Kırık Denizlerde Sandalda Bir Yürek - Osman Aytekin

Bugün bu güzel sitede 'Kırık Denizlerde' adlı bir şiirimi paylaştım. Bu şiirimi benim için çok özel kılan sebep; yazar sayın Osman Aytekin'in yayınladığı HARMAN ZAMANI adlı ve içinde hepsi birbirinden güzel pek çok öyküsünü paylaştığı kitabında bu şiirimin öyküsünü yazması. Ne kadar mutlu olduğumu ve keyiflendiğimi anlatamam. Sayın Osman Aytekin'i tanıdığım için ve pek çok şiirime özel çalışmalarıyla değer kattığı için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu öyküyü ve mutluluğumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Osman Aytekin'e sonsuz teşekkürlerimi ve minnetlerimi sunuyorum.



http://www.siirkolik.net/siirler/225736-kirik-denizlerde.asp






KIRIK DENİZLERDE SANDALDA BİR YÜREK - Osman Aytekin



'Hayal kırıklığı denizinde
Aheste ilerleyen
Küreksiz sandaldayım' (Banu Uludağ)





Neredeyse bütün ışıklar sönmüş gece zifirini bürünmüştü. En ufak bir ses geceyi delmeye yeterdi. Bu zifiri karanlığı, tek tük sokak lambalarının yarı cansız ışıldayan ferleri ve ikide bir yanıp sönen ya da kayan yıldızlar aydınlatmaya çalışıyor bir de kaybolmaya meyilli ışığını yitirmiş ay parçası. Kaldırımları ağaçlarla süslü dar bir yol. Bu yol bir iki kıvrımla limana iniyordu. Ayakta kalmış birkaç eski binaları mantar gibi yakın bir zamanda peyda olmuş apartmanlar çevrelemişti. Bu ıssız gecede bahçe duvarlarından sarkan ağaçların hışırtılı yaprakları bir durup bir sallanıyordu. Bu sessiz yoldan geçen bir insanın aniden duyacağı bir hışırtı bile ürküntü verebilirdi.




Gündüz, bir masal ülkesine göç edercesine çalınmıştı sanki. Deniz karanlık, deniz durgun ve deniz sessizdi. Ve bir kadın yürüyordu sallana sallana yorgun argın, mecalsizdi. Sanırsınız ki her sallanışta dengesini kaybedip ayağı bir yere takılırcasına düşecekti. Bu hayattan bezmiş çehrenin altındaki beden kendini bırakıp ikide bir yalpalasa da yine de dirençli bir hali vardı. Malum dar sokak nasıl olduysa hafifçe aydınlandı. Belki, evet belki de bir adam uykudan firar etmiş ve ışığını yaktığı balkonuna kendini atmıştı. Ve bu aydınlıkta kadının yüzleri yarı yarıya belirginleşmişti. Gözleri ıslaktı. Kirpiklerinden sızan küçük damlalar süzülmüş ve yanaklarına dökülmüştü. Apansız durdu. Çevresine bakındı. Ses seda yoktu. Sonra yürümeye başladı. Bir vakit sonra sahile inmişti. Teknelerin önünden ilerledi. Bir kulübenin yakında durdu. Bir yakınında bulunan sandala bir mavilikleri siyahla bütünleşmiş durgun sulara bir de kulübeye baktı.




Artık adım atacak gücü kendinde bulamıyordu. Güçlükle birkaç adım attı ve sandala bindi. Sandalla simsiyah denize açılma isteği duydu ama her nasılsa kürekleri göremedi. Yüzüne biraz su serpti. Ayağa kalktı sandalın bağını çözdü ve var gücüyle sandalı iteledi. Kadın kendisini sandala, sandalda denize bırakmıştı. Kürekleri olmayan sandalın akışına bırakmalıydı. Kadın da öyle yaptı. Geriye yaslandı. Gözleri keder ışıltıları içindeydi. Kırık denizlerde hissediyordu kendini; hayal kırıklığı denizinde demek daha doğru olacaktı sanırım. Aheste ilerleyen sandalda ne kadar yüzdü bunu bilebilmesi pek de mümkün değildi. Bir başına bir kadın uyuyor gibiydi ve inanın ki üzerini gece örtmüştü. Yıldızlar ikide bir terennüm etseler de ay hala uykuda idi. Kadının ayla birlikte uyuduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz dostlarım. Zira kadın kızıla çalan saçları hafifçe dalgalanıyor ve saçların her dalgalanışında dilinde bir ıstırap türküsü dökülüyordu. Bu yanık bir havaya çalan türküde;




'Kalbimde doğar bir türkü
Issızlığım çarpar yüzüme
İçim istemez, dilim söyler
Yanan hep yüreğim' (Banu Uludağ)




Evet, anlaşılacağı üzere yanan yürekten kendini zorlasa da dil mecbur kalıyor ve mırıltılar duyuluyordu serin sularda. Neler gelmedi ki, kadının muhayyilesine. Doğacak çocukları düşündü durdu. Ve bu çocukların hepsi de onun gözünde birer denizkızlarıydı. Özgürlükleri alınmış kızlar... Yüreklerinde hep kelepçe!... Böyle kahırla sulanmış bir gecede gözyaşları denizle hemhal olmuştu.
Ve o ıstırap türküsü karanlıkta bir süre sonra yok olup gitmişti. Yokluğunu da ağlayışlara bırakmıştı. Gece sessizliği bir anda yırtılmıştı. Kadın hafifçe doğruldu ama etrafta ne bir yaprak sesi ne de başka bir şey vardı. 'Rüyada mıyım?' diye söylendi. Dikkat kesildi. Hayır rüyada falan değildi. Başka sandallar da hareketlenmişlerdi. Sessizliği bozan bu sandalların sesleri olmalıydı. Sandallar yanına yaklaştı yaklaştı, yaklaştı... Ama ortada sadece tek bir yolcu vardı. Kalp atışları da tekti. Gözleri yerinden fırlamışçasına sandallara baktı ama etrafında bir tek sandal dahi görememişti.




Ne çare ki kadın bunca teessürün ardında bir başına olduğunu bilmem kaçıncı kez anladı. Gözyaşları durmadan akıyordu. Her gözyaşında deniz daha bir derinleşiyordu. Geride bıraktığı karaya baktı simsiyahtı.




Gece, gökyüzü ve ruhunu mütemadiyen acıtan iç çekişler. Denizin mavi sularına bakıyordu ama sular da kara gibi simsiyahtı. Hâlbuki kadın o mavi açık sularda göğün ferahlığını bulmak arzusuyla doluydu. Denizi böyle bir gönül serinliğinde okşamalı. Dahası yorgun emektar kayıkçılara seslenmeli yaşama sevincini yeniden keşfetmeliydi. Kalpten bir ada olmalıydı bu hayal kırıklığı denizinde...




Yeni baştan başlamalı, merhaba demeli, gülümsemeli hayata ve kendini kurtaran bir kaptan olmalıydı. Sandallar ardı sıra gelmeliydiler. Fakat ne çare ki aşk yarası çok beter bir hülyadır bu âlemde. Düşünün ki dümeni çalınmış bir geminin rotası olamazdı. Kadın bu kez gözlerini tamı tamına açtı dalgalanmaya başlayan denizde uçurum olsa ne fark ederdi ki? Kederli yüreğine az da olsa sirayet eden sevinçle okyanus ötesine seslendi; 'Bekle beni geliyorummm!!!'




Osman Aytekin

07 Mart 2013 5-6 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar