdi yanımızda bizden başka bir de, onun kelimeleri çınlıyordu. Ve galiba aramızda görünmeyen bir üçüncü kişi vardı.

Heyecandan dilim tutulmuş gibiydi. Birkaç kere Akif ağabey, ama...Demeye çalıştıysam da sesimdeki titremeden dolayı cümlemi bitiremedim. O sadece oku! Der gibi onayladı beni. Şu anda sadece yarım yamalak kelimelerin döküldüğünü hatırlıyorum dilimden. Kulaklarımın uğultusundan dolayı, okuduğu şeyi anlamayan ilk kişi bendim sanırım tarihte...Ya da bir çok insanın başına gelmiştir bu hal...

Kendi hikayem kadar başka insanların hikayeleri de ilgimi çekmiştir hep. Ama ilk defa çok sevdiğim bir ağabeyimin yürek dünyasına giriş yapıyordum. Hem de çok sevildiğini anlamakta geç kaldığı genç bir kızın defterinden... Acaba o da duyuyor mudur bizi? Ben hüzünlendim okurken ama Akif ağabeyi hiç anlatmayayım. O ağlıyordu bana belli etmemeye çalışarak. Zira gözyaşlarını dışına değil içine akıtmaya alışmış bu adamın yüz çizgilerindeki keder gayet açık okunabiliyordu. İçi nasıl sel olmuştu o akşam kim bilir? Kimseler bilmez, herkes kendisini en iyi kendi bilir.

Sanırım bu defteri elimizden düşürmeyeceğiz bundan böyle. Ve düğümler birer birer çözülmüş olacak bu odada... Karşılıklı aşk bu olmalı. Ama karşılaşamadan, tarihe karışan anlar da vardır hayatta. Ya da bulduğumuzu sandığımızda, kaybettiklerimiz de...

O geceye dair hatırladığım son şey, çaylar oldu. Her defasında Akif ağabey, bir bardak daha demli çay verir misin? Diye, rica etti. Bir sahneyi yeniden yaşar gibiydik ikimiz de, okuduğumuz satırlar da eklenince... O gece çok uzun geldi ruhlarımıza. Dışarıda derin bir sessizlik vardı. İçeride ise, ısıtırken üşüten bir hava hakimdi...
Sobaya odun attıktan sonra ilk işim, beni duygulandıran anları ve genç kızın yazısını deftere kaydetmek oldu...
...

Demli Çay

Hayat, güneşi olmayan ruhumun yine bir sonbahar sabahında, bütün imkansızlığına rağmen sana uyanışıydı. Her geceden sonra yaptığı gibi, bugün de rüyalarından kalan kırıntılarda seni araması, bir defa daha bu girdapta yüreğinin acımasıydı...

Burada olmayışın her sabah olduğu gibi bugün de yüreğimi daraltıyor. Odamın camını açıyorum ruhumu havalandırmak için. Yine sana dalıyorum yar! Önce seni, sonra yaşamakta geç kalmış olabileceğimiz güzellikleri ve bir gün senin de beni sevmiş olma ihtimalini düşünüyorum.

Meçhullerle dolu bu sır treninde, çay hazııır! Sesine odaklanıyor sana sürgün ruhum. Bir bardak demli çay her şeyden daha gerçek, herkesten daha sıcak geliyor bir an için bana...
Ve seni yudumluyorum! Her şeyden uzak, yine sana dalıyorum...Kasım - 2004

...

24 Aralık 2012 6-7 dakika 74 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar