Kopar At Dizginleri

Yaşlı bir Aborjin ve karşısında bir genç kız. Kız sorar, sormadan önce adam biraz üfürmüştür tabi; Sizin hayatınızda çemberlerin ucu hep açık. Çember ne? İlişkiler , işleriniz , dertleriniz, hep birer çemberdir.
Bu çemberleri kapamıyorsunuz ve açık yaralar olarak sürekli meşguliyet altında bırakıyor ruhunuzu.
Neyse kız sorar. ( sorsun artık bana da fenalık geldi)
Bu çember nasıl kapanacak.. Mesela bir arkadaşımızı seviyoruz ama artık geçinemiyoruz ..
Kaldı ki sevgi azalması falan da yok.
Adam cevap verir ;
Arkadaşım yada akrabam, her kim olursa olsun ; artık benim yaşama enerjimi tüketmeye başlamışsa, bana yaşama zevki vermiyorsa ona derim ki;
"Bak arkadaşım , dostum , akrabam ... Seni hala seviyorum .. Ama gördüğüm kadarıyla artık aynı çizgide anlaşmamız mümkün değil. O yüzden senin üzerinde ağırlık oluşturmak ve seni de incitmek istemiyorum.. Artık yollarımızı ayırıyor, seni ( sevdiğim halde) kendi yoluna bırakıyorum , elveda" .
Ben bu satırları okuduğumda oha dedim önce ve ayakta selamladım aborjin dedeyi. İnsanlar değişiyor ve biz ilişkimizin eskisi gibi olmasını arzuluyoruz. Ancak bu kendimize zarar vermekten başka bir işe yaramıyor. Üstelik yol almamızı engelliyor. Bir de kendimizi akıntısına bırakıp koyvermediğimiz ilişkiler var.

Kadim dostum Ali ile konuşurken ve her zamanki gibi dünyayı ve kendimizi kurtarırken
aşağıda yazacağım öyküyü anlattı bana. Gerçek bir hikaye. Beni çok etkilemişti. Onun ağzından aktarıyorum şimdi.

Bir arkadaşım hiç ata binmemiş. Yirmi sene önce Kars'ta asker bu arkadaş. Bir köye gitmeleri gerekiyor. Neyse efendim iki at getiriyorlar. Bizim kent çocuğu attan da anlamaz
diğer asker ise köylü ve atı tanıyor. Buna ufak tefek atı veriyor , büyük at muhtarın imiş, büyüğü kendi alıyor. Meğer küçük at deli imiş.
Bizimki soruyor nasıl gidecek diye diyorlar ki topukla. Yani topuklarınla atın karnına hafifçe dokun.
İlk kez ata biniş , ilk kez topuklayış ve ilk kez kontrolü kaybediş...
Dizginler uçup gidiyor elden. Bizim oğlan çaresiz atın boynuna sarılıyor, gözlerini yumuyor.
At rüzgar gibi gidiyor köye ve köyde durduruyorlar. Düşmeden gitmiş bravo.
Dönüş vakti sanıyorlar ki bu değiştirecek atı. Hayır değiştirmiyor. Diyor ki ben atıma güveniyorum. (bu kısma dikkat. farklı düşün.. )
Neyse yine bizim oğlan ata sarılıyor ve gözler kapalı ve rüzgar gibi geliyorlar Jandarma Karakoluna.

Aradan zaman geçiyor, karakolda bir toplantı var. Muhtarlar toplanmış. Muhtarların karakolun önünde bıraktıkları dört at var. Atlar yayılmış çevreye. Askerler atlarla gezmek istiyorlar. Muhtar emmiler nasıl olsa toplantıda. Yine atlar seçiliyor. Bu sefer bizim arkadaşa siyah bir at veriyorlar. Diğer askerler yine köylü ve işi biliyorlar ama hikayenin sonunda göreceğiz işi kimin bildiğini. Bizimki ata biniyor. Bu kez az bir deneyim var ve dizginler elde. Ama bir bakıyor ki at yine deli. Tabi deliliği ata damgalayan bizleriz. Neyse anlatıyor arkadaş;
'Yolumuz farklıydı; bu kez yokuş aşağı dereye iniyorduk. Derenin önünde küçücük uyduruk
bir köprü var ve üstü çakıllı. Yani kaymamak mümkün değil. Köprüyü geçer geçmez neredeyse doksan derecelik bir viraj var. Karşımız dağ , dik bir yamaç ve at son sürat.
Dizginleri bıraktım. Ata sımsıkı sarıldım. Sanki artık ondan bir parçayım. Yani atın hörgücüyüm. Atı kontrole yeltenmiyorum. Kendimi ata bıraktım. Öyle ki ; artık öleceğimi düşünüyorum. Çünkü son sürat dağdaki kayalıklara çarpacağız. Arkadakiler de aynısını düşünüyor. Telaşlılar ama yetişemiyorlar. Çünkü at inanılmaz bir hızla yol alıyor. Yetişmek olanaksız. Ve bakıyorum hala gidiyor at, gözlerimi açıyorum , virajı almışız ???!!
Köprü çoktan geçilmiş ve ben atın boynuna sarılmıyorum artık yaptığım atı kucaklamak. '
Bu arada arkadaşın atının eyeri de düşüyor. At ve o. Arada başka hiçbir şey yok. Tam teslimiyet , tam kabul.

İnanılmaz hızlarla , mümkün olmayan virajları almak mı istiyorsun ? O halde neden hala atı kontrol etmekte ısrarlısın? Sadece sarıl boynuna ve yum gözünü. Elbette çok zor bu. Ama mucize de burada işte.
Diğer arkadaşları emin ol hiç bir zaman o hızlarla o virajları alamazlar, çünkü dizginleri elden bırakmayı düşünemiyorlar. Onlar, farklı düşünemiyorlar.
Ben artık şuna inanıyorum:
İçlerimizde birer at var. Dizginlerini sürekli elde tutup habire asıla asıla ağızlarını yara yaptığımız atlar. Bırakabilirsek dizginleri hayat bambaşka olacak gibi geliyor bana.
Gözlerini yum, sımsıkı sarıl ve bırak.

Ve arkadaşım hikayeyi bitirince ekledi;

Birisi gelecek hayatına yakında . Yok yok hemen heveslenme. Muhtemelen bir dizgincidir o da . Ama bir tuhaflık olduğunu sezecek. Fısıldarsın ona, dersin ki 'Kopar at o dizginleri . Ve rüzgar gibi düş peşime. İşte o zaman başkaca zamanlar yaşanmaya başlar'.

13 Ağustos 2010 4-5 dakika 11 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (3)
  • 13 yıl önce

    İçlerimizde birer at var. Dizginlerini sürekli elde tutup habire asıla asıla ağızlarını yara yaptığımız atlar. Bırakabilirsek dizginleri hayat bambaşka olacak gibi geliyor bana. Gözlerini yum, sımsıkı sarıl ve bırak.😏

    O zaman ne yapmali dizginleri birakip yüregin sesi dinlemeli😊. Güzeldi kalemin devami dilegiyle. Sevgi ve selamlarimla

  • 13 yıl önce

    kıssadan hisse ....çok beğendim öykünüzü sözü fazla uzatmadan mesajı çok net vermişsiniz , yürekten katılıyorum sevgiler 🙂

  • 13 yıl önce

    Kutluyorum hisselı öğretici yazının sahibini 👍👍 Eline sağlık kalemin daim olsun şair dost..

    Ve saygılar