Kıyı Şeridi

Denizin kıyısında durduğum o akşam, Cemile'nin son sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. "Sen hep yarım kalmış şeylerin peşindesin, Kemal," demişti. Belki de haklıydı. Belki de ben gerçekten tamamlanmamış bir cümleydim, noktalanmayı bekleyen.
Kum tanelerini ayak parmaklarımın arasında hissediyorum ve düşünüyorum ki her biri birer hikâye olsa ne olurdu? Milyonlarca küçük öykü, dalga dalga kıyıya vuran. Bense burada, bu muazzam kütüphanenin ortasında tek başıma okuyorum kendi hikâyemi.
Cemile gittikten sonra apartman dairesindeki sessizlik öyle bir hal aldı ki, sanki duvarlar da nefes almayı unutmuştu. O küçük mutfakta kahvemi yaparken aklım hep ona gidiyordu. Onun o özel gülüşü, sabah ışığında saçlarının aldığı renk, akşamları balkonda birlikte içtiğimiz çaylar...
Şehir beni boğuyordu artık. Her sokak köşesi bir hatıra, her mağaza vitrini bir vedalaşma. Bu yüzden buraya, sahile kaçtım. Kumsal beni çağırıyordu sanki, kollarını açmış bekliyordu.
Martılar başımın üstünde çığlık çığlığa. Onların da bir hikâyesi var muhakkak. Belki onlar da benim gibi bir şeyler kaybetmiş, bir şeyler aramaktalar. Bu düşünce bana tuhaf bir teselli veriyor.
Dün gece rüyamda eski evimizi görmüştüm. Çocukluğumun geçtiği o iki katlı ahşap ev, bahçesindeki kestane ağacıyla. Annem mutfakta börek açıyordu, babamsa radyodan haber dinliyordu. Ne kadar sıradan, ne kadar mükemmeldi o anlar.
Acaba Cemile de böyle mi düşünüyor şimdi? Başka bir şehirde, başka bir kıyıda mı duruyor? Yoksa o çoktan unuttu mu beni, tıpkı dalgaların kumda bıraktığı izleri silip süpürmesi gibi?
Cebimden çıkardığım not defterini açıyorum. Sayfalarca yazı, çiziktiren kalemle. Hep yazmaya çalıştım duygularımı, ama kelimeler yetmiyor sanki. Sözcükler küçük kalıyor bu büyük boşluğun karşısında.
Güneş batmaya başladı. Gökyüzü pembe ve turuncuya boyandı. Bu manzara karşısında insan nasıl mutsuz olabilir ki? Ama işte, güzellik bazen acıyı daha da derinleştiriyor. Çünkü paylaşacak kimse yok.
Bir çocukluk arkadaşımı hatırlıyorum, Mehmet'i. "Büyüyünce denizci olacağım," derdi hep. Şimdi bankada çalışıyor, evli barklı. Geçen ay tesadüfen karşılaştık. "Sen hâlâ o eski Kemal'sin," dedi gülerek. Bilmiyordu ki ben artık o eski Kemal olmak istemiyordum.
Değişmek ne demek acaba? İnsan aynı vücutta farklı ruhlarda mı yaşar? Yoksa ruh aynı, sadece dış kabuk mu değişir?
Karanlık çöktü, deniz sesi daha da yoğunlaştı. Fener kulesi ışığını yakmış, gemilere yol gösteriyor. Ben de kendi fener kulemi olabilir miyim kendime? Kendi karanlığımda kendi ışığımı yakabilir miyim?
Ayağa kalkıyorum, kumlara saplanan ayaklarımı çıkarıyorum. Yarın yeni bir gün olacak. Belki Cemile arayacak, belki aramayacak. Belki ben arayacağım, belki aramayacağım. Belki hiçbir şey olmayacak, belki her şey değişecek.
Bu belirsizlik artık beni korkutmuyor. Çünkü anladım ki hayat zaten belirsizliklerden ibaret. Ve bu kumsal, bu martılar, bu gece - hepsi geçici. Ben de geçiciyim.
Ama bu geçicilik içinde, şu anda buradayım. Nefes alıyorum, düşünüyorum, hissediyorum. Ve bu, belki de yeterli.
Sahilden ayrılırken son bir kez arkama dönüyorum. Dalgalar hâlâ kıyıya vuruyor, hâlâ o ezgili sesini çıkarıyor. Yarın başka biri gelecek belki bu kuma, başka hikâyeler yazılacak bu kıyı şeridine.
Ben de kendi hikâyeme dönüyorum. Yarım kalmış olsa bile, benim hikâyem.