Kompozisyon Otağı



Soğuk bir iklimin duvarlarını sıvıyorum. Kulağımda B. B King’in gitarı. İniltisi, tarumar ediyor duygularımı. Bir bakıma, büsbütün insan olduğumu anımsatıyor bana bu tını. Demek ki, duyularım yerli yerinde, biraz deforme olmuş, aşınmış da olsa, hala gülümseyebiliyorum zulamda. İşte bu sebepten, yalnızlığın otağından sıyrılıyorum az da olsa. Beni bölüşen müziğin tınısı, alabildiğine "var" kılıyor beni. Büyüleyici sırrıyla, kaburgalarımın arasındaki kalbime dokunuyor. Sadece dokunmuyor, okşuyor, haz veriyor bir bakıma...

Demiş miydim, kapılmışım duygu seline, parmak uçlarımı kaşıyan bir arzuyla. Önümdeki butonlara basıyorum hiç plansız - beni nereye sürükleyeceğini henüz bilmiyorum elbette. Az sonra, not aldığım sözcüklerin botanık bahçesinde geziniyorum, büsbütün serkeş duygularımla -bu duygu, sevdalı olma haline benziyor, onca uzakken ben aşka.

Bir çemberin içine takılmış, pür telaş yuvarlanıyor, zihnime takilan sözcükler. Birini, aha yakaladım, derken; öbürü, çarçabuk sıvışıyor kurnasından. Başını ve sonunu bilemeden, bir okyanusun ortasında gibi seyrediyor, birbirinden kopuk heceler. Doğumuyla ölümünü planlayamayan bir hikayenin şaşkın aktörleri gibi, dikiliyorlar etrafımda.
Ah, say ki, şaplakla avlanan bir sinek gibi düşüncelerim, distopyasında asalak ve avare...

Bir labirentin orta yerinde, kaybediyorum kendi izimi. Dışımdaki dünya, benimle uzlaşmak yerine, milboyu uzaklaşıyor sanki. Tarifsiz bir uyumsuzluk, ahenksizlik içinde ve olabildiğince flu yuvarlanıyor dünya beynimin içinde. Oysa o bensiz, ben onsuz yapamazdık (öyle sözleşmiş olmalıydık).

Ekran bir parmaklık oluveriyor, gözlerimi her kırpışımda. Kirpiklerime asılıyor paslı korkuluklar. Hayır, bu böyle olmaz!
Bu parmaklıkların arasından sıyırmalıyım yüreğimi.
Dünyalı olmalı kalp atışlarım.
Küresel dolaşmalı kanım.
Bir arteri Ruanda’ya uzanmalı,
Biri Myanmar’da dolaşmalı,
Biri Gazze’de açlığı sınamalı,
Biri Yokkmokk’da, renler arasında üşümemeyi öğrenmeli mesela.

Biliyor musun dünya; "basmakalıp" olmuş "hayat" diye bize sunduğun geveze: klişelerle döşeli bir salonu var mesela. Bir yatak odası, bir de mutfağı var. Banyosu susuzluğu anımsatıyor bedenlerimize, ama umursamıyor beynimiz. Duvarların fayansları alacalı ve gri. Bakışları, insan yorgunu. İnanır mısın, mezarlığıkların kasvetini andırıyor sanki...

Sahi “basmakalıp” ne demek, diyor içimdeki çocuk: "basma", basma mı? Kalıp da, tuğla gibi bir şey mi? Yok yok, diyor bir başka çocuk sesim: basma, basmak fiilinden geliyor. Giyilen basma kumaş değil yani. Hmmm! Emin misin, diyor, diğer çocuk sesim. Basılmış bir kalıp diyor, anne sesim ve kaşlarını çatarak: "gevezeliğe son ver, yeter!" diyor...

Vaz geçtim düşünmekten. Nasılsa bir şeyi değiştirmiyor!
Soluk bakan güneş; turuncu bir kızıllığa soyunan ağaçların endamına, hiç şefkatle bakmıyor. Bu tür kaprisine dayanamıyorum doğrusu. Neden mi?
Girdabinda giderayak bir hüzün var her bir ağacın. Suları çekilmiş yapraklarda istemsizliğin rengi, şafağını bekliyor. Ve mahmur bir uykuyla: “şifa olamayacaksan, sataşma” diyor insan kılıklı olana. Hakli tabii...

Yutkunuyorum, kıpırdamadan üstelik. Patikadaki adımlarımdan irkiliyor her dal, her yaprak. Bir isyan püskürtüyor suratıma. Fırtına da, ha koptu, ha kopacak sanki. Bir gerinme içinde, içine düştüğüm orman ve ağaçlar, ama kendi diliyle fısıldıyorlar hayata. Ben ki, onları çok sevmişim bu güne dek, ama bunu sözcüklerle anlatamam ki onlara.
.
Neden ayak uçlarıma dökülen yapraklar, ölümün acımasızlığını saklıyor damarlarında, neden?
Bu gizemden; ruhum ürperiyor ve ben, suspus yaşamın aylaklığından kaşmak, kaybolmak istiyorum. Ama nereye?

Şimdi ben, yalnızlığın karaköküne, somut bir öznellik mi mozaiklemiş oldum, hani refleksleri alacalı olan?
Hayır hayır, bu bir aldanış olmalı!

Biliyorum: anlamadı ve anlayamayacak beni hiç bir tümce. Kifayetsizlik nasıl anlatılır ki? Tıpkı benim kelimelerin sırrını çözememem gibi; bir çocuk gibi elinden tutar gibi, kompozisyon otağına oturtamamam gibi. İşte bu paradoks, kaçınılmazlığın dikiş izlerinı taşıyor alfabemin atlasında.

Artık ben bu noktadan sonra, distopyanın suretini çok iyi tanıyor olacağım, emin ol, dünya! Hem kim bilebilir, bikes bir alfabenin boğazında çoğalan çözümsüz düğümlerin kederini?

Evet, sanırım anladım sonunda: ne yapsam, ne etsem de, turkuaz bakamayacak dilimin fonetiği; ne denizlerin şamatasına, ne de gökyüzünün umarsız sonsuzluğuna.



H. Korkmaz
Ekim 2025 Sthlm

15 Ekim 2025 4-5 dakika 9 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar